‘Nasıl başardığımı mı bilmek istiyorsun? …Geri dönmeye yetecek hiçbir şey bırakmayarak.’ Gattaca, 1997
Erkek tenisinde Roger Federer, Rafael Nadal, Novak Djokovic ve Andy Murray dörtlüsünün oluşturduğu seviye, insanın varabileceği sınırları talep ediyor. Artık bir spor değil, o sporun talep ettiği bir hayat seçiyorsunuz. Zirvede olmak istiyorsanız, güçlü kalmalı, istikrarlı olmalı, aynı zamanda sürekli arayış ve gelişim göstermelisiniz. Sadece yetenek ve fiziksel gücün yetmediği bir seviyeden bahsediyoruz. O seviyeye ulaşmak da, öncelikle sarsılmaz bir karar vermekten geçiyor. Benzer seçimleri kült bilim kurgu Gattaca’ta da görebiliyoruz. Aslında dörtlü ne zaman maç yapsa, aklıma maçın bir anında Gattaca filmi takılıyor.
İnsanın gen teknolojisiyle olası en mükemmel DNA ile (eugenic’ler) dünyaya geldiği bir gelecekte, normal doğum biri olan Vincent’ın hikayesi. Tüm engellerine rağmen, DNA’sının sınırını kabul etmeyip, her şeyi aşıp uzaya yolculuğu gerçekleştirir. Aklıyla odaklandığı amacına, çalışıp, kendini adayarak, kimliğini, hatta bedenini değiştirerek varır. Her şey o zor kararla başlar.
Tabii ki teniste bu karar, o kadar dramatik değil ama belirleyici. Sıralamada ilk 200’de takılmak yetebilir, fakat o elit seviyeye girmek istiyorsanız, hayatınızı değiştirmeniz gerekiyor. Nadal’ın hikayesi bu bakımdan Vincent’a en çok benzeyeni. Kendisini Federer ya da Djokovic kadar iyi görmeyen Nadal, amcası ve koçu Toni’nin de sert yöntemleriyle, hayatını çalışmaya adayarak, teniste başarıya ulaştı. Bedenini (sağlakken sol ele geçmesi) değiştirdi. O bedenle kariyerini inşa etti. Djokovic’in hikayesi de malum, istediği seviyeye glüten alerjisini bulduktan sonra, tüm yaşayış biçimini değiştirerek vardı.
Aynı kararı biraz geç yaşta da olsa, Mardy Fish de aldı. İlk 30’da dolaşmak kendisine yetmeyen Fish, hayat tarzını değiştirdi ve 7 numaraya kadar yükseldi. The Players’ Tribune sitesine kendi yazdığı yazıda, tatminsizlik duygusunun tenis kariyerinde yükselişine yardımcı olduğunu ama aynı zamanda bunun hiç geçmediğini ve anksiyete bozukluğuna varan bir sürecin de başlangıcı olabileceğini söylüyor. ‘Keşke kendime harika iş çıkarıyorsun diyebilseydim’ diye ekliyor. Fish, üç yıldır çektiği ve kortlardan uzak kalmasına neden olan anksiyete bozukluğunun etkisiyle geçen hafta Amerika Açık’ta jübilesini yaptı. Mental gücünü ve sağlığını kortun dışında arayacak.
Karar vermek bir süreç barındırıyor. Bir gelişim içerisinde sürekli bunun onayını kuruyorsunuz. Maddi ve manevi getirisinin yanında, hayatınızı da tenise göre şekillendirmeniz gerekiyor. Aksi de takvim açısından zor. Yılın 11 ayı turnuvanın oynandığı bir sporda, dörtlünün istikrarını yakalamak için başka çare gözükmüyor. Bu istikrar bir düzeni gerektiriyor. Hayatın her aşaması da belki de buna göre yorumlanıyor. Her biri düzenli ilişki yaşayan dörtlüden Djokovic, en son Amerika Açık’ta, ‘Keşke aileme, özel hayatıma biraz daha ayıracak vaktim olsaydı… ama bunu ben seçtim ve bundan şikayet edemem’ diyordu. Ayrıca yeni doğan çocuğunun, hayatına farklı bir enerji, sevgi kattığını ve bunu tenisine yansıtabildiğini söylüyor. Her şey bir bütünlük içerisinde ve güç olarak tenise dönüyor. Yatma, kalkma saatlerinden, ne yiyip içeceğine kadar her saati belirli olan Djokovic, hayatındaki bu düzen ve denge ile mental gücünü de tesis ediyor.
Nadal’ın hayatı da düzenli ama onun gücü şüpheden geçiyor. İyi olduğundan şüphe ederek gardını koruyor. Ancak şüphe genişlemiş durumda. Artık, 10 sene sonra ilk kez bir Grand Slam kazanamadan seneyi kapatan Nadal’dan şüphe ediliyor. Üstünü çizenler az değil, bununla baş etmek zorunda. Fiziksel olarak eskiden Nadal’ın yapabileceğinin sınırı yoktu. Ancak geride kalan sakatlıkların ardından, bedeninin kısıtlamalarıyla karşı karşıya olabilir. 2013’te o sınırlarda bir oyun oynadı. Bunun farkında. Bilmek, eylem gücünü artırır. Ancak negatif bilgi, bir tereddüt ekebilir. Nadal’ın vuruşlarında da sanki böyle bir tereddüt var. Bir yıl öncesine kadar kritik puanları en iyi oynamasıyla öne çıkan raket, artık güvenini tekrar kurmaya ve gücünü kazanmaya çalışıyor.
Nadal’da olduğu gibi fiziksel durum önemli, aşılabilir ama mental olarak yenilen bir darbeyi geçmek, güven sorununu kırmak kolay değil. Bu yüzden sürekli bu tarafa bir yatırım yapılıyor. Büyük dörtlünün yaptığı pek çok maçı belki de beş-altı puan belirliyor ve bu noktalarda devreye girmek, mental olarak ne kadar hazır ve güçlü olduğunuza bağlı. Bedenin nesnel bir sınırı olabilir, zaten özellikle büyük dörtlü bu sınırlarda geziyorlar. Ama mental güç burada asıl farkı yaratıyor. Rakibin aklına girmenin anahtarı, o puanları toplamaktan geçiyor.
Nadal’ın şu dönem eleştirildiği nokta, amca Toni’nin yanına diğerleri gibi bir mentor almaması. Süper koçların, bunların oyuna ve mental hazırlığa kattığı değer ortada; Murray-Lendl, Djokovic-Becker, Federer-Edberg birliktelikleri olumlu sonuç verdi. Sizinle tecrübelerini paylaşan, sizin göremediğinizi görebilecek seviyedeki eski yıldız tenisçiler. Her şey aslında bilgiden geçiyor. Oyuna hakim olmayı, rakibinize üstünlük kılmayı bilmekten geçiyor. Bedenin sınırı olabilir ama zihnin sınırı yok ve sürekli buraya yatırım yapılıyor. Bildiğiniz kadar sizin için doğru eylemi üretiyorsunuz.
Murray, en son maçlarının ardından, Nick Kyrgios’un göz alıcı bir vuruş yaptıktan sonra nasıl oyununu yukarıya çektiğinden, ama o vuruşu kaçırınca konsantrasyonunu düşürdüğünden bahsetti. İkincilerin kendisi için fırsat olduğunu ve bunları değerlendirdiğini anlattı. Tenis aklı sürekli çalışıyor. Mental güç bu açıdan belki de bilmekten farklı değil, kendinde nedenleri toplamak. O nedenselliğe olabildiğince hakim olmak. Sabit bir şey değil, sürekli gelişiyor ve tenisin geldiği noktada, ufak bir bilgi bile sisteme katılıyor. Bu çağda hemen hemen tüm sporlar bambaşka bir seviyede, ama tenis bu kadar üst düzey oyuncuyu barındırması açısından, bir adım öne çıkıyor. Tarihin 3-4 çok iyi oyuncusu yan yana ve kortta tek başına olduğunuz bir sporda karşılaşıyorlar. Çözüm yaratmayı, rakibi bozmayı, üstünlük kurmayı bir süreç olarak düşünürsek, bu maratonda zihnen bir zayıflık gösteremezsiniz. Kyrgios kendini ifade etmenin altını çiziyor ama başarı istiyorsa, o da bu yola girmek zorunda.
Roger Federer de o yollardan geçti. Gattaca’ya dönersek, Federer belki de teniste bir ‘eugenic’ (doğuştan-iyi), ancak gelinen noktada bu yetmeyebiliyor. Amerika Açık’taki bir röportajında, Hewitt, Agassi, Sampras, Henman ve Nadal ile karşılaşmalarının gelişimine katkısından bahsediyor. Onların açtığı sorunlara bulduğu yanıtlar, oyununu yukarıya çekiyor. Sürekli kazanan Federer’in son dönemde başarı anlamında yediği darbeler, belki de başkasını egosuyla baş başa bırakır ve emekliliğe yollardı. O denemeye devam ediyor. Kazanma isteği tartışılmaz ama belki de tenise duyduğu sevgi ile kendini yenilemeyi sürdürüyor.
Federer, Amerika Açık’a yeni bir tartışmayla gitti. Son dönemde ardında kaldığı büyük rakiplerine karşı yeteneklerini kullanarak mental bir savaş açtı. Cincinnati Masters’ta uygulamaya koyduğu servisi erken karşılama (chip&charge ya da SABR) taktiği yeni değil ama oyunun geldiği hız hesaplanırsa, şu dönemde uygulanabileceğini düşünmek zordu. İşlediği zaman sadece kolay puan kazandırmıyor, rakibin ilk servislerini de baskı altına alıyor. Djokovic’in Cincinnati’de kaybettiği final sonrası bu taktik hakkında yorum yapmak istememesi manidar. Bir darbe aldı, bir çözüm bulması gerek. Yeni bir bilgi dolaşıma girdi. Şimdi rakipler bunu işlemden geçirmeye çalışıyor.
Tenis son dönemde geldiği seviyeyle, özellikle dört büyüklerin maçlarında yarattığı atmosferle, insanın bir oyunda da olsa gelebileceği sınırları bize göstermeye devam ediyor. 2008 Wimbledon ve 2012 Avustralya Açık finalleri tarihin en iyi tenis maçlarından, bunun nedeni sadece çekişme değil şüphesiz. İnsanın bir şey üzerindeki mükemmellik arzusunun yansıması. O auraya çekiliyorsunuz. Belki de Federer’in getirdiği yeni tartışmayla beraber, Amerika Açık finalinde yine sınırlarda gezeceğiz. Sporu sevin ya da sevmeyin ortaya çıkan enerjiye kayıtsız kalmak mümkün değil.