Efsane bulmak kolaydır. Olayları yüceltmeye meraklı spor medyasında da mübalağalı başlıklar sıkça yer alır. Zamanın eleğinden geçtikten sonra bakıldığında ise abartılı tanımları ayırmak mümkündür. F1’in kırmızılı efsanesi Michael Schumacher, eleğe takılmayan seçkin bir grubun üyesi. Hikâyesi bir mitolojik karakter ya da süperkahraman gibi hiç eskimeden, defalarca anlatılacak olanlardan.
Buluştuğumuz Yer Burası
33 yıllık kısa ömrü, küçük İtalyan kasabası Monza’da son bulan Wolfgang von Trips, 1961 İtalya Grand Prix’sinde üçüncü olsaydı şampiyonluğunu ilan edecekti. Fakat meşhur Parabolica Virajı’na gelirken Ferrari’si Jim Clark’ın Lotus’uyla temas eden Von Trips, 15 seyirciyle birlikte hayatını kaybetmişti. Takım arkadaşı Phil Hill, tarihin ilk Amerikan şampiyonu olurken yarış durdurulmamıştı. Tony Brooks o günle ilgili, “Biz yarış pilotları olarak hâlâ İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan tutumun etkisindeyiz, tehlike yaşamın bir parçası. Kimse bizi yarışmaya zorlamıyor ve biz bu riski kabul ettik. Yarış bittiğinde bizi asıl üzen masum seyircilerin ölmesiydi” diyordu. Taş kalpli değildi, yalnızca o dönem dünya daha az naif ve daha çok gerçekçiydi. Dönemin dergisi Motor Sport, yarışla ilgili raporunda kazaya ancak yazının sonlarında değiniyor, duyguya yer bırakmayan bir haber diliyle kazadan bahsediyordu. Şimdilerde resmin ortasına odaklanarak noktaları yok ettiğimiz illüzyonlar gibi, ancak F1’in görkeminden gözümüzü kaçırdığımızda farkına vardığımız ölüm, aslında hep sporun yanı başındaydı.
Öldüğü yılın başlarında von Trips bir karting pisti inşa ettirmişti. Kerpen’deki pist, belli etmeden bıraktığı bir mirastı. Aşağı yukarı 1970’lerin ortalarına doğru, tuğla ustası Rolf, Hürth’teki evinin mutfağında tuğla ustası iki oğluna bir karting pisti kiraladığını müjdeledi. Michael’in gözleri parlarken, Ralf çatalıyla tabağındaki yemeği kayıtsızca dürtüyordu. Michael Schumacher, Wolfgang von Trips’in erişemediği şampiyonluğa giden yolun ilk adımını onun yaptırdığı pistte attı.
Daha Az Kullanılan Yol
Michael’in Formula 1’e giden yolu o dönemki pilotlardan farklıydı. 1990’da menajeri Willi Weber’in takımıyla Alman F3 şampiyonu olduktan ve prestijli Macau Grand Prix’sini kazandıktan sonra herkes bir sonraki hedefinin F3000 olmasını bekliyordu. Ancak işler öyle gelişmedi. Mercedes, ‘Group C Dönemi’ diye de anılan Dünya Spor Otomobiller Şampiyonası’nda boy gösteriyordu ve programın başında Jochen Neerpasch vardı. ‘Gümüş Oklar’, pilot Pierre Levegh ve 83 seyircinin hayatını kaybetmesine yol açan 1955 Le Mans 24 Saat faciasının ardından, 1985’te dayanıklılık yarışları sahnesine motor sağlayıcısı olarak dönmüştü. Neerpasch, 1990 ve 1991 sezonu için takımın tecrübeli pilotlarına ek olarak gençlerden bir kadro oluşturmayı düşündü. Schumacher ile birlikte Karl Wendlinger ve Heinz Harald Frentzen’i takıma kattı.
Willi Weber, Schumacher’in 800 beygire ulaşabilen, bir F1 aracının üç katı ağırlık ve güce sahip bu araçları kullanmasının kariyerine olumlu katkı yapacağını düşünmüştü. Michael da buna katılıyordu: “F3000’de doğru takım ve hızlı araç bulabilmek kolay değil. Tercih ettiğim yolun daha güvenli ve doğru olduğunu hissediyorum. F3000’den bir veya iki pilot Formula 1’e geçme şansı yakalıyor. Oysa ben burada Mercedes için yarışlar kazanabilirim. Kim bilir belki bir gün Formula 1’e geçerler ve beni de yanlarında götürürler.’’ 22 sene sonra, dolaylı yollardan da olsa Mercedes ve Michael, F1 çatısında buluşacaklardı. Ama önce yaşanması gereken ‘kırmızı günler’ vardı. Michael iki sezonda Sauber Mercedes’le 11 yarışa çıktı ve iki galibiyet elde etti. O dönemde öğrendiği ekonomi odaklı yakıt tüketimi ve lastik kullanımı ise daha sonraki mucizelerine yardımcı olacaktı.
İlk Tanışma
Kariyeri ihtimaller dahilindeki mucizelerle dolu Michael Schumacher, Ardenler eteğindeki bir Belçika pistinde hep hünerlerini sergiledi. Kariyerinin ilk yarışına çiçeği -aslında üç yapraklı yoncası- burnunda Jordan’la çıktığında, sahne Spa-Francorchamps’dı. Yeni takımlar için F1 hep zorludur. Eğer büyük bir otomobil markası değilseniz spora girişinizden bir şeyler başarana kadar geçen sürede kimsenin umrunda olmazsınız. Jordan Grand Prix, 1991 yılında hemen herkesin ilgisini çekmişti. Daha sonraları giydiği gömleklerle göz zevkini her fırsatta sorguladığımız acayip İrlandalı Eddie Jordan, her nasılsa ilk sezonuna sporun en hoş görünen otomobillerinden biriyle girmişti. Jordan 191, hem hoş hem de potansiyel sahibi bir araçtı. Üç katlı arka kanada ve güzel alçak bir burna, akıcı, yalın çizgilere sahipti. Aracı kaplayan İrlanda ve 7Up yeşili de cabası…
Belçikalı Bertrand Gachot, takımın birinci pilotuydu. Gachot aldığı iyi sonuçlar üzerine Le Mans’ı kazanıp motorsporlarının özel listelerinden birine adını yazdırdı. Nihayet kariyeri düzenli bir yola girebilirdi. Tabii Belçika Grand Prix’si öncesi Londra’da bir taksiciye biber gazı sıkmasaydı… Jordan pilotu hapse atıldı, bu da evindeki yarışı kaçıracağı anlamına geliyordu. Temaslar kuruldu ve Mercedes’in genç pilotu Michael Schumacher’le anlaşmaya varıldı. Menajeri, Michael’in pisti iyi bildiğine dair güvence vermişti. İşin doğrusu, genç isim o piste hiç çıkmamıştı. Hafta sonu başlamadan katlanır bisikletiyle turladı ve sonraları özel şeyler yapacağı pistle tanıştı. Sıralama turlarında yedinci cebi elde etti. Önündeki isimler Senna, Prost, Mansell, Berger, Alesi ve Piquet’ydi.
“Açık ara en sevdiğim pist, açık ara” dediği Spa’da ilk zaferini 1992’de Benetton için yağmur altında kazandı. Efsanevi McLaren mekanikeri Jo Ramírez, Senna için “Schumacher’i ciddi bir tehdit olarak gören ilk pilotlardandı. Herkesten önce onun bir gözü Schumacher’deydi” diyerek Schumacher’in bıraktığı etkiyi tanımlıyordu. 1994’te de Belçika GP’sinde damalı bayrağın altından ilk sırada geçti. Ne var ki aracının tabanındaki tahta plaka olması gerektiğinden fazla aşındığı için diskalifiye edildi. Bir yıl sonra, bir başka yağmurlu Spa gününde Damon Hill, daha sonra klasikleşecek savunmalarından birini yaparak kazanmayı başardı. Schumacher’in karakter özelliklerinin tamamı, önce Spa’da kendini gösteriyordu. Herkesin düpedüz delilik olarak nitelediği Ferrari transferi sonrası 1996 sezonunda dahi üç zaferinden biri Belçika topraklarında geldi.
Altı kez kazandığı Spa-Francorchamps, bazen Schumacher yenildiğinde bile güzeldi. Mika Häkkinen’in donuk İngilizcesi ve hafif çarpık sırıtışıyla “Bu, bu biraz farklı bir şeydi” diyerek açıklayabildiği, birçokları için tarihin en iyi geçişini içeren 2000 Belçika Grand Prix’sinde kaybeden taraftaydı. Favori pisti, ikinci kariyerinde de ona iki özel an armağan etti. 2011’de F1’deki 20. yılını, bir yıl sonra ise tam 300. Grand Prix’sini Spa’da kutladı.
Yaşanmamış Rekabet
1994 San Marino Grand Prix’si, yalnızca Ayrton Senna ve Roland Ratzenberger’i aldığı için değil, Schumacher-Senna rekabetinden bizi mahrum bıraktığı için de sevilmez. Evet, her spor taraftarı gibi F1 seyircisi de bazen bencil davranma hakkını saklı tutuyor. Belki de Senna’dan aldığı 1994 Dünya Şampiyonluğu’na giden yolda Schumacher, onun en özel anlarından birini istemsizce yeniden yorumlayacaktı.
1994 İspanya Grand Prix’sine pol pozisyonunda başlayan ve 21. turda girdiği ilk pit stop’a kadar liderliği kimseye bırakmayan Michael, pit stop çıkışı hızlanırken beklenmedik bir şekilde Johnny Herbert tarafından geçilmişti. Benetton B194’ünün vites kutusu beşinci viteste takılı kalmıştı. Michael tüm yarışı ya sadece beşinci vitesini kullanarak tamamlayacak ya da bırakacaktı. Tıpkı Ayrton’un kendi seyircisi önündeki 1991’deki ilk galibiyetinde yaptığı gibi, Michael da devam etti. Çoğu pilotun pes edeceği probleme adapte oluyor, hızlanıyordu. Yarış sonrası ‘’İlk başlarda tüm virajları beşinci viteste dönmekte zorlandım. Ancak sonrasında aracın sorunlu hâline uyan bir yarış çizgisi buldum ve iyi turlar atmaya başladım. Group C döneminde elde ettiğim tecrübe işime yaradı. O dönemde genellikle yakıt ekonomisi yapmak için aracı farklı kullanmanın ve sürüş stilimi değiştirmenin birçok yolunu öğrenmiştim; bugün pistte bunları uyguladım ve işime yaradı’’ diyecekti. Michael üçte ikisini beşinci viteste geçtiği yarışı podyumda ikinci tamamlayacaktı. Bu performansı daha iyi anlamak için belki aracınızı beşinci viteste kaldırmayı deneyebilirsiniz.
Yağmur Altında
Schumacher, spor tarihinin bir renkle en fazla özdeşleşen atletlerinden biri. Kırmızı dendiğinde akla podyumun tepesindeki o meşhur sıçraması ve Ferrari ile aldığı galibiyetler gelir. Fakat düşünülenin aksine kırmızı tulum ile gelen ilk galibiyeti hiç de kolay değildi.
Schumacher, 1996 İspanya Grand Prix’sine üçüncü sırada başlama hakkı kazanmıştı. Yarış yoğun yağmur altında başlarken startta debriyaj problemi yaşayan Michael onuncu sıraya kadar geriledi. Gözün gözü görmediği ilk tur sonrasında ikinci tura altıncı sırada, lider Villeneuve’ün 6.25 saniye arkasında girdi; sanki kuru bir yarış koşuyormuş gibi, tur başına üç saniye daha hızlı olarak liderliği 13. turda Villeneuve’den devraldı ve bir daha da bırakmadı. Sadece altı pilotun yarışı bitirdiği o gün, Michael’ın ‘Rainmaster’ (Yağmurun Efendisi) olarak anılmaya başlamasını sağladı.
Ferrari’nin 2000’lerdeki üstünlüğünde önemli pay sahibi mühendislerinden olan, fakat daha çok 2007’deki casusluk skandalıyla adını duyuran Nigel Stepney o günü şöyle anlatmıştı: “Senna’nın yağmurlu 1993 Donington yarışını hatırlayın. İlk virajda kaç pilot geçmişti? 5. Hızlı, doğal pilotlar değişken şartlara daha çabuk adapte olabiliyor. Onları önemli kılan özelliklerinden biri bu. Michael takıma geldiğinde bize müthiş yardımcı oldu. Önceki pilotlarımız Jean Alesi ve Gerhard Berger her şeyi basın önünde açık açık konuşmayı tercih ederlerdi. Michael öyle değil. Takımı etrafında toparlamayı, sessiz kalmayı ve herkesi sakinleştirmeyi çok iyi biliyor. Çünkü kendisi iyi bir iş çıkartacağından yüzde 100 emin. Tüm efsaneler de böyle değil mi zaten?’’
Yağmur, ‘Rainmaster’ın kariyerinde hep önemli bir detay olarak kaldı. Sevdiğiniz yönetmenin filmlerindeki o klasik imzası gibi, ne zaman yağmur yağsa, Michael özel bir şeyler yaptı.
Gerçeğin Reddi
“Hiçbir zaman alelade bir pilot olmak istemedim, bu pek benim tarzım değil” diyen Schumacher’in fena hâlde vasat geçen ikinci kariyerinde parıldayan bir cumartesi günü, onun sıradan zamanlarında bile özel olduğunun kanıtı. 2012 Monaco’dayız. Schumacher sıralama seansının son bölümünde Sainte Devote’u birkaç ufak kontrayla geçip, Beau Rivage üzerindeyken sol eliyle fren dengesini ayarlıyor. Massenet ve Casino’yu net direksiyon hareketleriyle geride bırakıp ilk sektörü noktalıyor. Mirabeau’yü dönerken direksiyonu tam düz hâle gelmeden sol elini bir kez daha fren dengesi için direksiyondan kaldırıyor. Loews ve Portier üç-dört düzeltme hariç sorunsuz. Saatte 88 mile ulaşan DeLorean misali tünelden çıkarken bir ışık hüzmesine çekilen Mercedes’i, Nouvelle Chicane’da dengeli bir geç frenajla viraja oturuyor. Tabac öncesi yine küçük bir fren ayarı ve Piscine…
Monaco’nun meşhur yüzme havuzunun adını verdiği viraj, bu görkemli sokak pistinin özüne sahip. Yüksek hızlı bir yön değişimi ve oldukça dar yapısıyla apeks noktasını kaçırmanız, kendinizi duvarda bulmanız demek. Hata yapma lüksü yok. Michael Schumacher 43 yaşında, rahat olduğu şartların epey uzağında dahi Piscine’i tek eli direksiyondayken geçip onu izleyenleri büyüleyecek bir sihirli an bulmayı başarabilen bir adam. Ne var ki bu seyir, Schumacher bir önceki yarışta Bruno Senna’ya çarptığı için aldığı grid cezası sebebiyle resmî bir pol pozisyonuna dönüşmüyor. Hayatın peri masallarından ibaret olduğuna inanırmışçasına hayal kırıklığı içerisinde, bir süredir tuttuğumuzu fark ettiğimiz nefesleri, ivedilikle burundan dışarı veriyoruz. Hepimizin arada gerçekliği reddetme hakkı var. Hakkımızı, 2012 Monaco Grand Prix’si sıralama turlarından yana kullanıyoruz.
Zamana Karşı
Schumacher, en çok da Häkkinen ve McLaren karşısında utandırmadı Tifosi’yi. Hungaroring’de 1998 sezonunun en iyi aracı McLaren MP4-17’yi geçmek ve Häkkinen karşısındaki şampiyonluk umutlarını devam ettirmek zorunda olduğunu biliyordu. İlk pit stoplar geride kaldığında Michael gerideydi. Ferrari’nin yarış stratejisi normalde iki pit stop üzerine dayalıydı. Ancak işlerin pek de iyiye gitmediğini gören mühendislik ve taktik dehası Ross Brawn, Michael’i üç pit stop stratejisine geçirmeyi düşündü. Böylelikle Michael’e ikinci pit stopta daha az yakıt verip daha hafif, daha hızlı bir araca sahip olmasını sağlayacaklardı. Fikir kağıt üzerinde uygulanabilir gözüküyordu. Ancak Michael’in ikinci ve üçüncü pit stoplar arasında yeterli farkı açması gerekiyordu. Brawn, Schumacher’e F1 tarihine geçecek olan sözleri yarış radyosundan iletti:
-Michael, 25 saniyelik fark açmak için 19 turun var.
–Teşekkürler.
Sonraki 19 tur Michael saldırdı. Virajlarda sağa, sola yatan kaskını ve incelikle çalışan ellerini dışarıdan görebiliyordunuz. Sıralama turları gibi geçen 19 turun ardından, yarışın 61. turunun sonunda Michael pite geldi. 7.7 saniyelik sorunsuz bir pit stop’un ardından start-finiş düzlüğünde ikinci sıradaki David Coulthard yeni gözüküyordu. Yarış Schumacher ve Ferrari’ye aitti. Şah-mat’a giden ilk hamleyi yapan Ross Brawn, 1998 Macaristan Grand Prix’si ile ilgili şunları söylüyor: ‘’Böyle bir performansı gerçekleştirebilmek için öncelikle iyi bir araca ihtiyacınız var. Aslında her şeye ihtiyacınız var. Strateji, o stratejiyi gerçekleştirebilecek bir ekip ve hızlı turları atacak bir pilot. Michael yarışın taktiksel kısmına her zaman kafa yorar. Yarış hafta sonlarında, özelikle cumartesi akşamları yarış taktiğimizi ve olası farklı senaryoları hep konuşuruz. Bazen yarışta ondan yavaşlamasını ve araca dikkat etmesini istersiniz. Ancak o daha hızlı turlar atar! Yavaşlayıp rahatladığı anda daha az yakıt kullanarak ve frenlere daha yumuşak davranarak daha hızlı gidebiliyor.’’
Bir Çift Söz
Reddetmeye çalıştığımız bir başka gerçek de Schumi’nin vedası. Onsuz 2007 Avustralya Grand Prix’sinde araçlar dizildiğinde yokluğunu kabullendik belki ama ilk vedası pek unutulur cinsten değildi: “Sanırım tüm taraftarlar, motorsporlarıyla ilgilenen herkes neler olacağıyla ilgili bir açıklamayı hak ediyor. Bazılarınızın beklediğinden uzun sürdüğü için üzgünüm ama uygun zamanı bulmanız gerekiyor. Doğru an bu. Kısaca söylemek gerekirse, bu benim Monza’daki son yarışım.”
2006 İtalya Grand Prix’si sonrası, Schumacher’in sezonun o noktasına kadar bulabileceği en özel an. Monza’daki tamamı kırmızı tulumlu galibiyetlerin beşincisi. Schumacher, altı yıl önce yine aynı odada, aynı mikrofonun karşısına oturuyordu. 41’inci yarışını kazanalı birkaç dakika olmuştu. Aslında James Allen’ın hatırlatmasına gerek yok; Michael, artık Ayrton Senna kadar yarış kazandığının farkındaydı. Bu rekorun anlamı sorulduğunda ağzından kısa bir “Evet, bu benim için çok önemli” çıkmıştı. Konuşabilecek durumda değildi. Allen topu Mika’ya atmıştı. İlkin birkaç cümle kurmaya çalışıp, sonra “Bir ara verebilir miyiz?” demişti Häkkinen. Altı yıl önceki buruk Imola podyumunu Michael ile paylaşmıştı ve bu yüzden ne hissettiğini iyi biliyordu. Dikkat dağıtma görevi verilen küçük kardeş Ralf Schumacher, Häkkinen ağabeyiyle ilgilenirken basın toplantısını kurtarmıştı.
Schumacher, altı yıl sonra aynı yerde emeklilik konuşmasını yaparken Tifosi’ye ve Ferrari’ye teşekkür etti. Sir Jackie Stewart’ın dediği gibi, en büyük yeteneği etrafındakileri motive edebilmesiydi. Schumacher, Ferrari’yle anlaştığında İtalyan takım bugün olduğu yerden çok uzaktaydı. Michael, Ross Brawn ve Rory Byrne ile Ferrari’ye gelir gelmez etkisini gösterdi. Tifosi önündeki ilk yarışında İtalya Grand Prix’sini kazandı. Bu zafer, gelecekte onları hiç mahcup etmeyeceğinin bir teminatıydı. Sözsüz, yazısız ama iki tarafın da bildiği bir anlaşma. F1’de anlaşmalar pek bağlayıcı değildir. Her zaman kontratı iptal edebilecek bir madde, anlaşmadan çıkacak tazminatı ödeyen bir takım bulunur. Fakat ne Michael, ne de Tifosi birbirlerini utandırmadı. Schumacher onlara hak ettikleri kahramanı verdi, taraftarlar da ona kulakları sağır eden alkış ve tezahüratları.
Michael Schumacher, Kerpen’de başladığı upuzun yolda hepimizin durağına uğradı. İstatistikler, rekorlar, rakamlar ve veriler sadece tarih kitapları ve gelecekteki pilotlar içindi. Evet, Schumacher Formula 1’in istatistiksel anlamda hâlâ en başarılı pilotu. Ama en büyük olmasının sebebi başka. Michael hayatlarımıza dokundu ve birer kırmızı iz bıraktı.
Yazı: Berkem Ceylan – Mali Selışık
*Bu yazı Socrates’in Ekim sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını bulabileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!