Arazide koşmak keyifli. Bunun en güzel yanıysa körpe doğa ile iç içe olmak ve fiziksel olarak doğaya karşı mücadele verirken ruhen onla birlikte rahatlamak. Son dönemde iş-güç derken bu rutine girmeye ihtiyacım vardı. Biraz olsun standart mesafelerden ve tempolardan, asfalt ve tartan pistten uzak kalmak iyi gelecektir.
Hem bu ruh hali, hem de hafta sonu koşacağım Geyik Koşusu için biraz çalışmaya ve yeni ayakkabılarıma alışmaya ihtiyacım vardı. Hafta sonu ilk düzgün trail deneyimim için soluğu Çekmeköy Ormanları’nda aldım. Çoğunluğu amatör koşuculardan oluşan, Team Ultra Trail Runner/Çekmeköy Koşu ekibinin bir üyesi olan Turgut Yalçın uzun süredir beni koşularına davet ediyordu ve ilk hafta sonu Çekmeköy Koşu ekibiyle beraber koşma fırsatım oldu. Özellikle farklı bir disiplini ilk kez denerken yanınızda bir bilenin olması iyidir.
Sabah saat 06.00’da, zifiri karanlıkta ve -1 derece hava sıcaklığında başladığımız koşuda 20 kilometrenin biraz üzerinde bir mesafeyi yaklaşık 2 saat kadar bir sürede tamamladık. 600 metreye yakın irtifa kazanımı ile gerçekten güzel bir antrenman oldu. Antrenman rotamızın arazi profilini aşağıda paylaşıyorum, Strava üzerinden de antrenmanı da inceleyebilirsiniz.
Arazide koşmanın yol koşularına göre iki önemli farkı var. Bunlardan ilki tabii ki mental farklılık. Daha önce Likya Yolu üzerinde yaptığım koşularda da fark etmiştim, arazi koşullarına ve ayakta kalmaya odaklandığınızda yorgunluk ikinci planda kalıyor. Diğer bir önemli fark ise fiziksel. Arazi koşulları eklemlere ve özellikle de ayak bileklerine büyük yük bindiriyor. Yol koşularında bu duruma alışık olmadığınızdan ilk antrenmanlar biraz daha yorucu oluyor.
İşin spor kısmını şimdilik kapatıyorum ve doğa kısmına geliyorum. Zira bu konu gerçekten önemli. Her ne kadar çoğunluğu doğa ile iç içe geçen bir koşu deneyimi yaşamış olsam da Çekmeköy Ormanları’nın durumu içler acısı. Parkurun büyük bölümünde patika yerine iş makineleri ve kamyonların yolda bıraktığı izlerden ve bu izler neticesinde oluşan göletlerden geçmek durumunda kalıyorsunuz.
Osmanlı döneminde tüm Çekmeköy bölgesi ormanlık alandı. Bu ormanlık alan uzun yıllar bölgenin odun kaynağı oldu ama etkisini ve verimini yitirmedi. Bu durum son 20-30 seneye kadar böyle devam etti. Ancak giderek daralan ormanlara, kuzeybatıdan Beykoz, kuzeyden ise Ömerli bölgesinde yapılan yerleşim, diğer yönden de Ümraniye’nin büyümesi iyice darbe vurdu. Ormanın kıyı ve iç kesimlerinde köy hayatı hâlâ devam ediyor olsa da, köye bakan tepelere inşa edilen lüks villa ve siteler dengeyi bozuyor.
İstanbul’un hızla büyüyen nüfusuna ulaşım anlamında nasıl bir çözüm bulunabileceği saatlerce tartışılabilir. Fakat bir gerçek var ki Üçüncü Köprü kesinlikle tek çözüm değil -evet, mühendisim- ve doğada bıraktığı etki gerçekten üzücü. Çekmeköy Ormanı’nda koşarken parkurun doğası gereği yeni yapılan Üçüncü Köprü yolundan karşıya geçmeniz gerekiyor. Aynı durum Avrupa tarafında da mevcut. Rumeli Feneri’ne giden yolda karşılaştığınız manzara size hiçbir zaman rahatlık hissi vermiyor.
Hadi benim bu hafta sonu tanık olduğum bu kıyım neyse de, bu kıyıma her hafta, aşama aşama tanıklık etmiş olan Çekmeköy Koşu grubu üyeleri için durum daha acı verici. Grubun duayenlerinden Ufuk Hoca, nam-ı diğer malzeme tedarikçisi, (Ufuk Hoca beni mazur görsün, kendisi hep bu şekilde lanse edildi) bu kıyıma dayanamayıp sabah yanında yaklaşık 500 adet meşe palamudu tohumu getirmiş. Parkurun bir bölümünde koşuya ara verip tüm ekip elindeki tohumları kesilen ağaçların yerine ektiler. Grubun kafa yapısı, “Torunlarımız görsün, bize yeter” şeklindeydi.
Sabah saatlerinde, zifiri karanlıkta başlayan koşumuzu güneş ilk ışıklarını yaymaya başladığında tamamladık. Tam bu sırada yeşillikler üzerinde oluşan kırağı ve güneş ışınlarının hafif sis ile birlikte yansıması görülmeye değerdi. Keşke yanımda fotoğraf çekmeme olanak sağlayacak bir cihaz da olsaydı, paylaşırdım. Team Ultra Trail Runner/Çekmeköy Koşu grubunun ev sahipliğinde benim için güzel bir deneyim oldu bu koşu. İlerleyen dönemde fırsat buldukça, hem yerel yarışlarda hem de rutin antrenmanlarda onlarla koşmaya devam edeceğim.
*37. Vodafone İstanbul Maratonu sonlandı, sırada yenisi var. Detaylı bilgi için buradan.
Can Demirel, Güney Amerika’nın Kuzey karakterli soğuk insanı. Plaza, tarla ve oteller üçgeninde göçebe spor hayatı deniyor. Kısıtlı zamanda yapılan egzersizlerden maksimum verim almak üzerine deneysel çalışmalarda bulunuyor, kobay olarak kendini kullanıyor. 1993 yılında başladığı spor hayatında yüzme, yelken, Amerikan futbolu ve triatlonla gerçekten uğraşmış olup şimdilerde mevsimine göre spor seçiyor. Strava profili için tıklayabilirsin.