Karin Sturm imzalı bu röportaj ilk olarak Socrates’in Ekim 2019 sayısında yayımlandı. Tüm nüshalarımıza bu adresten erişebilirsiniz.
Bernie Ecclestone’un yetiştirip büyüttüğü Formula 1, ABD’li patronlarının eline geçtiğinden beri popülaritesini toparladı, eski görkemli yıllarına göz kırpmaya başladı. İnternet çağının daha iyi kavranması, sosyal medya aracılığıyla yeni kuşakların ilgisinin yakalanması elbette bunda temel sebepler. Fakat dünyanın en büyük motor sporları organizasyonunun bir başka büyük şansı daha var. Lewis Hamilton-Sebastian Vettel rekabetinin ardından Max Verstappen gibi yeni bir yıldız kazanan Formula 1, Charles Leclerc’in Ferrari’ye transferiyle birlikte odağını iyiden iyiye yeni kuşaklara çevirdi. Belçika ve İtalya GP’lerinde zirveyi kimseye bırakmayan Leclerc, sezon ilerledikçe yeni koltuğuna alıştı ve daha da hızlandı. Takvimin Avrupa’dan uzaklaştığı bugünlerde Charles Leclerc, Socrates Almanya‘dan Karin Sturm’a özel bir röportaj verdi. Rekabetlerinden dostluklarına, küçüklük anılarından gelecek hedeflerine kadar…
Formula 1’de yılın çıkış yapan pilotu olmakla kalmadınız, Avusturya’da Max Verstappen’le yarış tarihinin dönüm noktalarından biri sayılabilecek bir düelloyla akıllara kazındınız. Çoğunluğun beklediği o ceza Verstappen’e verilmeyince ise yarışın artık daha özgürce davranabileceğiniz daha sert bir yer olacağının sinyalleri verilmiş oldu. Hikâyenin mağdur tarafı olarak bu noktaya gelinmesi sizi şaşırttı mı?
Normalde üzerinde çok durulmayacak, arada sayılabilecek durumların bile eskiden nasıl cezalandırıldığını düşünürsek, evet şaşırdım. O dönemi ölçü aldığım için Max’ın bana Avusturya’da yaptığı şeyin ciddi bir cezaya tabi tutulması gerektiğini düşünmüştüm. Aksine hiçbir ceza verilmeyince, ben de sürüş stilimi değiştirmeye ve ilerisi için diğer araçlara daha agresif davranmaya karar verdim. Ki o günden beri de bunu uyguluyorum.
Peki böyle sürmek yarış anlayışınıza uyuyor mu?
Kesinlikle. Sonuçta hem teknik açıdan hem de sürerken elinizdekileri kurallar izin verdiği ölçüde sonuna kadar kullanmanız gerekiyor. Bize tanınan özgürlük alanının yeniden gözle görülür bir şekilde büyüdüğünü ve rahatça sürmemize izin verildiğini fark edince bu fikre alıştım.
Hem böylesi herkes için daha iyi. Biz sürücülerin yıllardan beri dilediği o şovu gerçekleştirebilmesi açısından da düşünecek olursak… Burada tek önemli nokta, yarışın artık böyle kalması. Güzel haberse en azından son yarışa bakınca artık böyle kalacağa benziyor.
Kime karşı yarıştığınıza göre yaklaşım biçiminiz de değişiyor mu?
Bu benim için hiçbir şey değiştirmiyor. Önümde veya arkamda kim olursa olsun, atağa geçmem veya kendimi korumam gerektiğinde hep aynı kararlılıkla hareket ediyorum. Agresifliğimin dozunu rakibe göre belirlemiyorum.
Yani ilk yarışınızda Lewis Hamilton gibi büyük isimlerle çarpışmak çok da farklı bir his değildi?
Avustralya’da olduğu gibi zirveye oynayan bir takımın pilotu olarak gençliğinizden beri takip ettiğiniz yıldızlarla ilk defa bire bir mücadele etmek tabii ki özel bir his. Fakat bu duruma çok hızlı alışıyorsunuz, alışmanız da gerekiyor. İkinci yarıştan itibaren her şey normale dönüyor ve sadece kaskı geçirip sürmeye bakıyorsunuz.
Formula 1’deki ilk yılınızı Sauber’le geçirdikten sonra bir anda Ferrari gibi büyük bir takıma geçmek ciddi bir fark yarattı mı?
Arada fark var elbette. Oradayken nispeten yeni isimlerden oluşan bir grup mühendisle çalışıyorduk. Ben de yeniydim ama bazı şeylerin farklı olmasını istediğimi çabucak fark etmiştim. Şimdiyse Ferrari’de çok sayıda deneyimli insanla çalışıyorum ve Formula 1’deki ikinci senemde burada olmak pek de kolay bir şey değil. Başlarda isteklerimi açıkça söyleme konusunda biraz temkinliydim. Burası Ferrari ve ben burada, geldiği gibi ne varsa değiştirmeye çalışan kibirli biri gibi gözükmek istemiyordum. Çünkü takıma yeni giren ve saniyesinde her şeyi tersine çevirmek isteyen genç bir sürücü böyle bir imaj yaratabilir. Bu sebeple öncelikle arabaya alışmak ve adım adım ilerlemek için kendime zaman vermek istedim.
Başlarda, her şey yeniden yoluna girene kadar Formula 1’deki ilk seneniz biraz sıkıntılıydı. Sezon size sabırlı olmayı öğretti mi?
Aslında önceki senelerde de hep sabırla çalıştım. Her zaman kendime odaklandım ve adım adım hedeflerime ulaşmaya çabaladım. Ve böylelikle ilk olarak arabanın kendi dengesine mi uyum sağlamam gerekir yoksa zaman kazanmak için arabanın dengesini kendime göre mi uyarlamalıyım, bunu keşfettim.
Sebastian Vettel’le çok farklı sürüş tarzlarınızın olması başlarda sorun yaratıyor muydu?
Özellikle yarattığını söyleyemem çünkü sürüş tarzlarımız her ne kadar farklı olsa da arabalarımızı geliştirmek için zaman bulduk ikimiz de. Her şeye rağmen arabalarda yaptığımız değişiklikler de oldukça benzer.
Onunla ilişkiniz nasıl? Sezon başından bu yana bir şeyler değişti mi?
Tabii ki sezon başına göre birbirimizi daha iyi tanıyoruz ve bu sayede daha yakınız. İlişkimiz çok iyi, hiçbir problemimiz yok.
Onu birkaç kere yenmiş olmanız da bir fark yaratmıyor yani?
Kesinlikle yaratmıyor ki sürücülükle insan ilişkilerini birbirinden tamamen ayırmanın da sağlıklı olduğuna inanıyorum.
Ferrari, birçok Formula 1 pilotunun hayal ettiği yerdir. Sizin için de öyle miydi?
Ferrari hep ilgimi çekmiştir. Çocukluğumdan beri kim yarışırsa yarışsın hep bir Ferrari hayranı olmuşumdur. Anlayacağınız zaten Ferrari’yle aramda doğal bir bağ oluşmuştu. Tabii bir yandan da benden sıkça bahseden ve aralarına katılmama yardım eden Jules Bianchi ile her zaman çok iyi arkadaştık. Bir diğer bağlantım ise Michael Schumacher döneminde Ferrari’nin başında olan FIA Başkanı Jean Todt’un oğlu Nicolas Todt’un menajerim olması.
2015’te yakın arkadaşınız Jules’u, 2017’de ise her zaman yanınızda olan babanızı kaybettiniz. Kaderin bu darbeleri sizi daha olgun ve güçlü kıldı mı?
Kişisel olarak hiç kolay olmadı; fakat beni zihinsel açıdan kesinlikle daha güçlü birine dönüştürdü. Artık motor sporlarına daha farklı bakıyorum, hayatta daha önemli şeyler olduğunu görebiliyorum. Bunun farkında olmak üstümdeki baskıyı oldukça hafifletiyor.
Bianchi’nin kazasından sonra bile bırakmayı hiç düşünmediniz mi?
Asla düşünmedim.
Bir yarış pilotu olmanın hayalini ilk ne zaman kurdunuz?
Karting pistinde ilk turlarımı attığım günden beri bunun hayalini kuruyordum. Bunun ileride yapmak istediğim meslek olduğunu en başından beri biliyordum ve açıkçası bu fikrim hiçbir zaman değişmedi.
Hâlbuki 2010 yılında aileniz ilgilendiğiniz sporu daha fazla karşılayamayacak durumdayken bu hayaliniz az kalsın suya düşecekti.
Evet, kariyerim adına çok kritik ve belirleyici bir dönemdi. Bırakmam gerekiyormuş gibi gözüküyordu ama Monaco Go-Kart Kupası’nı kazandıktan kısa süre sonra Nicolas Todt, Jules yoluyla bana ulaştı ve yardım teklif etti. Yoksa o iş çoktan bitmişti.
O noktada hayalinize bir adım daha yaklaştığınızı hissettiniz mi?
Aslında Sauber’le kariyerimin ilk sözleşmesini imzalayana kadar Formula 1’e yakın olduğumu hiç hissetmemiştim. Ben her zaman ayaklarımı yerde tutmaya çalıştım. Artık Ferrari’deyim, bu harika bir şey. Fakat bu sefer de ikinci hayalimi gerçekleştirmek yani Formula 1 şampiyonu olmak için savaşmaya devam etmeliyim.
Kendinden çok şey bekleyen ve aynı zamanda özeleştiri yapan biri olmanızla tanınıyorsunuz. Bunlar sizi müthiş bir baskı altında bırakmıyor mu?
Kendime karşı sert ve en önemlisi de dürüst olmanın benim için her zaman daha iyi olduğunu düşünmüşümdür. Hata yapmışsam bunu kimsenin ve hiçbir şeyin üzerine yıkmam, açıkça söylerim. İnsan en iyi bu şekilde öğreniyor. Belki kulağa, kendine çok kızan biriymişim gibi geliyor olabilir. Fakat arabadan indiğim anda her şeyi daha detaylı bir şekilde analiz ediyorum ve kendime ilk andaki kadar sert davranmamaya başlıyorum.
Aslında buna tam olarak baskı diyemem. Sadece büyük hedefleri olan biriyim ve bir şeyi başaramadığımda neleri geliştirebileceğimi görmek için durumu olabildiğince dürüst şekilde analiz etmeye çalışıyorum.
Çocukluktan itibaren zihinsel antrenmanlara başlamış olmanız da bu konuda size yardımcı oluyor mu?
Bunu yapmış olmaktan memnunum. Her sporda olduğu gibi burada da en iyiler zihinsel anlamda en güçlü olanlardır çünkü zihinsel gücün pistteki performansınıza da çok büyük etkisi var. Her an kapasitenizin yüzde yüzünü harekete geçirebilecek ve kullanabilecek konumda olmalısınız. Bu noktada öncelikle konsantrasyon ve bilhassa saati saatine planlanan, yapılacak işlerle dolup taşan bir yarış hafta sonunda enerjinizi olabilecek en doğru şekilde kullanabilme, kritik noktada en iyi performansını sergileyebilme becerisi devreye giriyor. Bu özellikle de her şeyin yolunda gitmesinin gerektiği, tüm gidişatı belirleyen sıralama turları için geçerli.
Max Verstappen, Alex Albon, Pierre Gasly gibi birbirini senelerdir tanıyan, henüz çocukken karting pistinde birbirine kafa tutan bir grup genç sürücüden birisiniz. Bu durum size ayrı bir keyif veriyor mu?
Kesinlikle. Hepimizin Formula 1’de olması harika bir şey, go-kart zamanlarımızda bu noktaya geleceğimizi asla düşünmezdim. Yıllar içerisinde hepimiz büyüdük. Artık birbirimizin nasıl sürdüğünü biliyoruz ama bir yandan da geçmişte olduğumuz kişilere dair bazı şeyleri yeniden keşfediyoruz.
Eskiden hep öyle olmamış olsa da artık hepiniz gayet iyi anlaşıyor gibi gözüküyorsunuz. O zamandan bu yana neler değişti?
Bence hepimiz artık olgun bireyler olduğumuz için pistte olan biteni şahsi konulardan daha iyi ayırır hâle geldik. Nihayetinde hepimiz bir otomobil yarışçısı olduğumuzu, rakiplerimizi alt etmek istediğimizi ve pistte dostluk diye bir şeyin var olmadığını biliyoruz. Ancak dışarıda bu durum pek tabii değişebilir. Tüm bir seneyi az çok aynı yerlerde yaşayarak geçiriyoruz. Birbirimizle gayet normal ve rahat bir şekilde konuşamayacak hâlde olmak çok kötü olurdu.
Sizce aranızda en çok kim değişti?
Muhtemelen Max Verstappen. Go-kart zamanlarında da oldukça agresifti ama şöyle diyeyim, artık sınıra gelmiş durumda.
Peki kendinizde kişisel olarak nasıl bir değişiklik gözlemliyorsunuz?
Ben de sürüş stilimdeki agresifliğin değiştiğini düşünüyorum. Formula 1’e ilk geldiğimde, önceki senelere göre daha az agresiftim ve biraz daha dikkatli bir sürücüydüm. Artık bu konuda kendime yeniden çekidüzen vermiş durumdayım ve bunun tek sebebi Avusturya’daki tecrübem değil. Zaman geçtikçe farklı durumları analiz ederek sınırları ne kadar daha ileri taşıyabileceğimi görüyorum. Bunu fark etmek benim için oldukça ilginç bir şey.
Bir yarış pilotu olarak sürekli yeni durumlara uyum sağlamanız gerekiyor. Buna bir yarışa başlarken esas aldığınız strateji de dâhil. Rakiplerinize göre daha gençseniz her şeyden önce yürekli bir şekilde sürersiniz. Önünüzde biri varsa onu olabildiğince hızlı bir şekilde geçmek istersiniz. Hatta bazen bunu yaparken tekerleklerin daha sonra ne durumda olacağını düşünmezsiniz. Go-kartta bunların hiçbir önemi yoktu fakat Formula 1’de hepsi çok önemli şeyler; bu yüzden iyice kafayı kullanarak sürmeniz gerekiyor. Bunların hepsi deneyim kazandıkça gelişen şeyler.
Erkek kardeşiniz Formula 4’te yarışıyor. Ona yol gösteriyor musunuz?
Tabii ki ona yardım etmeye çalışıyorum ama aynı zamanda mümkün olabildiğince kendi yolunu çizmesine izin veriyorum. Babam da bana hep böyle yapmıştı. Ona ihtiyacım olduğunda beni her zaman desteklerdi; fakat geri çekilip kendi yolumdan gitmeme izin vermesini de gayet iyi bilirdi.