Oklahoma City Thunder-Golden State Warriors serisinin dördüncü maçında bitime 8 dakika 30 saniye kala top Russell Westbrook’un eline geldi. OKC arka arkaya hücum ribauntları almıştı ve 16 sayı farkla önde olmasına rağmen ipleri rakibin ellerine vermek istemiyordu. Westbrook normal şartlarda düşünmeden şut yollayacağı bir pozisyonda duraksadı. Hücumun bitmesine daha uzun bir süre vardı, bu yüzden geriye doğru birkaç adım attı. Hâlihazırda ayakta olan seyirciler takımlarının hırsını, heyecanını ve böylesine bir anda sakinleşip süreyi kullanan Westbrook’u alkışlamaya başladı. TNT spikeri Marv Albert da bundan bahsediyor, salonda kopan alkışın bir sebebinin de Westbrook’un pozisyonu zorlamaması olduğunu dillendiriyordu. Cümlesini bitirmeden Westbrook öne doğru birkaç adım attı ve el üstü zorlama bir üçlük yolladı. Girmedi.
Bu, Oklahoma City Thunder’ı özetleyen muhteşem bir andı. Belki de basketbol tarihinin en büyük takımı olarak adlandırılan ve normal sezonu 73 galibiyetle bitirerek rekor kıran Golden State Warriors’a karşı Batı Finali’nde muhteşem bir oyun sergilemiş, seride iki galibiyet alarak avantajı ellerine geçirmişlerdi. Etkileyici ve kimileri için sarsıcı olan bu zaferlerin üçüncüsü de dördüncü maçta geldi. Russell Westbrook’un bazen birkaç adım öne, bazen birkaç adım geriye attığı maçta kontrol baştan sona Thunder’daydı. Farkın azaldığı kısımlarda bile paniklemediler ve rahat bir şekilde kendi seyircileri önünde istediklerini aldılar.
Bu başarının bir kısmı savunmaya ait. Oklahoma City Thunder savunması serinin başından beri Stephen Curry ve Draymond Green’in karşısında çok kararlı ve akıllı bir şekilde duruyor. Dördüncü maçta da Warriors’ta Klay Thompson dışında iyi maç çıkaran kimse yoktu. Suyun diğer tarafında ise Kevin Durant -her zaman şutunu bulamasa da- hücumda etkileyici bir liderlik gösterdi, Andre Roberson bir rol oyuncusu olarak belirleyici işler yapmayı sürdürdü, Steven Adams ve Serge Ibaka ise boyalı alandaki saygıdeğer performanslarına bir yenisini ekledi. Geçmişte sadece Durant ile Westbrook gibi isimlerin ellerine bakan Thunder’da koç Billy Donovan ilk senesinde önemli değişiklikler yaptı, takımının fiziksel avantajlarını Spurs serisinde uzunları, Warriors serisinde kısaları öne çıkararak kullandı, Dion Waiters gibi çılgın ama yetenekli bench oyuncularını ana planının mühim parçalarından biri hâline getirdi. Böylece seri beklenmedik bir şekilde 3-1’e geldi ve OKC ile NBA Finali arasında sadece bir maç kaldı.
Draymond Green’in Steven Adams’a attığı tekmenin manşetlerin tepesinde olduğu üç günde oynanan iki maçta bir gerçek daha ortaya çıktı: NBA’in önde gelen sivil toplum hareketlerinden biri olan #LETWESTBROOKBEWESTBROOK’un haklılığı. Belki henüz daha seri bitmedi ve GSW gibi olağanüstü bir takıma karşı her şey sona ermeden konuşmamak gerekiyor ama yine de finalin eşiğine gelen OKC’de Russell Westbrook’un kapladığı yer ve üstlendiği rol tam olarak bu yılki playofflarda anlaşıldı. En azından çoğumuz için, durum bu. Bu idrak, bizi taşıyacak. Biraz geçmişe, birkaç sene evvele doğru…
Darko Milicic, 2003 NBA Draftı’nda ikinci sırada seçilerek girdiği ligde büyük bir etki bırakmadı, genelde bir dalga malzemesi oldu. Detroit Pistons’ın onu Carmelo Anthony, Dwyane Wade gibi isimlerin önünde seçmiş olması, Sırp uzunu kariyeri boyunca takip eden bir gölgeydi. Genelde farklı galip gelinen maçların sonunda sahaya sürüldü, zafer purosu işlevi gördü, birkaç takım dolaştı, saç rengini değiştirdi ve dövüşe başladı. Parkede büyük bir etki bırakamayan Milicic, çok karmaşık ve ilginç bağlantılar sonucunda NBA dili ve edebiyatında ilham verici bir adama dönüştü. Zira 2000 yazında delicesine basketbol izlemeye başlayan ve katıldıkları fantezi oyun liginde yaptıkları sepettopu tartışmalarını daha farklı bir mecraya taşımak isteyen bir grup arkadaş, yaklaşık 10 sene önce kurdukları bir bloga onun adını verdi: Free Darko.
Basit bir blog olarak başlayan, daha sonra farklı noktalara ulaşan ve iki muhteşem kitaba dönüşen Free Darko birkaç sene önce kapandı. Başyazarlarından Bethlehem Shoals, bugünlerde imzasına GQ, SB Nation gibi mecralarda rastlayabileceğiniz özel bir kalem. Ve yazdıklarında hâlâ Free Darko’nun izleri var. Nedir o izler? Free Darko ekibi her şeyden önce NBA’i karmaşık, anlaması güç ama anlamlandırması eğlenceli bireylerin ligi olarak tanımlıyordu. Konu edindikleri isimlerin büyük bir yıldız ya da All-Star olmasına gerek yoktu. Bu evrende J.R. Smith de en az Kobe Bryant kadar üzerine yazıp çizilebilecek bir oyuncuydu. Mühim olan o ismin bir karakter olması ya da bir fikri temsil etmesiydi. Bu fikri ve karakteri bulduklarında sayfalarca yazıyı okurlardan esirgemiyorlardı.
Rap kültürüyle yoğrulmuş sokak jargonu, sitenin hamurunda vardı ama bu onları sınırlandırmıyor, daha ziyade zenginleştiriyordu. Nas şarkılarından alıntı yapılan satırlarda bazen Derrida ve Heidegger gibi isimler de anılıyordu. Free Darko’nun en büyük farkı meramını büyük basketbol teorileri altında anlatmasıydı. Teorilerine kendine has isimler veriyor ve yazılarında sıkça geçiriyorlardı. Mesela ‘positional revolution’ onlardan biriydi. Terim, Hollanda futbolundan ya da Barcelona’dan alışık olduğumuz üzere herkesin farklı pozisyonlarda oynayabildiği ve birbirini tamamladığı sistemi karşılamıyordu. Evet, bir parça buna yakındı ama daha çok pozisyonun ya da rolün oyuncuyu tanımlamadığı, aksine bireyin o rolü ya da pozisyonu tanımladığı bir felsefeyi temsil ediyordu. Belki bir felsefeden çok, bir arzuydu. Kalıpları kırma, alışkanlıkları değiştirme ve oyuna farklı şekilde bakma arzusu… Seçimler, özgürce verilen kararlar her şeyin önündeydi ve mekanik, başkalarının çizdiği kuralları takip eden bir basketbol anlayışı yerine hataların da doğrular kadar ön planda olduğu bu dünya tercih ediliyordu. Her şey gerçekten de tercihlerden ibaretti.
Russell Westbrook bu anlayışın oyuncusu. Modern istatistiklerin ve verimliliğin hegemonya kurduğu ligde kimi zaman ‘yabancı’ muamelesi görmesinin sebebi bu. 2010’dan beri NBA’de ve hâlâ parkedeki tercihlerine alışamayanlar çoğunlukta. ‘Russ’ çoğu zaman gözünü kapatıp rakip savunmacıların ortasına dalıyor, kendisinden başka kimsenin görmediği ve muhtemelen göremeyeceği açıların peşinde koşuyor. Onlarca top kaybı, yüzlerce hata yapıyor ve o sırada bir şekilde takımını yönetmeyi başarıyor! Kevin Durant’in lider olduğu Oklahoma City Thunder’a kimliğini, ruhunu ve kalbini veren belki de daha çok o. 2016 NBA Finalleri yaklaşırken, Golden State Warriors’ı elemenin eşiğine gelmelerinin bir numaralı sebebi de o.
Free Darko’nun başyazarlarından Bethlehem Shoals, #LETWESTBROOKBEWESTBROOK akımının da gönüllüleri arasında. Geleneksel medyanın eleştirdiği, basınla ve taraftarlarla iyi geçinmediği için pek hakkını vermediği ve sürekli sorguladığı Russ’ı NBA’deki öteki oyunculardan ayrı bir yere koyan da o. LeBron James ve Kevin Durant gibi yıldızlar üzerine de yazıp çiziyor, onları bir basketbolcunun gelebileceği en son/üst nokta olarak tanımlıyor. Stephen Curry’den bahsederken ise “NBA’in en iyi oyuncusu” etiketini kullanıyor. Russell Westbrook’u birey olarak farklı noktaya koymasının sebebi ise onun bir anlayışı temsil etmesi. Yıldız ismin parkede ortaya koyduğu oyun sadece büyük bir basketbol terimiyle açıklamakla yetinilmeyecek kadar zengin. Bu oyun, insani bir yana da sahip. Hepimiz gibi Russ’ın da artıları kadar eksileri de var ve Şekspiryen karakterleri hatırlatan bir şekilde en büyük gücü, genelde en zayıf noktası da oluyor.
Bir önceki turda, Oklahoma City Thunder’ın San Antonio Spurs’ü altı maçta elemesinden hemen sonra kaleme aldığı yazıda Bethlehem Shoals yıllardır etrafında dolaştığı bütün bu temaları bir kez daha tekrar ediyor, Russell Westbrook’un NBA’de kalmadığını düşündüğümüz bir süperstar kimliğinin devamı olduğunu ifade ediyordu. Russ; Tracy McGrady, Rasheed Wallace, Chris Webber, Vince Carter ve en önemlisi Allen Iverson gibi isimleri hatırlatıyor. Kusursuzluktan çok uzakta olan, kariyerlerinde belirli dönemlerde muhteşem bir oyun sergileyen ve yolun sonunda yaptıklarından çok yapamadıkları ile konuşulan isimleri andırıyor. Genelde 2000’li yılların başına ait olan bu süperstar modeli, her şeyin fazla kusursuz göründüğü günümüzde rafa kalkmış gibi. Artık hem parkede hem de saha dışında kurallara uygun bir şekilde, hesap verebilir tarzda bir hayat süren ve kıyafetlerinden yaşam tercihlerine kadar hatasız olmayı amaçlayan bir nesil egemen. Bunlar arasında Russell Westbrook farklı bir yerde duruyor. Onu kolejden beri takip eden Cem Pekdoğru gibi kalemlere göre, zaten her zaman farklıydı.
Golden State Warriors, San Antonio Spurs gibi takımların normal sezonda ortaya koydukları basketbol olağanüstü bir seyirlikti. Zaten bir taraf 73, diğeri ise 66 galibiyet alarak playoff’a geldi ve çoğu zaman oyunları da bu sporun doğruları ile doluydu. Tahtanın eksiler tarafını daha çok dolduran Oklahoma City Thunder’ı izlemek ise her zaman size aynı duyguyu vermiyor. Hatta bazen kafanızı duvarlara vuruyor, bu veya şu hatayı nasıl yaptıklarını merak ediyorsunuz. Ama nadiren de olsa işler yolunda gittiğinde karşılaştığımız, genelde eşine benzerine az rastlanır bir şey oluyor. 24 Mayıs gecesi onlardan biriydi. Yaşananlar, büyük bütçeli bir savaş filmini andırıyordu. Sette daha yakışıklı ve alımlı başkarakterler (Durant veya Curry) vardı ama şu ana kadar her şeyi belirleyen yönetmen oldu. Son sahne ise hâlâ çekilmeyi bekliyor.