“Eğer bir gemi inşa etmek istiyorsan, insanları odun toplamak için çağırma ve onlara görev dağıtıp iş verme. Bunun yerine onlara, denizin sonsuz büyüklüğünü arzulamayı öğret.” Antoine de Saint-Exupery
Netflix’teki The Playbook belgeselinin bir bölümünde ünlü NBA koçu Doc Rivers, Boston Celtics’i çalıştırdığı dönemden bahsediyordu. 2007’de tarihi hamleler sonucu Kevin Garnett ile Ray Allen’ın takıma geldiği aylar. Paul Pierce ile beraber üç alfa karakterin olduğu bir takımı nasıl yöneteceğini düşünen Rivers’ın imdadına bir kavram yetişiyordu: Ubuntu. Afrika yaşam kültürünün temelini oluşturan Ubuntu’yu Rivers şöyle açıklıyordu: “Bir birey, diğer bireyler sayesinde bir bireydir. Çünkü sen daha iyi oldukça ben de daha iyi olurum. Hepiniz olmanız gereken kişi olmadıkça ben olmam gereken kişi olamam.” Bu paylaşma ve dayanışma ögeleri üzerine kurulu öğretiyi çaylak oyuncular vasıtasıyla yıldızlarına da ulaştırmayı başarır. Kısa sürede hepsiyle aralarında farklı bir duygusal bağ kurulur. 2008 Final Serisi’nde ilk yarıda tarihi fark yiyip geri düştükleri dördüncü maçı kazanmalarını sağlayan da Rivers’ın bu duyguları harekete geçirme iletişimidir. Rivers, “Koçlar bu yüzden delidir. Öyle olmak zorundalar. İyi bir koç olmak için sıradaki oyunu kazanacağına inandığına oyuncuları da inandırmak zorundasın” diye açıklar bu durumu. Bu safhada zaman makinesi hakkımı kullanıp Rivers’ın mesleğinin en büyük ve öncü isimlerinden birine uzanmak istiyorum.
15 Ocak 1967’deki ilk Super Bowl’da son şampiyon Green Bay Packers ile Kansas City Chiefs karşı karşıya geliyordur. Devreye 14-10 Packers önde girer. Ancak buna rağmen favori oldukları maçta bilhassa savunmada kötü oynadıkları için soyunma odasına Koç Vince Lombardi’nin gelişini bekleyen oyuncularda gerginlik hâkimdir. “Kazanmak her şey değildir ama kazanmayı istemek her şeydir” cümlesiyle bilinen Lombardi savunmanın lideri Willie Davis’in karşısında çömelir ve takıma konuşmaya başlar: “Otuz dakika boyunca Kansas’ın oyununa ayak uydurdunuz. Şimdi sizden otuz dakika boyunca Green Bay futbolu oynamanızı istiyorum. Onlar ayak uydurabiliyor mu, bakalım. Siz şampiyon Green Bay Packers değil misiniz? Sahaya çıkın ve bana bunun cevabını verin.” Davis bu anları Sam Walker’ın liderlik teorisini ele aldığı The Captain Class kitabında anlatıyor, Lombardi’nin konuşurken bacağının titreyişinden, hitabından ve kazanma tutkusunu aktarma biçiminden bahsediyordu. Davis’in top çalmasıyla başlayan ikinci yarıyı Green Bay domine edip ilk Super Bowl’u 35-10 gibi bir skorla kazanıyordu. “Savaşlar her şeyden önce insanların kalbinde kazanılır. Yalnız kalbini kazandığın insanlar liderliğinize yanıt verir ve sizi her yerde takip eder” ya da “Mükemmellik, ulaşılabilir bir şey değildir, ancak mükemmelin peşinde koşarsak üstün başarıya ulaşabiliriz” gibi sayısız cümlesi liderlik felsefesi külliyatına kazınan efsane Vince Lombardi’nin içinde bulunduğu spora ve mesleğe etkisi ise büyük olur.
1913’te New York’ta doğan Lombardi, Katolik Lisesi’ne gider ve pederlerle çalışarak hitap yeteneğini geliştirme şansı bulur. Amerikan futbolu oynamaya başlar, hatta Cizvitlerin yönettiği Fordham Üniversitesi’nden burs alır ama okulda esmer teni, siyah saçları nedeniyle ayrımcılığa maruz kalır. Buna rağmen takımın en iyi savunma oyuncularından biri haline gelir. 1939’da St. Cecilia Lisesi’nde koçluk yapmaya başlar. Çok başarılı olur. Aynı anda okulda latince, fizik ve kimya öğretmenliği de yapar. Basketbol takımını da çalıştırması istenir.
Hiç bilmediği bir sporda zor galibiyet alan bir takımı sadece iyi iletişim ve motivasyonla Eyalet Şampiyonası’na taşır. Bir koçtan çok bir öğretmen gibidir. Eski oyuncuları da onu usta bir psikolog olarak tanımlıyorlar. İnsanı temelde yöneten korku, acı ve haz duygularını yönlendirmede bir maestro olduğu biliniyor. “Başarının çalışmaktan önce geldiği tek yer sözlüktür” cümlesini söyleyen bir yaklaşımla katı disiplini, ağır antrenman kampları, motivasyon konuşmaları ve oyunun temelini iyi öğretmesiyle nam salar.
Koçluk yolu onu Fordham Üniversitesi, West Point Akademisi derken NFL’de NY Giants hücum koordinatörlüğüne kadar taşır. 1959’da Green Bay Packers’ın başına geçer. Son 12 sezonu da mağlubiyetle kapatan Green Bay, o dönemin en başarısız takımıdır. Balayından sezon başlıyor diye erken dönecek kadar işine kendini adayan Lombardi’nin, ABD’nin Sibiryası lakabının sahibi Green Bay’e gitmesi şaşırtıcı değildir. Daha ilk sezondan etkisini hissettirir. Üçüncü yedek oyun kurucu Bart Starr’a görev verip ondan bir yıldız yaratır, ikinci sezonunda final oynayıp kaybederler. O mağlubiyet Lombardi’ye ağır gelir ve “Bir daha final kaybetmeyeceğiz” der. Kaybetmez de… 1961’de ilk şampiyonluğu kazandığında Green Bay’de artık ona ‘Papa’ denmeye başlanır. 1962, 1965, 1966, 1967 yıllarında NFL, 1967 ve 1968’de de ilk iki Super Bowl şampiyonluğuyla beraber Green Bay’in lakabı ‘Titletown’a dönüşür. Jim Crow yasalarının işlediği, ırkçılığın zirvede olduğu 1960’larda takıma sürekli siyah oyuncu transfer eder ve saygı görmelerini sağlar. Eşcinsel nefretinin yoğun olduğu maço spor ortamında takımındaki eşcinsel oyuncuların haklarını korur. Kardeşi Harold eşcinseldir ve onun yaşadığı zorluklara aşinadır. 1960’ların sonunda Borsalino şapkası, kemik gözlükleri ve ayrık dişleriyle çok güçlü bir ikon haline gelen Lombardi arkasında Super Bowl kupasına adı verilecek kadar büyük bir miras bırakarak 1970’de 57 yaşında kolon kanserinden hayatını kaybeder. Onun Ubuntu’su Rivers’tan ya da Mourinho’dan farklıydı belki ama büyük koçların hemen hepsi denizin sonsuz büyüklüğünü arzulamayı zamanın ruhuna göre farklı şekillerde öğretmeyi başardılar.
Bu sayı; koşulsuz tahakkümü değil de adalet, hakikat ve saygı gibi erdemleri savunanlar için…