Bir günlük rüya, İtalya’nın İrlanda Cumhuriyeti’ne son dakikada kaybettiği maçla birlikte son buldu. Hayal kırıklığı ziyadesiyle büyük ama buna neden hazır olunmadı ki? Fatih Terim dahi yaptığı basın toplantısında sürekli ‘devam edersek’ vurgulu yorum yaparken sadece İtalya-İrlanda güç dengesi üzerinden neden böyle bir beklentiye girildiğinin cevabı yok. Aslında bu maçın sonucu çok bilindik bir hikâyeydi. Avrupa liglerinde, Şampiyonlar Ligi’nde ya da bu tarz milli takım turnuvalarında ölüm kalım mücadelesi verenler genellikle yeri garanti olanı arada büyük kalite farkı olsa da mağlup eder. Yine öyle oldu. Öyle olması için de zaten her şart vardı.
Başka çareleri yoktu
Antonio Conte maça klasik 11’den, 9 farklı oyuncuyla başladı. Nasıl farklı olsundu ki? İtalya’nın Belçika ve İsveç maçlarındaki 11’lerinin yaş ortalaması 31. Belçika’ya karşı böyle bir yaş ortalamasıyla 120 kilometre koşup efsane bir performansa imza attılar ve turnuvanın koşu mesafesi rekorunu belki de bir daha kırılmamak üzere ilk maçta ellerine geçirdiler. Böyle yaşlı bir takımları varken ve İspanya’yla eşleşmişken bu oyuncularını neden ekstra bir 90 dakika daha yıpratması gerekiyordu İtalyanların? İspanya’ya onları çözmek için iki maç örneği vermişken neden üçüncü bir maçı ve örneği Del Bosque’nin önüne koyması gerekiyordu Conte’nin?
Maçtan sonra Ersun Yanal Lig TV ekranlarında İtalya’nın ve Conte’nin etik davranmadığını dile getirdi bu kadro seçimi üzerinden. Adalet önemliydi çünkü Yanal’a göre. Kendisi İtalya’nın başında olsa ve İspanya’yla eşleşse böyle yaşlı bir takımı dinlendirmeyecek miydi? Bunu sorsanız muhtemelen dinlendirmezdim yönünde cevap verecek ama uygulamada aynı sonucu görmek çok kolay değil. Çünkü bu, gerçekten mantıksızlığın zirvesi. İlker Yağcıoğlu başka bir kanalda “İnşallah İspanya beş tane atar bunlara” diyor. Senin yorumcuların anlık adrenalinle ya da hayal kırıklığıyla bunları yaparken oyuncun ya da teknik adamın neden sahada garip işler yapmasın ki? Çok mu bağlantısız ikisi? Pek değil gibi duruyor.
Kötü bir turnuva geçirdik ve elendik. Hepsi bu. Zaten dördüncü torba takımı olarak girdiğimiz finallerde bu grupta elenmesi gereken ilk takım da muhtemelen bizdik. Taraftarın beklediği sonuçtan ziyade performans ve mücadeleydi ki bu konuda yapılan eleştirilerin çoğu doğruydu. Ama son maçta o direnç ve mücadeleyle takım günah çıkardı. Sıkıntılı süreç içinde yapması gereken son hamleyi yaptı ve sonrasında beklemeye koyuldu ama olmadı.
İyi bir sonuç olabilir mi?
Elendiğimiz her turnuva sonrasında yapılan belki hayırlı olmuştur saptaması da belki ilk kez bu kadar doğru olacak. Şu anki jenerasyon 2018 Dünya Kupası ve hatta Euro 2020 için bile yeterli olabilir ama sonrasına dair elimizde hemen hemen hiçbir şey yok gibi. Bu turnuvada çıkış yapan Emre Mor’u torbaya attık ve sevindik ama ya sonrası? Euro 2016 kadrosuna bakınca 2022 Dünya Kupası için muhtemel takımda yer alabilecek kaç oyuncu var? Emre Mor, Hakan Çalhanoğlu, Yunus Mallı, Oğuzhan Özyakup, Ozan Tufan ve Ahmet Çalık. Bir çırpıda sayınca daha fazlası çıkmıyor. Belki Semih Kaya, belki İsmail Köybaşı da buralara eklenebilir tecrübeli kontenjanından. Ama bir turnuva kadrosunun yüzde 30’undan fazlası yok. Kalan bölüme kimin girebileceğine dair yorum yapmak da şu anda kolay değil çünkü aday yok. Kaldı ki bu oyuncuların yarısından çoğu bu ülke topraklarında yetişmemiş. 2022’ye kadar yetişeceğini kim iddia edebilir? Peki on yıl sonraki 2026 Dünya Kupası’nda? Bu oyunculardan da elenenler olacak ve yeni Emre Mor’lar mı beklenecek?
Yeni başlangıç
O yüzden bu turnuvanın bir milat olması mümkün. Fatih Terim’in önce kendi durumunu netleştirmesi gerekiyor. Sonra da yeni bir planlama. İspanya’da Del Bosque’nin bu turnuvayla yapmaya çalıştığı şey artık Türkiye Milli Takımı’nın da odak noktası olmalı. 2022’de oynaması imkansız-zor olan oyunculara veda edip milli takımda büyük bir değişim reçete olabilir mi? Olabilir gibi görünüyor. Bu işin doğrusu tabanda büyük bir yapılanmayla kulüpleri kullanıp oyuncuları orada yetiştirerek hiyerarşinin en tepesinde olan milli takımı parlatmak. Almanya’nın Bundesliga’yı kullanarak son on yılda yaptığı şey bu. Ama bu ya da benzeri projelerin şu anki ülke konjonktürü içinde gerçekleşmesini beklemek saflık. O zaman değişimi neden tavanda başlatmıyoruz? Bunu yapabilecek bir teknik direktöre her ne kadar son bir yılda çok yıpransa da şu an için sahibiz. Hakan Balta, Selçuk İnan, Gökhan Gönül, Caner Erkin, Burak Yılmaz, Nuri Şahin, Volkan Şen, Olcay Şahan gibi örneğin 2022’de oynaması pek mümkün olmayan oyuncularla hemen vedalaşıp yeni ve genç oyuncuları A milli takıma yerleştirmek tabandan değil de tavandan yapılanma için kullanılabilir.
Türkiye’de milli takımda oynamak için büyük takımlara transfer olmak gerekir. Bu sıklıkla hocaların oyuncu seçimlerinde eleştiri konusu olur ama işin aslı dünyada da genelde tercihler bunun üzerinden ilerler. Şu anda ülkenin büyükleri bile oyuncu yetiştiremiyor. Hatta genç oyuncuları transfer edip şans veremiyor. Peki fazla tanınmayan genç ve yetenekli oyuncuların tespit edilip A milli takım kadrosuna alınmasıyla birlikte bu oyuncuların yüksek profilli takımlara transferini kolaylaştırmak da yine bir tersten proje olarak bir şeyleri değiştirebilir mi? Diğeri mümkün değilken sanki bir şans verilebilir gibi…
Düz olmadıysa ters olsun
Bugüne kadar düzden gitmek için elimizde çok fırsat vardı ama bunu yapamadık. Belki yapmak isteyenler oldu ama sürekliliği kılamadılar ve sonuca ulaşamadılar. O hâlde tersten gitmek mantıklı olabilir. Bu iş yabancı kotası olmalı mı yoksa olmamalı mı ikilemini aşalı çok oldu. Rusya Milli Takımı’nın kaptanı Berezutski’nin “Yabancı sınırı maalesef işlemiyor. Rus oyuncular Avrupa’ya gitmeli yoksa çok daha kötüye gideceğiz” açıklamasını da torbaya atıp devam etmek gerek. Yabancı kuralında yeni bir yola girildi ve bunun da bir süre takip edilmesi lazım. Ama problem bununla ilgili tartışmaların çok ötesinde. İtalya’nın rotasyonla yediği gol o öteye geçebilmek için bir şans olabilir mi? Muhtemelen olmaz ama keşke tersi olsa.