Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorumHücum Futbolu Nedir?

Jonathan Wilson, Manchester United ve Louis van Gaal özelinde tartışılan bu sorunun cevabını arıyor.

*Jonathan Wilson’ın bu analizi, ilk olarak The Guardian’da yayımlandı. 

Manchester United’ın Aralık ayındaki golsüz West Ham beraberliğinin ardından, Old Trafford seyircisi takımlarının daha ofansif oynaması yönünde talepte bulundu. Louis van Gaal, bu durumdan duyduğu şaşkınlığı şöyle belirtiyordu: “Taraftarların neden ‘Hücum hücum!’ diye bağırdıklarını anlayamıyorum. Zaten hücum eden taraf bizdik, West Ham United değil.’’ Van Gaal bu yorumuyla futbolun özündeki, cevaplanması şaşırtıcı derecede zor bir soruyu gündeme getiriyordu: Hücum etmek ne anlama geliyor?

“Biz her zaman rakiplerimizden daha hükmedici oluruz. Topa çok sahip olduğumuzda bunu sağa sola oynayıp gol atmamak için değil, pozisyon yaratmak için kullanırız’’ diye ekliyordu van Gaal. Yani onun için topa sahip olmak hücum etmekti ve yine ona göre gol atmanın yolu topa sahip olmaktan geçiyordu. “Bence gol atmak yalnızca rakibi zorlama ile olmaz, bol miktarda şansa da ihtiyacınız var’’ van Gaal’in bir başka yorumuydu.

Şans faktörü şüphesiz çok önemli. Birçok maçta bir takımın muhteşem oynayarak 20 pozisyona girdiği ama bir türlü gol atamadığını görüyoruz. Bunun nedeni, gününde olmayan bir forvet, formunda bir kaleci, topu çizgiden çıkaran defans oyuncuları, direğe takılan pozisyonlar ve topun içeri gitmek yerine dışarı çıkmayı tercih etmesi olabilir. Bu her zaman olur. Atılan goller her zaman tek başına bir takımın ne kadar hücum futbolu oynadığının göstergesi değildir -tabii arada bir ilişki olduğu aşikar, özellikle de uzun dönemde.

United, West Ham karşısında 21 gol pozisyonu buldu ama gerçekçi olmak gerekirse hiç kimse -belki van Gaal hariç- takımın çok iyi bir hücum futbolu oynadığını iddia edemezdi. Bu pozisyonlardan yalnızca bir tanesi kaleyi bulmuştu ki bu da en azından United’ın etkili hücum edemediğini gösteriyordu. Hücum organizasyonlarının sekiz tanesinin ceza sahası dışından gelen şut (bunların üç tanesi ceza alanının köşelerinden geldi) ve sekiz tanesinin de serbest vuruş organizasyonu olması başlı başına bir mesaj içeriyordu. United’ın hücum etme tarzı iyi pozisyon yaratmaya yetmiyordu. O günden beri de bu problemler devam ediyor. United’ın takip eden beş maçta toplamda 21 defa kaleyi bulmasına rağmen yalnızca dört gol atması sıkıntıyı gözler önüne seriyor.

Aslında yaratılan pozisyonların sayısını veya kalitesini konuşmak da doğru değil. Bu, hücum etmenin sonucudur. Onun nedeni değil. Hücum futbolunun nasıl göründüğünü biliyor olabiliriz -goller, şutlar, pozisyonlar, yapılan ortalar, vb- ancak bizi bu anlayışa götüren yaklaşımı bir şekilde kategorize edebilir miyiz?

2010 model Almanya, reaktif bir takımdı.
2010 model Almanya, reaktif bir takımdı.

Proaktif ve Reaktif

En basit şekilde düşünülürse, futbol proaktif ve reaktif oyun olmak üzere ikiye bölünebilir. Topla oynayan, topun hakimiyetini elinde bulundurmak isteyenle; topsuz oynayan ve kontratağa çıkma planıyla oynayan. Aslında bu ayrım da ilk bakışta göründüğü kadar basit değil.

2010 Dünya Kupası sırasında yazdığım bir yazıda, Almanya’nın harika kontrataklar yapan reaktif bir takım olduğundan bahsetmiştim. Bu yazı hiç beklemediğim bir öfkenin hedefi oldu. Anlaşılan o ki, reaktif olmak bir hakaret olarak algılanıyordu ve kontratak yapmak aşağılık bir durumdu.

Günümüzde bu durum kesinlikle değişti. Jürgen Klopp’un Borussia Dortmund’u kontratak yapmanın ne kadar heyecan verici olduğunu kanıtlarken, İspanyol futbolunun fütursuzca topa sahip olma idealinin de aslında ne kadar yorucu bir şey olduğunu ortaya koyacaktı. Ama tam da bu noktada proaktif/reaktif ve topla oynama/topsuz oyun ilişkisinin yıkılmaya başladığını görüyoruz. Van Gaal’in, United’ı West Ham karşısında yüzde 58 topa sahip olma oranıyla oynamıştı ama taraftarlar bunun hücum futbolu olmadığını düşünecekti.

Bir başka konu ise pres yapmanın -topa sahip olan rakibe organize bir şekilde uygulanan baskı- reaktif olmaktan olabildiğince uzakta olmasıdır. Topun size gelmesini geriye yaslanıp bekleyebilir ve bu şekilde kontratak yapabilir, ya da topa ilerde basarak kontratak şansı yakalayabilirsiniz. Yani aslında kontratak yapmak, reaktif de olabilir proaktif de.

Sadece bu da değil, van Gaal’in takımları (ki bu sadece United için geçerli değil) genelde reaktif bir yaklaşım gösterirler, riskten kaçarak baskı yaparlar ve rakibin bir hata yapma ihtimaline güvenirler. Jose Mourinho’nun takımlarıysa mümkün topu ayağında tutmaktan kaçınarak oynar.

Jürgen Klopp'un çalıştırdığı Borussia Dortmund'un "gegenpressing"i kontrataktan atılan gol sayısını azalttı.
Jürgen Klopp’un çalıştırdığı Borussia Dortmund’un “gegenpressing”i kontrataktan atılan gol sayısını azalttı.

Top

2014 Dünya Kupası’ndan kısa süre önce katıldığım bir Blizzard dergisi etkinliğinin soru-cevap kısmında, bir katılımcı İngiltere’nin maçlarını kazanmasını değil devamlı hücum futbolu oynamasını istediğinden bahsetmişti. Neden söz ettiğini ona sorduğumda da, takıma daha fazla sayıda heyecan yaratan ofansif oyuncunun alınması gerektiğini söylemişti. Kabul edelim ki bu mantıklı bir istek. Ancak buradaki problem, heyecan verici futbolcuların hücum edebilmeleri için öncelikle topa sahip olmanın gerekliliği. Florentino Pérez’in bir türlü kavrayamadığı konu da işte bu.

Topun rakipten nasıl alınacağı konusu, aslında bizi proaktif veya reaktif olma konusuna geri getiriyor. Eğer oyuncularınız yeterince iyiyse topu alır ve kaybetmez -tıpkı Van Gaal’in takımı gibi- ve pas yaparak rakibin yorulacağını farz edersiniz. İkinci olarak oyunu geride kabul edebilir, savunma oyuncularınıza ve savunma formasyonunuza güvenebilirsiniz. Topu kaptığınızda rakibinizi dengesiz yakalayıp geride bıraktıkları boşluklardan faydalanarak kontra atağa çıkabilirsiniz. Veya ileride baskı kurabilir, topa sahip olmak için rakibi zorlayabilir ve topu kaptığınızda hızlı bir geçiş yaparak yine oturmamış bir savunmaya karşı hücum edip avantajlı bir konum yakalayabilirsiniz.

Takımlar genellikle bu üçünü de yapıyor. Tabii farklı oranlarda. Bu yıl Premier Lig’de son iki yöntemin ilkinden ne kadar daha fazla uygulandığını açıkça görebiliyoruz. Ev sahibi avantajının eskiye göre çok daha düşük olmasının nedenini de bu şekilde açıklayabiliriz. Kontratağa çıkmak hücum etmekten çok daha yaygın hâle geldi. Aslında kontratak futboluna bu kadar değer atfedilmesi, bir yandan kontratağa karşı kontratak yapma fikrinin -gegenpressing bu türün en proaktif ve en ünlü örneğidir- de popülerleşmesine sebep oldu ve son on yılda kontra ataktan atılan gollerin sayısı azaldı.

van-gaal
Van Gaal’in sadece Manchester United performansı değil, Ajax dönemleri de bazı eleştirilerin odak noktası.

Risk

Topa sahip olma oranınız yüzde 40’a gelmişken nefes kesen bir futbol oynayabilir veya topa yüzde 60 sahip olarak durağan bir futbol ortaya koyabilirsiniz. 20 pozisyon bularak sıkıcı olabilir ya da beş pozisyonla heyecanı en üst düzeyde tutabilirsiniz. Sonuçlardan daha önemli olanın maçın atmosferi olduğunu söylemek gerekli. 70’ler Ajax’ının kanat oyuncusu Sjaak Swart David Winner, Brilliant Orange kitabında 90’lardaki Ajax takımının kanat oyuncuları Marc Overmars ve Finidi George’un baskı karşısında topu geriye oynamaları üzerine şu yorumu yapmıştır: “Topu asla kendi savunma oyuncularına vermem, asla!’’ Swart şöyle devam eder: “Bu inanılmazdı ve van Gaal’in sistemiydi. Birçok maçta uyurdunuz! Televizyonda şöyle diyorlar: ‘Ajax yüzde 70 topa sahip olma oranıyla oynadı.’ Peki ne olmuş? Bu futbol değil ki. Yaratıcılık yok oldu.’’

Swart, kanat oyuncularının topu kaybetme riskini göze alarak savunma oyuncularının üzerine gitmelerini istiyordu. United taraftarları klasikleşmiş oyun tarzlarını anlatırken (aslında kulüplerin oyun tarzlarını tam olarak saptamak kolay değildir) oyunun kanatlara açıldığı ve ceza sahasına ortalarla hücum eden bir stilden söz eder. Ancak orta yapmak topu kaybetme riskini de beraberinde getirir. Klopp’un Dortmund’unun en zirve hâlindeyken verdiği keyif, topu kaybetme riski bir hayli büyük olsa da takımın topu çok hızlı ileriye taşıyabilmesinden gelmektedir.

Bu üç noktayı bir arada ele alsak dahi kendi içlerinde her derde deva olmadıklarını görebiliriz. Çok fazla dripling yaparsanız, futbolunuz, İskoçların pas atmayı keşfetmesinden önceki 1860’lar ve 1870’ler futboluna benzer bir şekilde yapmacık ve bireysel bir anlayışına dönüşebilir. Çok fazla orta yaparsanız, Şubat 2014’te Fulham karşısında 81 orta yapıp sonuç alamayan David Moyes dönemi United’ı gibi olursunuz. Topu sıklıkla ve çok hızlı bir şekilde ileriye taşımaya çalışırsanız İngiliz futbolunu uzun yıllar mahveden uzun top atma saçmalığıyla karşı karşıya kalırsınız. Şu sıralar Arjantin’de Marcelo Bielsa’ya karşı güçlü bir tepki var çünkü Bielsa’nın yeterli taktik organizasyon hazırlamadan dikey oynama arzusu öne çıkıyor. Birçok Primera takımı gereğinden fazla hızlı ve dikine oynamaya çalışıyor.

Denge mutlaka önemli bir unsur ancak oyun içerisinde zeka da olmalı. Defalarca aynı numarayı denemek ofansif niyet göstergesi olabilir ama etkisi zayıf olacaktır. Bir miktar risk oyunda barınmalı ama bu riski destekleyecek bir altyapı da mutlaka kurulmalı. Kısa paslar ofansif olabilir ama uzunlar da öyle. Topla oynama ofansif kabul edilebilir ama topsuz oynama da aynı şekilde. Aslında reaktif futbol da proaktif futbol kadar ofansiftir. Dripling yapmanın ofansif olması kadar tamamen pasa dayalı bir futbol da aynı kefeye konabilir.

Hücum etmek, futbolun birçok diğer unsuru gibi belirsizdir ve büyük oranda bağlama dayalıdır. Sonuç olarak, hücum etmek pornografi gibidir. Tıpkı Hakim Potter Stewart’ın ünlü tanımında olduğu gibi: Tanımlaması zordur, ama gördüğünüzde anlarsınız.

Çeviri: Emir Güney

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

4 sene önce
Sıfır

Sıfır

4 sene önce