Spor yapmayı sevmekten ziyade, spor yapabilme yetisine sahip olduğum için şanslı olduğumu düşünüyorum. En beceremediğim sporda bile çok fazla sırıtmadan, yani adım alınarak takım kurulsa son seçimlere kalmadan girerim herhalde takıma. Bunun için artık genlerime mi, anne-babama mı, ilk antrenörüme ya da beden eğitimi öğretmenime mi teşekkür etmem gerek bilmiyorum.
Futbol ve hentbol ayrı bir yerde benim için. Futbol hayatımın çok büyük bölümünü kapsıyor. Elbette izlediğim, anlattığım, yazdığım, okuduğum ve oynadığım için. Hentbol hayatımın 10 yıllık bölümünde bazen küfrederek ama her daim bayılarak yaptığım iş. Fena masa tenisi oynamam, Çin modum var, açınca karşıdakini tokatlıyorum. Hentboldan kalma sıçrama yeteneğim de hafiften var, o yüzden atlamalarda da okulun takımında bir yerlerdeydim. Basketbol oynasam küfür yemem, zamanında “kendimi savunmak için” kickboks da yaptım, pek sevmedim.
“Bu niye övüyor ya kendisini” demeyin, olay o değil. Yaptığım, yapmakta olduğum, keyif aldığım ya da zoraki yaptığım her sporun özel bir becerisi var ve biraz olsun yetenekliyseniz o spordan çok fazla keyif alıyorsunuz. Şut atmak, forehand vurmak, asist yapmak, zamanlama ayarlamak vs… Yukarıda saydığım sporlarda yapılan şey, yetenek istiyor. Koşmaksa hiç öyle değil.
Bu kadar basit bir şeyi nasıl diğerleriyle aynı kefeye, hatta yavaş yavaş bir adım öteye koymaya başladım, ben de anlamıyorum. Kar soğuğunda anlamsızca 7 kilometre koşmanın sevilecek ne yanı var şu kış gününde gerçekten enteresan. İnsan vücudunun mekanik bir hareketini yaparak bu kadar keyif almak hâlâ tuhaf geliyor.
İşin garip yanı, ben dahil bir çok kişinin bunu basit bir şey sanması. “Koşuyorsun işte ya, yiyorsa gel de servis at” denmesi (illa duymuşsunuzdur yani), ısınma hareketi olarak görülmesi, sıkıcı bulunması da bu yüzden. Koşmak, koşu tekniği, koşu antrenmanının hayata uygulanabileceğini, hatta direkt olarak başka sporlardaki performansınızı etkileyeceğini insanlar pek düşünmüyorlar.
“Ne için koşuyorsun” ya da “Koşunca ne oluyor” sorularını daha önce yazmıştım. “Koşanla koşmayan bir olur mu” diye sorarsanız, yukarıda yazdıklarıma yönlendirmem gerekecek sizi. Koşmak gözünüzü açar, insanların yorulup yorulmadığını anlarsınız. Koşmak detaycı yapar, insanların adımlarının doğru olup olmadığını, spor yapıp yapmadığını algılatır. Kısacası, Socrates‘in ilk sayısına yazdığım gibi: Koschmacht Frei.
*37. Vodafone İstanbul Maratonu sonlandı, sırada yenisi var. Detaylı bilgi için buradan.
Ozan Can Sülüm, 1990 yılında, İstanbul’da doğdu. İlkokuldan lise bitene kadar hentbol oynadıktan sonra kısa bir süreliğine spordan nefret edip bıraktı. Üniversitenin ilk yılında Eurosport’a girince anlatmaktan spor yapmasına zaten vakti kalmadı. 2013 yılının soğuk bir kış akşamında çay fincanını göbeğinin üstüne koyabildiğini fark edince spora geri dönmeye karar verdi, o günden beri koşuyor. 5, 10, 15km’leri denedi, bir gün maraton koşabileceğine inanıyor.