Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorumAltın Çağ

Kobe Bryant'ın emeklilik kararı NBA'de altın çağın kapanışı anlamına mı geliyor? Peki gerçekten bir altın çağ var mı?

Birkaç ay önce Ekşisözlük’te popüler olan bir başlık vardı: “NBA maçlarının artık keyif vermemesi.” Muhalif olanlar da vardı ama başlığa paralel düşünenler ağırlıktaydı. Ve bu görüşte birleşenlerin pek çoğu aynı yaş grubundan geliyordu. Bu, anlaşılabilir bir durum. İnsan büyür, öncelikleri değişir ve bir zamanlar onsuz yapamayacağını düşündüğü şeylerle arasına mesafe koyar. NBA de pekala o şeylerden biri olabilir.

Bu görüşe katılanlar, genelde Michael Jordan’ın Chicago Bulls’taki son yıllarına denk gelen ve gözlerini 1998 sonrası dönemde tam olarak açanlar. Kevin Garnett’in liseden direkt NBA’e katılan bir neslin önünü açtığı, Allen Iverson’ın dergi kapaklarından inmediği, Kobe Bryant’ın yavaş yavaş bir süperstara dönüştüğü, Vince Carter ve smaçları hakkında şehir efsanelerinin her sokak köşesinde dolaştığı yıllarda bu ligi izlediler. Arkasından milenyumu devirdiler, peşi sıra hanedanlara rastladılar. Önce San Antonio Spurs’ten nefret ettiler, sonra onları çok sevdiler. Şimdiki şikayetleri ise günümüz yıldızlarının bu yukarıda sayılanların karakterlerine ve karizmasına sahip olmaması. Öteki taraftan bakınca kolayca çürütülebilecek bir başka iddia. Ama hayır, şimdi oraya girmeyelim.

Basketball Forever, Youtube’da yüzlerce benzerine ulaşabileceğiniz kanallardan biri. Konusu NBA ve yaptığı işleri rahatlıkla tahmin edebilirsiniz. Gaz müzik, hızlı kurgu, özel hareketler. Geçenlerde yayınladıkları 3 dakika 45 saniyelik video da bu yüzden büyük bir sürpriz değildi. Kanalın kurucuları, NBA’e 1990’larda adımını atan ve bugünlerde kariyerlerinin sonuna gelen nesli bir araya getiriyor, 12 bölümlük bir seriyle bu isimlere özel videolar hazırlayacaklarını duyuruyordu. Her hafta yeni bir bölüm.

Başlangıç videosu konu itibariyle sıradandı. Hikâyeyi anlatış biçimi etkileyiciydi ama esas yayınlandığı tarih her şeyi olduğundan biraz daha görkemli ve hüzünlü gösteriyordu. Kobe Bryant, basketbola veda edeceğini bir şiirle duyurmuş, dünyanın dört bir yanında ‘Bir Devrin Kapanışı’ yazıları kaleme alınmaya başlamıştı. 26 Kasım 2015 tarihli video da zamana ve mekana bir hayli uyuyordu.

Şiirden birkaç gün sonra videoyu izleme fırsatı buldum. Kobe’nin bu kararı olmadan izlesem üzerimde nasıl bir etki bırakırdı, bilmiyorum. Ama izlediğim tarihte o 3 dakika 45 saniye bambaşka bir şeye dönüşmüştü bile. Yalnız değildim. Yorumlarda birçok kişi aynı hissiyatı paylaşıyor, Reddit ‘NBA’nin altın çağı gerçekten bu muydu?’ yazılarıyla doluyordu. Kendi adıma önemli, başkaları için önemsiz ayrıntı ise şuydu. Büyümeye çalıştığım dönemde Kobe Bryant’tan nefret etmiştim. Ama şimdi, benim tuttuğum birçok yıldızı ve takımı mağlup ettiği yıllar geride kaldıktan sonra, bu 8 ve 24 numaraya dair her şey bana ‘altın çağımın’ bitişini ilan ediyordu.

LOS ANGELES - 1987: Magic Johnson #32 of the Los Angeles Lakers stands during warm ups before an NBA game at the Great Western Forum in Los Angeles, California in 1987. (Photo by: Stephen Dunn/Getty Images)
(Stephen Dunn/Getty Images)

Altın çağ, çok kullanılan ve tartışılan metaforlardan biridir. Bilhassa internetin bir çağ açıp kapama meraklısı üyeleri herhangi bir grubun dağılışını, romanın çıkışını, dizinin bitişini veya ölümü bir devrin sonu olarak nitelendirebilir. Burada, birinci çoğul şahısa geçebiliriz zira bu hepimizin tutkusu. Metaforun kullanıldığı bir sürü alan var. En ünlülerinden birini Woody Allen, Midnight in Paris‘te ortaya koymuştu. Baş karakter Gil Pender, Hollywood senaristiydi ama 1920’lerdeki Paris’te yaşamayı, Hemingway ve Fitzgerald gibi yazarlarla takılıp roman yazmayı arzuluyordu. Oradaki altın çağ, geçmişte kalan, yaşamadığınız ama bugünden daha iyi olduğunu düşündüğünüz, muhtemelen daha da iyi olmayan yıllar anlamına geliyordu.

Öteki kullanım biçimi ise daha tanıdık. Herkes yaşadığı zamanların anlamlı, tarihi ve kitaplara geçen olaylara sahne niteliğinde olmasını ister. Bilhassa büyürken içine düşülen zaman ve mekanın bir manaya sahip olması mühimdir. Bunu bazen izlediğimiz bir dizi üzerinden yaparız. “Abi, Seinfeld gibisi gelmedi.” Bazen de nefes aldığımız politik iklimi sokarız devreye. “Abi, 14. Louis Asrı gibisi gelmedi.” İlkini herhangi birimiz yapabiliriz, ikincisini ise Voltaire yapmıştı. Yani, gerçekten yalnız değiliz.

NBA’in altın çağı da tartışmaya çok açık. 1980’lerde bu ligi izleyen, Magic Johnson-Larry Bird rekabetinin arkasından Michael Jordan’a şahit olan kuşaklarla bu konuşmayı yapmak çok zordur. İstediğiniz yıldızı ortaya atın, karşınıza o yıllardan bir muadilini çıkaracaklardır. Listeleri takip edenler bu tartışmayı başka boyutlara taşır, 1986-87 sezonunun bünyesinde barındırdığı 20 Hall of Fame ile zirvede olduğunu savunur. Tavrını günümüzden yana koyanlar ise buna şiddetli biçimde karşı çıkacaktır ve Golden State Warriors kaybetmemeye devam ederken kimse onlara bir şey demeyecektir. San Antonio Spurs’ün başlattığı değişimi sürdüren Curry ve arkadaşları ‘basketbol devrimi’ ifadeleri ile yan yana anacak, 1980’lerin başlattığı yolculukta 2010’ların zirve olduğunu iddia edeceklerdir.

Arada kalan çağın sakinlerini ise zaten tanıyorsunuz. Youtube yorumlarında ve Reddit‘te onlara rastladınız, ekşisözlük’te bu konuya dair düşüncelerini duydunuz. Birçok ünlü kalem tarafından topu paylaşmayan yıldızların zamanı olarak görülen ‘geçiş dönemi’ni seviyorlar. Kobe’nin vedası, bu anlamda sandıkların yeniden açılmasına sebep oldu. Birçokları eski dergilerine göz attı, Basketball Forever’ın videosundaki maçlara ve anlara geri gitti. Onlara istediğiniz istatistiği sunabilir, nasıl günümüzde oynanan basketbolun 15 sene öncesinden çok daha iyi olduğunu anlatabilirsiniz. Lütfen, çekinmeden anlatın. Lâkin tek başına o 3 dakika 45 saniyelik video bile bütün bu rasyonaliteyi çöpe atmaya yeter. İnsan beyni her zaman mantıklı yollardan işlemiyor ve çoğu zaman gerçekte ne olduğundan ziyade, nasıl hatırladığımız önemli. Şimdi, 2 dakika, 41 saniyelik başka bir videodan söz etme zamanı.

Pitchfork’un 1990’ların En İyi 500 Şarkısı Listesi birkaç sene önce yayımlandı ve müthiş bir gürültü kopardı. İtirazlar, listenin bir numarasında yoğunlaşıyordu. Ünlü müzik sitesi, Pavement’ın Gold Soundz‘unu zirveye koymuştu. Stephen Malkmus önderliğindeki kült grubu bu vesilesiyle tanıyanlar, şarkının Youtube sayfasının altında “Güzel ama en iyisi bu mu yani?” minvalinde şikayetlerde bulunuyordu. Birçoğu da küfür yağdırıyordu.

Yazarlarına bu 500 şarkıyı bölüştüren ve her bir seçimin altını iki paragrafla dolduran Pitchfork ekibinden Mark Richardson, birkaç cümleyle zirvenin esbab-ı mucibesini açıklıyordu. 1990’lar birçok marş niteliğinde şarkıya, çok popüler hitlere ve tarihe geçen klasiklere sahipti ama onlar bu şarkıyı seçmişti. Gold Soundz, bitip giden bir ilişkinin arkasından yazılmıştı ve artık uzakta kalan güzel günlere birkaç saniyeliğine dönüş anlamına geliyordu. Şarkının sözleri, ağustos güneşi altında elde birayla bunları düşünmekten bahsediyordu. Pavement’ın bundan çok daha güzel şarkıları vardı, 90’ların da. Gold Soundz basitti, sahiciydi, komikti ve çalmaya başladığı an, size ilk dinleyişteki hissi veriyordu.

Belki de bazen bu kadarı yeterlidir. Kobe’nin vedası, NBA’de altın çağın kapanışıydı. Bundan sonra ne zaman o görüntülere baksak, nerede nakarata rastlasak, ilk tanıştığımıız zamanlardan bir şeyler gelecek aklımıza. Her şey –Gold Soundz gibi-  kısa sürede olup bitecek ve yolumuza yeni maçlarla, yıldızlarla devam edeceğiz. Bu belki tanık olabileceğimiz en iyi dönem değildi ama sonuna kadar bizimdi. Şimdi yeni bir altın çağdayız. Herkesin 3 dakika 45 saniyesi kendine.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce