Yılın üçüncü Grand Slam’i Wimbledon’da ilk haftayı tamamladık. Tenis dünyasının en eski turnuvasına ev sahipliği yapan All England Lawn Club, her zaman olduğu gibi yine özel hikayelere, büyük sürprizlere ve unutulmaz maçlara ev sahipliği yaptı. Elenen favorileri izledik, sıradaysa dördüncü tur maçları ve karar haftası var. Başlamadan önce, ilk haftada neler olup bittiğini kısa kısa hatırlayalım…
Erken Vedalar
Novak Djokovic: 2016 Wimbledon; erkekler tenisinde 47 senedir görülmemiş bir manzaraya ev sahipliği yapabilirdi. 1969 yılında Rod Laver bunu başardığından beri hiçbir oyuncu; bir sezonda tüm Grand Slam’leri kazanamamıştı. Bunu başarma şansı olan Novak Djokovic, Avustralya Açık ve Fransa Açık şampiyonu unvanlarıyla Wimbledon’a geldi. Dünya 1 numarası, ilk turda James Ward ve ardından da Adrian Mannarino’yu geçerken set kaybetmediği maçlardan sonra, karşısında Sam Querrey’yi buldu. 1.98’lik Amerikalı, maçta 2-0 öne geçti fakat yağmur sebebiyle ikili ilk günün sonunda kortu terketmek durumunda kaldı. Bu senaryoyu geçen yıl Kevin Anderson önünde de yaşayan ve o maçı çevirmeyi bilen Djokovic bu kez sıçrayamadı ve kötü oynadığı mücadeleyi kaybederek, son yılların en büyük sürprizinin kurbanı oldu. Bu mağlubiyetle, Novak’ın 30 maç süren ve açık dönem rekoru olan Grand Slam galibiyet serisi de sona erdi. Querrey ise 2002 Avustralya Açık’ta dönemin 1 numarası Lleyton Hewitt’i mağlup eden Andre Agassi’den beri, bunu başaran ilk Amerikalı oldu. Artık 18. ve belki son bir Grand Slam şampiyonluğu için iştahı kabarmış bir Roger Federer ve son dönemi muazzam geçiren Andy Murray, şampiyonluğun en büyük favorileri gibi gözüküyor. Tabii Berdych, Raonic ve Nishikori gibi plase isimler de ‘Neden olmasın?’ sorusunu sormaya başlamıştır…
Stan Wawrinka: Erkeklerde ilk haftanın sürprizleri, sadece Djokovic’le sınırlı kalmadı. 4 numaralı seri başı Stan Wawrinka, ikinci turda Juan Martin Del Potro’ya çattı. Dev Arjantinli -uzun bir sakatlıktan dönmüş de olsa- çim kortta ne denli bir tehdit olabileceğini Wawrinka karşısında gösterdi. Ancak Del Potro da büyük galibiyetini takip eden turda; genç Fransız Lucas Pouille karşısında, ilk setini kazandığı maçı kaybederek turnuvaya veda etti.
Dominic Thiem: Son yıllarda ATP turnuvalarında gösterdiği başarılı performansları; bir türlü tenisin er meydanına, yani Grand Slam’lere taşıyamayan Dominic Thiem için şeytanın bacağı Fransa Açık’ta kırılmıştı. Paris’te oynadığı yarı final ve ardından çim kortta -yol üstünde Federer’i de yenerek- gelen Stuttgart şampiyonluğu, onu Wimbledon’ın dikkate değer isimlerinden biri yapıyordu. Onun hikayesi de ikinci turda, solak servisleriyle dikkat çeken Jiri Vesely önünde üç tie-break setinde sona erdi. Yine de Thiem’in, 2016’nın Grand Slam yazını hiç fena geçirmiyor olduğunu söylemek durumundayız.
Garbine Muguruza: Tıpkı erkeklerde olduğu gibi kadınlarda da son Fransa Açık şampiyonu, Wimbledon’da ikinci haftayı göremedi. Aynı zamanda geçen yılın da finalisti olan Muguruza, ikinci turda dünya 124 numarası Jana Cepelova’ya mağlup oldu. 2 numaralı seri başı, “İlk maçımda yorgun ve enerjisiz hissediyordum, bugün sanırım hasta olmaya da başlıyorum” sözleriyle değerlendirdi. Böylece kadınlar tenisinin yeni süper yıldız adayı, Wimbledon şampiyonluğu için biraz daha beklemek durumunda.
Petra Kvitova: 6 ve 7 numaralı seri başları turnuvanın ikinci haftasında olmayacak. Bahsettiğimiz isimler Roberta Vinci ve Belinda Bencic… Fakat daha büyük bir sürpriz için sıralamanın biraz daha aşağısında bakmamız gerekiyor. Daha önce burada 2011 ve 2014 yıllarında iki şampiyonluk yaşamış Petra Kvitova da elenenler kervanına katıldı. İkinci turda Ekaterina Makarova’ya takılan Kvitova için bu, favori Grand Slam’ine şimdilik veda demek.
Çağla Büyükakçay: 2016 sezonu, Türkiye tenis tarihindeki özel yerini hep koruyacak. Bunun en önemli sebebi ise Çağla! WTA İstanbul Cup’ta kazandığı şampiyonluğu, ikinci tura çıktığı bir Fransa Açık ana tablosuyla taçlandıran, üstüne üstlük şu anda dünya 76 numarası olan temsilcimiz için de Wimbledon kısa sürdü. Kariyerinde ilk kez Londra’da ana tablo oynayan Çağla, ilk turda son dönemin formda isimlerinden Fransız Caroline Garcia’ya elenerek turnuva dışında kaldı.
Bu Bir Rüya Değil
Dünya 772 numarası İngiliz Marcus Willis için 2016 Wimbledon, hayatı boyunca unutamayacağı bir anı olarak kalacak. Bu sezon başında tenisi bırakmaya karar vermiş bir adamdan bahsediyoruz… Willis tam bunu yapıp; Philadelphia’da bir tenis akademisine antrenörlük yapmaya gidecekti fakat tesadüf eseri bir Elie Goulding konserinde, halihazırda dişçilik yapan eski güzellik kraliçesi ve şimdiki sevgilisi Jennifer Bates’le tanıştı. Bates’in telkinleriyle birlikte, kendisine ‘Cartman’ lakabını takmasına neden olan kilolarını veren ve tenise yeniden odaklanan Willis’in ödülü ise hiç tahmin edemeyeceği kadar özel oldu.
Bu sezon sadece bir Futures turnuvası oynayan ve burada 220 Sterlin kazanan Willis, Wimbledon’a eleme maçlarından geldi. İlk turda, dünya 53 numarası Ricardas Berankis’i mağlup ettikten sonra da tüm kariyer kazancını ikiye katlayarak, neredeyse 50 bin sterlinlik bir ödülün sahibi oldu. Willis bu galibiyetin ardından ikinci tur maçını küçük bir kortta, standart bir rakip önünde oynayabilir ve kesinlikle favorisi olmayacağı bu maçı da kaybedebilirdi ancak onun da deyişiyle “tanrının işi” gerçekleşti… İddiasız İngiliz; kendini bir anda merkez kortta, yedi kez şampiyon Roger Federer’in karşısında buldu. Rakibinin meşhur ‘RF’ logosunu taşıyan bir t-shirt’le korta çıkan Willis, 15 bin kişinin önünde ne kadar eğlendiğini herkese gösterirdi ancak yüzlere yerleştirdiği gülümseme ona yetmedi. Roger Federer, “Sporumuzda son dönemde gördüklerimin en güzeli” dediği bu hikâyeyi, sadece 7 oyun kaybederek sonlandırmayı bildi. Marcus Willis ise maç sonu açıklamalarında da eğlenceli tavrını hiç bozmadı: “Roger tişörtünü geri istemediği için mutluyum…”
Wimbledon Canavarı
2010 yılında burada oynanan John Isner-Nicolas Mahut maçını unutmak mümkün değil. Tam 11 saat 5 dakika süren ve toplamda 183 oyunun oynandığı mücadelenin taraflarından olan John Isner, altı yıl sonra yine yapacağını yaptı.
12 numaralı seri başı Jo-Wilfried Tsonga önünde setlerde 2-0 öne geçmeyi başaran Isner için benzer bir senaryo bu kez beklenmiyor gibiydi. Fakat Tsonga da Wimbledon’da daha önce iki set geriden gelmeyi başarmıştı. Hem de 2011 çeyrek finalinde ve Roger Federer karşısında… Bu motivasyon ve özgüvenle geri dönüşüne başlayan Fransız raket, mücadeleyi final setine taşımayı başardı. Geleneksel olarak tie-break’in oynanmadığı setin 35. oyununda servis kıran Tsonga, 4 buçuk saatin sonunda rakibini mağlup etmeyi başardı. Böylece 2010 yılındaki epik mücadelenin kazananı olan John Isner bu kez üzülen taraf oldu.
Mücadeleyi, “Bir an tıpkı Nicolas’ın maçı gibi olacağını düşündüm ve ödüm koptu” şeklinde değerlendiren Tsonga da adını dördüncü tura yazdırdı ve vatandaşı Richard Gasquet’nin rakibi oldu.
Pazar Keyfi
Wimbledon’ın 139 yıllık tarihinde sadece dördüncü kez, iki haftalık turnuvanın ilk pazar gününde maç oynandı. İlk hafta boyunca; çatısı olan Merkez Kort haricindeki tüm kortlarda yaşanan yağmur muhalefeti, programın bir miktar sarkmasına neden oldu. Bu sebeple de 1991, 1997 ve 2004’ün ardından ilk kez All England Club’da bu alışılmadık manzarayı izledik. Pazar günleri maç oynanmama geleneğine verilen bu mecburi aranın ardından, ikinci hafta başlarken tüm üçüncü tur maçları sona erdi ve program şu anda olması gerektiği şekilde ilerliyor.