Yazı boyunca kullanılan verilerin tamamı StatsBomb’dan alınmıştır. Not: Euro 2020 özelinde kullanılan veriler, çok dar bir zaman aralığını kapsadığı için genel ve keskin çıkarımlara varmak mümkün olmayabilir. Kapak fotoğrafı: İsmail Yasin Yılmaz
Her büyük turnuva arkasında bir anlatı bırakır. 2018 Fransa’nın tutucu verimliliği, 1982 Brezilya’nın orta sahası, 2000 İtalya’nın üçlüsü, 2016 Portekiz’in ileri ikilisi… Her ne kadar devam eden Avrupa Şampiyonası nihai bir sonuca ulaşmadıysa da başlığı “2020’deki kanat bekleri” şeklinde atmak çok yanlış bir ibare olmaz.
Ama bugün konumuz kanat bekleri değil. Konumuz, Euro 2020’deki kimi oyuncunun değişen rolleri ve onlara verdikleri reaksiyonlar. Bruno Fernandes’i gören oldu mu? Kalvin Phillips, bu kadar iyi savunma arkasına sarkmayı kimden öğrendi? Peki Georginio Wijnaldum’u övmeye ne zaman başlayacağız?
İstediğiniz zaman başlayabiliriz. Ama önce Harry Kane hakkında konuşmamız gerek.
Harry Kane
Harry Kane, Euro 2020’ye iyi başlayamadı. Ve bu cümleyi ilk olarak benden duymadınız. Premier Lig’i gol ve asist kralı olarak tamamlayan bir santraforun grupta oynadığı üç maçı da rakip stoperlerin sırtında geçirmesini beklemiyorduk. Beklemiyorduk çünkü yıldız oyuncu bu sene bağlantı oyununda çıktığı evreyi göstermişti. Tottenham’ın alan açması gereken anlarda Harry Kane derine iniyor, onun boşalttığı alanlara takım arkadaşları koşu atıyordu. Bu yapıyı onlarca kez izlemiş veya işitmiştik. Dahası, 27 yaşındaki golcü kimi zaman kenarlara deplase olarak kendisine koşu koridorları yaratıyor, kimi zamansa orta sahada buluştuğu topları uzaktan çektiği şutlarla rakip kalede tamamlıyordu. Belki de bu düzen, Jose Mourinho döneminin olabilecek en kısa özetiydi.
Aynı düzeninin İngiltere’de de devam edeceğini düşünsek, çok mu yanılırdık? 2018 Dünya Kupası’ndaki Raheem Sterling’in rolünü ve orta sahadaki serbest sekizlerin ceza sahası içine attıkları koşuları düşününce… Hayır, muhtemelen çok fazla yanılmazdık. Ancak gelinen noktada, düşüncelerimiz ve beklentilerimizin ötesinde bir Harry Kane performansı var. Euro 2020’de sahaya adımını attığı ilk günden bu yana eleştiri oklarını üzerine çeken golcü, yalnızca bağlantı oyununda değil, bitiricilik meziyetlerinde de şu ana kadar sınıfta kalmış durumda.
Ama elbette Harry Kane gol atmayı unutmadı. Hâlâ dünyanın en iyi aktif birkaç santrforundan biri ve bu turnuvada vasat altı performans sergilemesi bu durumu değiştirmeyecek. Ancak yine de böylesine üst düzey bir golcünün neden gol atmakta zorlandığını düşünmek, hepimizin hakkı. Ve bu hakkı aramaya, oyuncunun kulüp ve milli takımdaki farklı rollerini irdeleyerek başlayabiliriz.
Harry Kane’in derine inerek harikalar yaratmaya başlaması neredeyse Premier Lig’in ikinci haftasına dayanıyor. Bir Southampton deplasmanında başlayan bu macera, sonraki 36 hafta boyunca Tottenham’ın oyununa bütünüyle sirayet eden bir yapıya dönüştü. Maçın ilk 45 dakikasında oldukça kötü bir performans gösteren Tottenham, koca bir yarı boyunca kendi yarı sahasından çıkmakta zorlanmış ve Southampton’dan daha az topla oynamıştı. Bu, bir tercihten ziyade, topa sahip olamama durumuydu. Zira Ralph Hasenhüttl’ın öğrencileri, önde yaptıkları baskıyla Tottenham’a bu imkânı tanımamış ve savunma çizgilerini her geçen dakika biraz daha önde kurmaya başlamışlardı. (Kırmızılar, savunma çizgilerini o maç kendi kalelerinden 53 metre ileride kurmuşlardı. Sezon ortalamaları ise 42 metreydi.)
Southampton’ın bu tercihi, geride çok daha fazla geniş alan vermelerine neden olmakla birlikte, aynı zamanda bu alanları en iyi şekilde değerlendirebilecek Spurs’ün oyun üstünlüğünü almasına da yardımcı olmuştu. 32. dakikada 1-0 geriye düşen Tottenham, Harry Kane’nin dört asist yapıp bir de gol attığı maçı 5-2 kazanmış ve o günden sonra bu oyun yapısı, Jose Mourinho döneminin en güçlü ana planı olmuştu.
Ancak söz konusu Kane’nin Euro 2020 performansı olduğunda benzer bir senaryodan bahsetmek güç. Özellikle Hırvatistan ve İskoçya maçlarının tamamını stoperlerin sırtında geçiren yıldız oyuncu, bu ve benzer bağlantı oyunlarını kendi ortalamasına göre çok daha seyrek gösterdi. (Tottenham’daki maç başı topla buluşma ortalaması 44 olan Kane’nin bu iki maçta topla buluşma toplamı 45’ti.)
Böylesine dramatik bir düşüşü oyuncunun formsuzluğuna bağlamak ne kadar doğru, tartışılır. Zira Harry Kane, gol atmayı unutmadığı gibi derine inip pas bağlantılarına katılmayı da unutmadı. 180 dakikalık bu iki performans, Kane’in beceriksizliklerinden ziyade Gareth Southgate’in tercihlerini yansıtmışa benziyor. Ve görünen o ki Southgate’in talep ettiği bu statik profil, çok uzun süreler rakip stoperlerle boğuşmak zorunda kalan golcü oyuncunun optimum seviyesine çıkmasına yardımcı olmuyor.
İlk iki maçta daha çok kanat oyuncularının derine inmesini tercih eden İngiliz teknik direktör, Çekya maçı ile birlikte Harry Kane’i pas bağlantılarına daha çok dahil etti ve rakip stoperlerden uzaklaştırdı. Bu düzen her ne kadar hücumda daha aktif bir Kane izlememize yardımcı olsa da yıldız forvet hâlâ en iyi performansından uzakta.
Ancak son 16 turundaki Almanya eşleşmesi, suyun yönünü değiştirmek için iyi bir fırsat olabilir. Turnuvanın başından beri 2018 Dünya Kupası’ndan farklı bir profilde, daha muhafazakâr bir oyun planı kurgulayan İngiltere, şampiyonada ilk kez bu kadar yoğun baskı yapan ve savunma çizgisini ileride kuran bir ekiple karşılaşacak. Almanya’nın görece ağır stoperlerini Raheem Sterling, Phil Foden veya Bukayo Saka gibi iki sprinter ile bire bir eşleştirmek isteyen Gareth Southgate, Harry Kane’i daha derin bir rolde kullanır mı?
Uzak bir ihtimal değil.
Kalvin Phillips
Doğrusunu söylemek gerekirse Kalvin Phillips hakkında konuşmak için oldukça geç kaldım. Bu yüzden Yorkshire’lı Pirlo’nun Euro 2020’de değişen rolü ile ilgili lafı çok uzatmayacak ve pası The Athletic yazarı Michael Cox’a atacağım. Ama yine de Cox’un Hırvatistan maçı özelinde değindiklerine İskoçya maçı ile bir kez daha ışık tutabilirim.
Cox, Kalvin Phillips’in Leeds United ve İngiltere Milli Takımı’ndaki oynadığı rollerin farklılığını, oyuncunun Hırvatistan maçında yaptığı savunma arkası koşuları ile gözler önüne sermişti. Zira Phillips, Leeds United’da savunma önünde oyun kurucu olarak oynuyordu ve rakip üçüncü bölgede dolaşmak, Premier Lig’de çok fazla haşır neşir olduğu görevlerden değildi. (Premier Lig’de 29 maça çıkan Phillips, bu süreçte rakip ceza sahasında beş kez topla buluşurken, üç maçlık Euro 2020 serüveninde bu sayıyı şimdiden dörde çıkardı.)
Phillips’in böyle ofansif bir rolde oynamasının temel sebeplerinden biri, Harry Kane konusunda da görüldüğü gibi, derine inen oyuncuların varlığı. Phil Foden’ın derine indiği anlardaki boşluklara hücum eden 25 yaşındaki oyuncu, şu ana kadar sağ iç koridoru mekik gibi işledi.
Gelen tüm eleştirilere rağmen gruptaki üç maçta da orta saha ikilisini bozmayan Gareth Southgate’in, pas yüzdeleri çok yüksek olan Almanya’ya karşı orta sahada topu alması hiç kolay değil. Bu yüzden üst üste dördüncü maçta da fiziksel yoğunluğa sahip Rice-Phillips ikilisini izlemek, kimse için büyük bir sürpriz olmaz. Tıpkı Phillips’in, Rüdiger-Gosens arasına atacağı koşuları izlemenin kimse için sürpriz olmayacağı gibi.
Bruno Fernandes
Evet, Didier Deschamps muhafazakâr bir antrenör. Ve evet, dünya futboluna büyük yenilikler sunmadı. Ancak hayır, tüm bunlar Fransız teknik adamın gereğinden fazla eleştirilmesine neden olmamalı. Çünkü Olivier Giroud, Paul Pogba, Antoine Griezmann, Benjamin Pavard ve daha birçok oyuncunun son yıllardaki en iyi performanslarını Fransa forması altında göstermesi bir tesadüf değil. Dahası, Fransa’nın sahip olduğu kadro derinliğinde böylesine büyük performanslar çıkarmak, herkesin kolaylıkla başarabileceği bir şey de değil.
Belki de bu durumun en yakın örneği, Fransızların rakibi Portekiz’in ilk iki maç sonunda yaşadığı sıkıntılardı. Euro 2016’nın yıldızlarından Fernando Santos, Fransa’da şampiyonluğa ulaşırken elindeki malzemeden en iyisini çıkarmış, kurduğu çok yönlü orta saha profili ve bitirici ikilisi ile Portekiz’in Avrupa şampiyonu olmasında büyük pay sahibi olmuştu. O günlerdeki Portekiz, yaratıcılık açısından sorunlu ama disiplin ve savunma düzeni yönünden kusursuz bir takımdı. Aradan geçen beş senenin sonunda ise Santos’un elindeki kadroyla 2016’daki kadro arasında belirgin farklar var. Bu farkların en belirgini, kadronun yaratıcılık yönünden sahip olduğu güç.
Diogo Jota, Bernardo Silva ve Bruno Fernandes gibi isimlerle takımın artan yaratıcılığı Santos’un elini güçlendiriyor. Bu kesin. Ama bu güç, aynı zamanda birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Hangi oyuncunun, hangi rolde ve nerede oynayacağı, Portekizli antrenörün grup aşamalarında çözmekte zorlandığı konuların başında geldi. Ve sorun listesinin ilk sırasında muhtemelen Bruno Fernandes var.
Manchester United’da geçirdiği kusursuz sezonun ardından Portekiz’in en güçlü yaratıcılık silahı olması beklenen yıldız oyuncu, milli takımdaki yapıda kendisini ne ileri üçlünün bir parçası yapabildi ne de çift pivotun önündeki üçüncü olabildi. Jota, Ronaldo ve Bernardo Silva üçlüsüne sıklıkla sağ kanattan yaklaşarak sağ iç koridoru kullanmaya çalışan Bruno Fernandes’in bu noktada yaşadığı en büyük sorun, aynı anda çok fazla sayıda Portekizlinin aynı bölgede konumlanması.
Bernardo Silva’nın oyuna genişlik kazandırmak için kenara açıldığı sekanslarda hücumcu bek Nelson Semedo’nun üçüncü bölgeye gelerek iç koridorları kullanmak istemesi, bu ikilinin birçok kez Fernandes ile aynı noktalarda gezinmesine neden oldu. Ancak Bruno’nun yaşadığı tek sorun ileri uçta kendine doğru bir kimlik bulamaması değil. Çift pivotun önünde istediği pas bağlantılarını yapamaması, üçüncü bölgede yeteri kadar etkinlik sağlayamayan oyuncunun köprü görevini üstlenmesine de şimdilik hiç yardımcı olmuyor.
Evet, Bruno Fernandes’i kenarda oturtmak kolay bir görev değil. Ancak şu ana kadar onu kullanmak da Portekiz’in elini rahatlatmadı. Fernando Santos, Belçika maçı öncesinde onlarca farklı yapıyı zihninde oynayacak ve rakibin pas kalitesini düşününce muhtemelen orta sahasına dinamizm ve yoğunluk getirmek isteyecek. Fakat olur da Bruno Fernandes’li bir yapı kurgulamak isterse, başta hücumcu sağ beki Nelson Semedo’yu kenara alarak bu kurguya başlayabilir.
Georginio Wijnaldum
Son birkaç yılda Liverpool ve Manchester City’nin oyunları hakkında konuşmak isteyen birinin aklına ilk gelecek farklılıklar beklerle kanatların kullanım bölgeleri, topa sahip olma yüzdeleri ve pres yoğunlukları olabilir. Evet, bu üç departmanda da bazen majör bazense minör farklılıkların olduğu gerçek. Fakat bu iki devin oyunlarındaki farklılıklar, üç kategori ile sınırlı değil. Jürgen Klopp ve Pep Guardiola’nın kariyerleri boyunca kullandığı orta saha yapıları, iki takımın ayrıldığı bir başka nokta.
İspanyol çalıştırıcının kadrosunda bulunan her oyuncudan teknik kapasite, Alman çalıştırıcının ise yoğunluk talep etmesi, güncel bir haber değil. Pep Guardiola, beraber çalıştığı orta sahalardan çok yüksek pas kalitesi ve skor katkısı isterken; Jürgen Klopp’un istekleri arasında buna benzer şeyler yok. Alman teknik adam, Dortmund ve Liverpool’da orta saha oyuncularının oyuna yoğunluk ve fiziksellik katmasını isterken onlardan ekstra gol katkısı beklemedi. Beklemedi çünkü kurduğu sistemler zaten skor katkısını birçok farklı zümreden alabilen yapılardı.
Bu nedenle Georginio Wijnaldum’un Hollanda formasıyla yaptıklarını Liverpool forması ile niçin yapamadığını sorgulamak doğru bir sorgu değil. Değil çünkü Wijnaldum, Liverpool forması giyerken böyle rollere hiç sahip olmadı. Ve Jürgen Klopp, 30 yaşındaki oyuncudan ilk olarak skor katkısı talep etmedi. Öte yandan oyuncunun böylesine skorer bir görüntü sergilemesi de sürpriz değil. Gini, Liverpool’a gelmeden önce rakip kaleye çok daha yakın bir profilde oynarken 10 ve üzeri gol sayılarına ulaşmayı hali hazırda başarmıştı. Bu yüzden sıklıkla eleştirilen Frank de Boer, Liverpool’a transfer olmadan önceki iki sezonunda 29 gollük performans gösteren Gini Wijnaldum’u ileri uça üçüncü hücumcu olarak eklediği için kesinlikle krediyi hak ediyor.
Kısacası, Georginio Wijnaldum’un Hollanda formasıyla daha ofansif bir rolde, rakip üçüncü bölgede daha çok gezinmesi sürpriz değil. Aynı zamanda Liverpool formasıyla daha defansif bir rolde, kendi ikinci bölgesinde gezinmesi de bir sürpriz değil. Hatta yeni kulübü Paris Saint-Germain’de bu iki rolün arasında gezinmesi de muhtemelen sürpriz olmayacak. Eğer Euro 2020’deki sürprizlerden bahsedeceksek, Hollanda’nın gösterdiği oyun gücünden başlamak daha iyi bir fikir olabilir.
***
Euro 2020’de son 16 karşılaşmaları bugün başlıyor. 24 takımlı yeni format sayesinde artık her maç, adaptasyon sınavını geçemeyen oyuncuların için yeni bir fırsat. Ne de olsa büyük turnuvalar, sıklıkla en iyi oyunu oynayan takımlardan ziyade, rakiplerine en ters gelen ve yeni oyunlara en hızlı adapte olabilen takımların mutlu sona ulaştığı organizasyonlar. Önümüzdeki günler, bu adaptasyon sürecine girip girmeyenlerin birbirinden ayrıldığı maçlar olabilir. Bakalım, belki de birileri Bruno Fernandes’i sahada görmeye başlar; Joachim Löw, Kalvin Phillips’in savunma arkasına attığı koşulara önlem alır veya Georginio Wijnaldum’u bire bir savunmaya başlayanların sayısı artar.
Ve belki de Gareth Southgate, Harry Kane hakkında konuşmaya başlar.