Greg LeMond’u bugünlerde elinde mikrofonla görmeye alışkınız. Amerikalı efsane, iki yıldır Eurosport’un Fransa Bisiklet Turu yorumculuğunu yapıyor. Etaplardan önce ve sonra ona bakıyor, heyecanlı ve sempatik konuşmasını dinliyor, zaman zaman diline dolanan ve telaştan karışan kelimelerine şahitlik ediyoruz. Ve bu rutin, ona gitgide alışmamız, aslında bir zamanlar nasıl her şeyi değiştirdiğini unutmamızı sağlıyor. Tıpkı organizasyon ekibinde çalışan ve podyumda bisikletçilerin mayolarını kapamalarına yardımcı olan Bernard Hinault gibi, Greg LeMond’un da nasıl büyük bir efsane olduğunu unutuyoruz. Bu sene hatırlayacağız. İkili, 2016 Fransa Bisiklet Turu’nda daha çok karşımıza çıkacak. Bunun bir nedeni günlük görevleri. LeMond mikrofon tutmaya, Hinault ise organizasyon için çalışmaya devam edecek. Ama esas olarak etaplardan, genel klasman mücadelesinden nefes aldığımızda geçmişe dönecek ve kimilerine göre tarihin en iyi yarışı olan 1986’yı hatırlayacağız.
1986 Fransa Bisiklet Turu’nun favorisi, genç ve yetenekli bir Amerikalı olarak ünlenen LeMond’du. Halihazırda bir efsane olan Hinault ise bir önceki sene LeMond’un yardımlarıyla Le Tour’daki beşinci zaferine yürümüş, La Vie Claire takımında beraber mücadele ettiği Amerikalı meslektaşına bir sonraki yıl destek vereceğini, onun şampiyonluğu için çalışacağını ifade etmişti. Ancak öyle olmadı. Kamuoyunun baskısı, Hinault’nun şampiyon içgüdüsü yarışı takım arkadaşlarının büyük bir savaşına dönüştürdü ve belki de Le Tour tarihinin en gergin genel klasman mücadelesi sonunda psikolojik olarak paramparça olan Greg LeMond şampiyon oldu. Amerikalı, şampiyonluğu Avrupa dışından alan ilk isimdi ve iki teker tarihinin akışını değiştirmişti. Bunun sonucunda Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Britanya gibi ülkelerin bu spora ilgisi arttı, O sene, yarış bugünkü uluslararası kimliğinin ilk adımlarını attı.
Sonunda başarıya ulaşmasına rağmen Greg LeMond için işler bir hayli zorluydu. Bu zaferden kısa bir süre sonra, evinin yakınlarında gittiği bir av sırasında kaza kurşunun kurbanı oldu ve ölümle burun buruna geldi. Değil bisiklet, hayata bile dönüp dönmeyeceği o an belirsizdi. Döndü. Amerikalı, ikinci Fransa Bisiklet Turu şampiyonluğunu 1989’daki dönüşünde aldı. O sene, yine filmlere konu olan bir mücadelenin sonunda, bir başka eski takım arkadaşı Laurent Fignon’u dokuz saniye farkla geçmiş, yarış tarihinin en yakın farkla biten mücadelesinde gülen taraf olmuştu. 1990’da üçüncü kez sarı mayoyu kazandı ve kariyerini 1994’te saygın bir noktada bitirdi. Ancak emekliliği beklediği gibi başlamadı. LeMond, 1999’da Le Tour’da sarı mayoyu ilk kez elde eden Lance Armstrong’un dopingli olabileceğine dikkatleri çekmişti ve yükselişteki halefi tarafından ‘istenmeyen adam’ ilân edilmişti. İkili arasında başlayan düello, LeMond’a her anlamda kaybettirdi, gözlerden uzak bir hayat sürmeye başladı. Lance’in doping nedeniyle ömür boyu ceza almasından sonra, Eurosport yorumcusu olarak geldiği 2014 Tour de France, bu yüzden de çok değerliydi. 2016 da öyle olacak. İlk zaferinin otuzuncu yılında Greg LeMond’a mikrofon uzattık.
İlk Fransa Bisiklet Turu şampiyonluğunuz üzerinden 30 yıl geçti. Nasıl hissediyorsunuz?
Uzun zaman geçmiş gibi hissediyorum. Şaka bir yana, bu benim ilk Fransa Bisiklet Turu zaferimdi ve buna basitçe bir yarış zaferi olarak bakabilirsiniz. Ama geriye dönüp bakınca bir hayli gururlanıyorum. Zira kişisel olarak Bernard Hinault’nun tarihin en büyük bisikletçilerinden biri olduğunu düşünüyorum. O yıl Hinault hem takım arkadaşım hem rakibimdi. Bu yüzden yarışı onun önünde bitirmek, bunu da neredeyse takımımdan hiçbir yardım almadan yapmak inanılmaz bir duyguydu. Atletik anlamda 1986’daki performansım muhtemelen kariyer zirvemdi, o üç haftada çok az kötü günüm olmamıştı. Rekabet olarak da bunu en tepeye koyarım. Yani bu zafer, hâlâ kariyerimin en büyük başarısı. Evet yaşarken, içindeyken çok zor zamanlardı ama şimdilerde harika bir hatıra.
Bazı yazarlar 1986’ı tarihin en büyük yarışı kabul ediyor. Buna katılır mısınız?
Bilemiyorum. Bugünden bakınca bu kadar hatırlanmasının sebebi belki bisikletin son 25-30 senede yaşadığı sorunlardan kaynaklı olabilir ama o seneki yarışın çok nadir rastlanır bir seviyede olduğunu kabul ediyorum. Aynı takımdan iki bisikletçinin genel klasman için birbirine karşı yarışması çok sık yaşanan bir şey değil. Ve bizim durumumuzda takım (La Vie Claire) ikiye, hatta üçe bölünmüştü. İsvriçreli takım arkadaşlarımla aram iyiydi, onların aynı zamanda Hinault’yla da güzel bir ilişkisi vardı. Bazen bana, bazen ona çalışıyorlardı. Steve Bauer benim için çalışıyordu, Jean François Bernard gibi isimler ise Hinault için mücadele ediyordu. Çok gergin, yıpratıcı bir yarıştı.
Aynı şekilde o sene ilk kez Avrupa dışından biri Fransa Bisiklet Turu’nu kazandı. Sizinle birlikte yarış uluslararası bir kimlik kazandı diyebilir miyiz?
Evet, bu anlamda öncü olduğumu düşünüyorum. Uluslararası basının, yayıncılığın Le Tour’a ilgisinin artışına yardımcı olduğum söylenebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise kesinlikle büyük etkim oldu. Fransa Bisiklet Turu’nu 1984’te üçüncü, 1985’te ise ikinci bitirdim, sonra da kazandım. Bazıları yarışa ve bu spora ilgiliydi ama benim zaferimden sonra işler değişti. En önemlisi de ABD’deki birçok gencin bisiklete yönelmesinde katkım oldu.
Şunu da söylemek lâzım. 1986’dan önce de Fransa Bisiklet Turu’na Avrupa dışından, uluslararası bir ilgi vardı. Avustralyalı Phil Anderson mühim işler yapmıştı. ABD’den Andy Hampsten çıkmıştı. Fakat medya ilgisi anlamında ilk zaferim bir dönüm noktası oldu. O güne kadar bu sadece bir Avrupa sporu olarak biliniyordu.
Bernard Hinault ile bugünlerde nasıl bir ilişkiniz var? Onunla konuşuyor musunuz?
Evet, aramız şu sıralar gayet iyi. Onunla hiçbir sorunum yok. Hinault her zaman çok iyi bir lider olmuştur, vaktiyle aramızda yaşananların bu kadar sarsıcı olmasının bir nedeni de kardeş gibi olmamızdı. Onu bir kardeş olarak görüyordum, bu yüzden ona karşı yarışmak çok zorluyordu beni. Hinault ile birlikte çalışmaya hep açıktım ama 1986’da onun da üzerinde büyük bir baskı vardı. O günlerde Fransa’da cumhurbaşkanı bile arayıp “Altıncı kez Fransa Bisiklet Turu’nu kazanmalı, Eddy Merck’i geçmelisin” diyordu. Çok sıra dışı bir baskıyla boğuşuyordu. Bir yandan da aramızda böyle şeylerin yaşanmasının bir anlamda iyi olduğuna inanıyorum. Çünkü öbür türlü, rahat bir yarış geçirsek “Bernard Hinault, zaferi Greg LeMond’a hediye etti” algısı olabilirdi.
Herhangi bir yıl dönümü planınız var mı? Hinault ile bu seneki Le Tour içerisinde bir etkinliğe katılacak mısınız?
Henüz belli değil ama bir şeyler olabilir. Geçen gün onunla ufak bir röportaj yaptık. Her sene konuşuyoruz. Aslında iki sene önce rekabetimiz hakkında çıkan bir belgeseli (Slaying The Badger) izlerken etkilendim. O belgeselin Hinault üzerinde herhangi bir etkisi oldu mu bilmiyorum ama ben izlerken epey yeni şey öğrendim. Mesela İsviçreli sportif direktör Paul Köchli’nin neredeyse benim dışımda herkesin kazanmasına razı olduğunu gördüm. Zaten Hinault ile yaşadığımız o gerginliğin gerisinde daha çok Köchli ya da patron Bernard Tapie gibi isimlerin etkili olduğunu düşünüyorum. Doğru şartlar ve doğru bir yapı içerisinde olsaydık her şey farklı olabilirdi. Mesela seksenlerin başında Renault’da olduğu gibi hâlâ Cyrille Guimard tarafından çalıştırılsaydık işler o noktaya gelmezdi. Çünkü Hinault sadık bir insandı ancak 1986’da çevresi kötüydü. Onlardan etkileniyordu.
Cyrille Guimard demişken… Bugünlerde bisiklet dünyasının dışında olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Eskisi gibi büyük takımları çalıştırmak istediği söyleniyor ama yarışlara sadece yorumcu kimliğiyle katılabiliyor.
Bence Cyrille Guimard, bisikletin gördüğü gelmiş geçmiş en büyük sportif direktör. Bu unvanı almasının nedeni sadece taktik bilgisi değildi. En büyük farkı, genç yetenekleri seçmesiydi. Onları daha ünlü olmadan evvel bulur, büyük bir yıldıza dönüştürürdü. Ancak Laurent Fignon’un 1989 Fransa Bisiklet Turu’nu bana kaybetmesinden sonra eskisi gibi olamadı. Bilemiyorum, tahminim bu yönde. Ama şimdilerde hâlâ çalışmayı sürdürüyor, radyo programlarını dinliyorum. Harika bir yorumcu, çok iyi noktalar yakalıyor. Fakat aradan yıllar geçti, hepimiz yaşlandık ve eski olayları geride bıraktık.
Yakın zamanda, Socrates‘in son sayısı için Britanyalı eski bisikletçi David Millar ile konuştuk ve o da Guimard’dan övgüyle bahsetti. Aynı zamanda onun için “zamanının Dave Brailsford’u” ifadesini kullandı. Guimard ile Brailsford kıyaslanabilir mi sizce de?
Oh, kesinlikle ikisini kıyaslayamam. Açıkçası Dave Brailsford söz konusu olduğunda insanların çok fazla abartılı ifadeler kullandığını düşünüyorum. İkisini aynı seviyede görmek, Guimard ile Brailsford’u kıyaslamak bence mümkün değil. Zira bugünkü yarış taktikleri ile seksenlerdeki taktikler arasında çok büyük bir fark var. Kişisel olarak Brailsford’u tanımıyorum, sadece birkaç kez karşılaştık. Ama şunu biliyorum, bisikletçiler iyi performans ortaya koyduğunda bazen sportif direktörleri abartılı övgüler alabiliyor. Şu an Chris Froome kazandığı için Brailsford da övgüler alıyor ama Guimard ile aynı cümlede anılacak kadar uzun süredir bu işi yapmıyor. Gelecek 5-6 yıl, onun esas yerini görmemizi sağlayacak.
Team Sky’ın hegemonyası üzerine neler düşünüyorsunuz? İnsanların söylediği kadar sıkıcılar mı sizce de?
Ne zaman bir takım öne çıksa ve diğerlerinden daha fazla kazanmaya başlasa sıkıcı damgasını yiyor. 1984’te Renault takımında yarışıyordum, o yılki Fransa Bisiklet Turu’nda on etap kazanmıştık ve bence bu insanların düşündüğü kadar sıkıcı değildi. Ancak Team Sky’a yönelik bu bakışın gerisinde bana göre sporun geçirdiği kötü dönemler var. Etraflarındaki şüphe dalgasının sebebi bisikletin kendisi. Bunu başlatan biraz da Lance Armstrong oldu. Bisiklet her zaman halka yakınlığıyla, açıklığıyla ve ulaşılabilirliğiyle ünlü olan bir spordu. Fakat Lance’in takımları görünüşleri, tarzları, güvenlik ekipleriyle birlikte farklı türde bir anlayışı bisiklete getirdi. Fakat bu Formula 1 değil, bisiklet. Team Sky da zaman zaman bu yolu izlediği için eleştiriliyor. Galibiyetlerin de getirisi tabii bu…
Peki sizce bu yıl Chris Froome Fransa Bisiklet Turu’ndaki üçüncü zaferini alacak mı?
Elbette en büyük favorilerden biri. Fakat zamana karşı etaplarındaki performansını geliştirdiği ve bu seneki parkurda da ona uyan tırmanışlar olduğu için Nairo Quintana’yı daha şanslı görüyorum. Tahmin yapmak ve Froome’u gözardı etmek çok zor ama bu sene Quintana’nın kazanmak için her zamankinden daha fazla şansı olduğuna inanıyorum. O artık 26 yaşında, daha tecrübeli ve umarım geçmiş hatalarından büyük dersler alarak buraya geldi, umarım artık neler yapmaması gerektiğini biliyordur. 2013’te muhteşem bir Le Tour deneyimini geride bırakmıştı, geçen seneki performansından ise o kadar emin değilim.
Peki Nairo Quintana neler yapmamalı?
Belki herkes gibi o da yorgunluktan muzdariptir, bilemiyorum ama geçen sene Chris Froome liderliği aldığında herkes ikincilik için savaşmaya başladı. Eğer içlerinden biri gerçekten Fransa Bisiklet Turu’nu kazanmak için yarışsaydı bence Chris Froome’u yenebilirlerdi. Aynı şekilde bu yıl onu yenebilecek isimler olduğunu düşünüyorum. Çok güçlü takımlar, isimler var. Movistar’da Quintana’nın yanında Alejandro Valverde olacak. Astana buraya Vincenzo Nibali ve Fabio Aru ile geldi. Nibali, en son İtalya Bisiklet Turu’nu kazandığı için favorilerin dışında sayılıyor olabilir ama Fransa’ya omuzlarında herhangi bir baskı olmadan gelecek. BMC’de Richie Porte ile Tejay van Garderen var. Eğer bu takımlar ve isimler Chris Froome’u yenmek istiyorlarsa risk almak zorundalar. “Ya zafer ya da hiç” demeliler.
Geçen sene Quintana’nın Alpe d’Huez atağı çok konuşulmuştu. Sizce de fazla bekledi mi, daha önce atak yapabilir miydi?
Evet, bence de daha önce atak yapmalıydı. Ama biz dışarıdan bakıyoruz, bu yüzden de bize göre söylemesi kolay. Bisikletçiler yarışlar ve etaplar içerisinde nasıl hissettiklerini biliyorlar. Bu yüzden de Quintana eğer daha iyi hissetse muhtemelen daha önce atağa kalkardı. Ama eğer bu sene kazanmak istiyorsa, fark yaratmak zorunda. Bu farkı da “Ya hep ya hiç” diyerek yaratabilir. Bu seneki parkurda dağ etaplarının daha kısa oluşu onun ataklarını daha patlayıcı yapabilir. Öte yandan Chris Froome da kısa tırmanışlarda başarılı olan bir isim. O yüzden bu yılki yarış bisiklet tarihinin en yakın ve iyi rekabetlerinden birine sahne olabilir. Bunların yanında çok özel genç yetenekler de var. Thibaut Pinot, Romain Bardet gibi isimlerle zaten tur tanışmıştı. Şimdi Julian Alaphilippe de geldi. Ilnur Zakarin ve Mikel Landa aynı şekilde etkili olabilir. Bu isimlerin yarışı eğlenceli hâle getirecek yetenekleri ve enerjileri var. Ama kazanabilirler mi? Sanmıyorum. Fransa Bisiklet Turu gibi yarışları sürpriz bir ismin kazanmasını herkes ister ama yarış çoğu zaman üç ya da dört isim arasında geçer.
Alberto Contador o isimlerden biri olabilir mi?
Onu uzun süredir izleyemedim, yarış öncesi son durumunu bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Bence Fransa Bisiklet Turu öncesinde sergilediğiniz performanslar o kadar da belirleyici değil. 1990 Fransa Bisiklet Turu’ndan hemen önce mononükleoz olmuştum, geldim ve yarışı kazandım. Mühim olan yarış içerisinde, o üç hafta boyunca nasıl olduğunuz, öncesi değil. Bu yüzden de elbette kazanma ihtimali var. Contador, geçen sene Fransa’ya geldiğinde kötü durumdaydı zira zorlu bir İtalya Bisiklet Turu’nu geride bırakmıştı. Giro’da tek başına mücadele etmişti, her şey çok zorluydu. Bu sene daha çok dinlendi ve büyük bir tehdit olabilir. Bisikletin son 10 yıldaki en iyi büyük tur bisikletçisi o.
Az önce Thibaut Pinot ve Romain Bardet’den bahsettiniz. Fransızlar, 1985’ten beri bu yarışı kazanamıyor ve en son bunu başaran eski dostunuz, rakibiniz Bernard Hinault olmuştu. Onun başarısını tekrar edebilen biri çıkacak mı?
Bu biraz da dopingle alakalı. Festina skandalından sonra Fransızlar çok sıkı önlemler getirdi, anti-doping konusunda sağlam çalışmalar yaptı. Ve o dönem Uluslararası Bisiklet Birliği’nde çok kirli, sorunlu bir yönetim anlayışı vardı. Bütün bunlar spora çok büyük etki yaptı ve Fransızlar da bundan zarar gördü. Fakat son dönemde işlerin çok iyiye gittiğini düşünüyorum. Bisiklet büyük ve önemli adımlar atıyor. Ve bu genç bisikletçilere doğal yeteneklerini kullanma, gösterme imkanı veriyor. Her sene yeni isimlerin çıktığını, önemli adımlar attığını görüyoruz. Birçok farklı ülkeden geliyor bu yetenekler.
Gerçekten de bu değişime, bisikletin iyi yönde gittiğine yürekten inanıyorum. Özellikle Nairo Quintana’nın hikayesi bana çok büyük bir umut verdi. Yirmili başlarının başındayken kendisini gösterdi, 23 yaşındayken ilk kez katıldığı Fransa Bisiklet Turu’nu ikinci sırada bitirdi. Bana göre bu tarihi bir yeteneğin doğal yükselişi olarak kabul edilmeli. Çılgın bir yetenek, ilk kez büyük sahneye çıkıyor ve podyum görüyor. Bu işlerin doğal akışında ilerlemeye başladığına dair bir kanıt benim için. Çünkü 29-30 yaşındaki bir bisikletçinin bir anda büyük turlarda ilk üçe çıkması mümkün değildir. Ama doksanlı yıllarda maalesef buna çok şahitlik ettik.