İlk beş günde dış kortlarda gördüğümüz mücadele artık stadyumlara kapak attı. Ana tablodaki isim sayısı azalırken, eşleşmelerin kalibresi de artmaya başladı. Önümüzdeki birkaç gün birbirinden keyifli maçlar izleyeceğiz.
Bir haftadır rekoru kıracak gibi duran biletli seyirci istatistiği sekiz gün sonunda 548 bine ulaşırken, hafta sonu biletleri hakkında insanların tramvayda, restoranda ‘pahalı’ diye serzenişlerine tanık olmaktayım. Haksız da değiller. Turnuva son yıllarda seyircisini sürekli olarak artırırken, bilet fiyatlarına da habire zam yapılıyor. Misal, kadınlar finalinin en düşük fiyatı 200 dolar. Zaten kategori 3 olan o biletleri de bu saatte bulmak imkansız.
Turnuvada pazar günü çok ilginç bir maç izledik. Novak Djokovic, ‘duvar tenisinin’ önemli isimlerinden Gilles Simon’a karşı dört buçuk saatlik sinir harbini kazanarak kendisini çeyrek finale attı. Djokovic, 100 basit hata ile hem kariyer rekoru kırdığı, hem de bir inanılmazı başardığı maçta Simon’un çıldırtıcı toplarına karşı -en azından lâzım geldiği anlarda- sakin kalmayı bildi. Aslında gördüğüm kadarıyla maçta Djokovic’in damarına Simon’dan daha çok tribünlerde sürekli uyuz uyuz ‘alooeeee’ çekenler ve Federer’in yolunu açmaya niyetli Avustralyalılardı. Maçın son bölümünde Simon çok ciddi bir tribün desteği aldı ama Djokovic’e vız geldi.
Ertesi günün (pazartesi) akşamı Andy Murray ve Bernard Tomic’e aitti. Dağın fare doğurduğu maçta Murray, abartılı Tomic’e fazla geldi ve üç set sonunda çeyrek finale kalmayı bildi. Bu maçın öncesindeki Milos Raonic-Stan Wawrinka mücadelesi ise kayda değer bir karşılaşma olarak akıllara kazındı. Eski Avustralya Açık finalisti Carlos Moya ile farklı bir hava yakalamış görünen Kanadalı Raonic, beş set sonunda Stan’e ilk defa üstünlük kurarak çeyrek finale kaldı. Milos’un rakibinin Nole, Roger ya da Andy değil de Gael Monfils olduğu düşünülürse, yarı final şansı hiç az görünmüyor.
Erkeklerde tamamı seribaşı olan isimlerle dolu çeyrek finale karşın, kadınlarda sürprizlerin fazlalığı turnuvaya bambaşka bir hava kattı. Erkeklerin biraz klişeye döndüğü, kadınlar turnuvasının -en azından sonuç bazında- daha renkli olduğuna dair etraflıca tartışmalar yaşanıyor. Elemeden gelen Çinli Şuai Zhang’in, 34 yıl sonra Britanya’nın ilk slam çeyrek finalisti (aslında Avustralyalı) unvanını alan Johanna Konta ile yarı finale kalma maçı yapacak olması söylediğim noktayı betimlemek için iyi bir örnek olabilir.
Oyununu çok beğendiğim ve ilk iki maçını kort kenarında izlediğim Anna-Lena Friedsam’ın Aga Radwanska önünde yaşadığı şanssızlık, turnuvanın unutulmazlarından biriydi. Final setinde 5-2 öndeyken bacağına sağlanan kramp yüzünden maçı zor bitiren Friedsam, üst üste beş oyun kaybederken, son oyunları gözyaşları içinde oynadı. Bir gün sonra ise benzer şeyler yaklaşık 70 dakika sakat sakat tenis oynayan Amerikalı Madison Keys’in başına geldi. Her iki oyuncunun da canlarını dişine takarak mücadele vermesi izleyenleri hayli etkilemişe benziyor.
Turnuva yer alan Türk tenisçilerden son ikisi olan Ergi Kırkın ve Berfu Cengiz de mücadelesini tamamladı. 16 yaşındaki iki raket, gençlerde hem teklerde hem de çiftlerde oynadılar ancak maç kazanamadılar. Türkiye, böylece beş oyuncuyla yedi maçta temsil edildiği Melbourne’de galibiyet alamadı.
Ergi’nin çiftler maçını izlerken ilginç bir olaya tanıklık ettik. Maç, Hisense Arena tarafındaki 20 numaralı kortta oynandı. Normalde Kort 16-22’nin bulunduğu bu ara bölge kalabalığın olmadığı ve üçüncü turdan itibaren genelde antrenmanlara ayrılan bir bölüm. Ergi maçını oynarken de hemen yanındaki Kort 18’de Roger Federer antrenmanı vardı. O kortun çevresi ve üzerinden geçen köprüde 800-1000 arası seyirci birikirken, bir bölümü de Ergi’nin kortundan -maç oynayan gençlere sırtını dönerek- antrenmanı izlemeyi tercih etti.