*David Waldstein’ın kaleme aldığı bu yazı, The New York Times‘da yayımlandı.
1969 Amerika Açık’a yaklaşırken, Rod Laver’ın üzerinde büyük bir baskı vardı. Avustralya Açık’ı çok zorlanarak kazanmış ve bunu Fransa Açık ve Wimbledon’daki şampiyonluklar takip etmişti. Bir ‘takvim yılı Grand Slam’i’ ona çok yakındı.
Kritik bir dönemden geçen Laver, New York’ta yapılması gerekenleri yönetmek için yardıma ihtiyacı olduğunu hissetti. Bu yüzden Yeni Zelandalı arkadaşı John McDonald’la iletişime geçti ve o sırada Londra’da bulunan oyuncunun, kendisine katılmasını istedi.
Laver’in bir başka arkadaşı, aktör Charlton Heston da ona Manhattan’daki Tudor City dairesini kullanmasını önerdi. Heston, Laver’in böylece kendisini Forrest Hills çevresindeki tenis dünyasının geri kalanından ayırabileceğini söylerken, ilk ‘takvim Grand Slam’inden yedi yıl sonra bir ikinciyi kazanıp kazanamayacağını görmek için meraklanıyordu. Laver’in eşi Mary bu sırada hamileydi ve Avustralya’ya geri dönmüştü. Doğum zamanı final günü civarındaydı.
McDonald’ın rolü, Laver’a bir arkadaş, şoför, yardımcı, taktisyen, sekreter ve hatta gerekirse içki arkadaşı olmaktı.
California’daki evinden yapılan bir telefon röportajında Laver, “Neye ihtiyacım olursa yaptı” diyecekti, “Evet, bu seferkinin belki her zamankinden biraz daha farklı olacağını anlamıştım. John bunu aşabilmeme yardımcı oldu.”
Devamında Laver Amerika Açık’ı kazanmayı başardı ve tüm tenis dünyasında iki ‘takvim Grand Slam’i yapan tek oyuncu oldu. Birkaç hafta sonra ise Avustralya’ya evine dönmüş ve sanki sabırla babasının tarih yazmasını beklemiş olan oğlu Rick’in doğumuna tanıklık etmişti
Laver, “Ne yıldı ama” diyerek hatırladığı günler sonucunda, bunun nasıl başarılacağını artık herkesten iyi biliyordu.
‘Takvim Grand Slam’i, Avustralya Açık, Fransa Açık, Wimbledon ve Amerika Açık’ı bir sezonda kazanmak demek. Bu teklerde sadece altı kez, beş farklı oyuncu tarafından gerçekleşti.
İlki 1938’de Don Budge’dan geldi. ‘Küçük Mo’ olarak da bilinen 18 yaşındaki San Diego’lu Maureen Connolly, 1953’te bu başarıyı gösteren ilk kadındı.
1951’den 1954’e kadar oynadığı dokuz Grand Slam finalini kazandı, daha da fazla kazanabilirdi ama olmadı. Temmuz 1954’te, Wimbledon şampiyonluğundan birkaç hafta sonra, sürdüğü at yoldan geçen bir çimento kamyonundan korkup onu üstünden atınca kariyerini bitiren bir sakatlık yaşadı. Connolly kamyon ve atın arasında kalıp, ayağını kırdığında daha 19 yaşındaydı.
Laver 1962’de bir amatör olarak ilk takvim Grand Slam’ini yaptı ve 1969’da açık dönemde bunu başaran ilk sporcu oldu. Bir yıl sonra bir diğer Avustralyalı efsane Margaret Court da aynısını yaptı ve 1988 yılında Steffi Graf geldi. Graf, çim, toprak ve sert kort olarak, üç farklı zeminde ‘takvim Grand Slam’i yapabilen ilk oyuncu oldu.
Şimdi Serena Williams bir eşikte duruyor. 2015’in ilk üç büyük turnuvasını kazandı ve Flushing Meadows’da en büyük favori. Eğer kazanırsa, açık dönemde 22. Grand Slam’ini kazanarak Graf’la toplam sayıyı eşitleyecek. Court’un 24 tane şampiyonluğu var ancak kariyerinin, açık dönem öncesinde başladığını söylemek lazım.
Williams, bütün başardıklarına rağmen bir sezonda tüm Grand Slam’leri kazananların küçük ve prestijli kulübüne giremedi. Tabii ki bu kulüp Martina Navratilova, Chris Evert, Billie Jean King, Roger Federer, Rafael Nadal, Bjorn Borg ve Pete Sampras’ı da içermiyor.
Orijinalinin kart oyunlarından geldiği düşünülen ‘Grand Slam’ terimi, bir önceki yüzyılın erken zamanlarında tenis ve golfe uyarlanmıştı. Kullanımının yaygınlaşması ise 1930’lara tekabül ediyor.
Laver, bir keresinde Don Budge’la kazanmak üzerine konuştuklarını söylemişti. Rakiplerinin çoğu benzer seyahatleri yapmıyorken, o dönem bir turnuvadan diğerine gitmek için gemilerde haftalar geçiren Budge’ın, ekstra övgüyü hak ettiğini düşünüyor.
Laver 1969’da takvim Grand Slam’i yaptığında, uçakla seyahat artık imkan dahilindeydi. Tabii yine de kortta sıklıkla zorlandı. Bu anlardan biri Brisbane Avustralya’da, sıcaktan bunaltan bir günde vatandaşı Tony Roche’a karşı oynadığı yarı final maçıydı. Büyüklük yolundaki sınanma maçlarından biriydi ve Laver tarafından oldukça etkileyici bir skorla kazanılmıştı: 7-5, 22-20, 9-11, 1-6, 6-3.
“O bir set bütün bir maç gibiydi” diyordu Laver, “Fakat o noktada üzerimde hiç baskı yoktu çünkü daha hiçbir şey kazanmamıştım.”
O baskı yoldaydı. Yedi ay sonra, Roche’u tekrar yendi, bu kez Forest Hills’in(Amerika Açık) ıslak çimlerinde dört sette tarihi başarısını mühürledi.
Ama sonuncusu yani Graff’ın yaptığı, en etkileyicisi olabilir. Dört büyük turnuvayı kazanırken, aynı zamanda Seul’daki 1988 Yaz Olimpiyatları’nda da altın madalya aldı. Graf’ın sadece 19 yaşındayken gerçekleştirdiği bu başarı ‘Golden Slam’ olarak tanımlandı. O yolda yendiği rakiplerinden biri de Mary Joe Fernandez’di.
Şu an bir ESPN analisti olan Fernandez ve Graf, çocuk yaşlarından beri birbirlerine karşı oynuyorlardı. Çoğu kez profesyonel oyuncular olarak da birbirleriyle antrenman yapmışlardı ancak ikilinin bu yakınlığı, Graf’ın Fernandez’i Wimbledon’ın dördüncü turunda 6-2, 6-2 yenmesini engellemedi.
“O yıl çok dominanttı ve turda hepimiz bunun geleceğini görebiliyorduk” diyordu Fernandez. “En iyi servis ondaydı, forehand’i çok iyiydi ve işini çok çabuk bitirirdi. Ne olduğunu anlamadan korttan ayrılabilirdiniz.”
Graf o yıl oynadığı 28 Grand Slam maçında, inanılmaz şekilde sadece iki set kaybetti. İlki Navratilova karşısında Wimbledon finalinde, diğeri ise Gabriela Sabatini’ye karşı olan Amerika Açık finalindeydi. Budge, o gün kendi ‘takvim Grand Slam’inin 50. yıldönümü için oradaydı, Graf’a kupayı verdi. Kulağına birkaç kez daha bunu başarabileceğini fısıldadı…
Bunun çok kolay olmadığını ise iyi bilirdi. Graf 17 Grand Slam turnuvası daha kazandı, fakat başka bir başka ‘takvim Grand Slam’i yapamadı. 1989 ve 1993’te üç şampiyonluk ve bir finalde kalıyordu.
Bunun başarılması için bir sürü şeyin doğru gitmesi gerektiğini söylüyor Fernandez. Önünüze bir sürü engel çıkabilir. Tıpkı hastalık, sakatlık veya formda bir rakip gibi.
1984’teki Grand Slam turnuvalarında, Navratilova, sadece bir maç kaybetti ki o da, şimdilerde aralık ayında sezonu bitirme turnuvası olan Avustralya Açık yarı finalinde Helena Sukova’ya karşısındaydı. Navratilova 1983-84 yılları içerisinde, üst üste altı büyük turnuvayı kazandı fakat hiçbir zaman aynı yıl içinde dörtlüyü yapamadı. Borg hiçbir zaman Amerika Açık’ı kazanamadı ve sadece bir Avustralya Açık’a katılabildi. Sampras ise umutlarını Fransa topraklarına gömdü…
Bunu bugün gerçekleştirmek için, bir oyuncu çim, toprak ve sert kortta yıl boyunca dominant olmayı başarmalı. Graf 1988’de, bunu yapmıştı. Bu yıl 21 Grand Slam maçında 9 set kaybeden Williams biraz daha inişli çıkışlı ilerliyor.
“Steffi ve Serena’nın bu noktaya geldiği yollarda büyük fark var,” diyor Fernandez. “Ama eğer Serena bunu yapabilirse, sonuç aynı olacak. Ve ben yapabileceğine gerçekten inanıyorum.”
İki kez bu baskıyı omuzlamış olan Laver da Williams’ın bunu başarabileceğini söylüyor:
“Baskı benim daha iyi konsantre olmamı ve oynamamı sağladı. Bence Serena için de aynı şeyler geçerli. Cincinnati’de Simona Halep’i yenerken gayet hazır görünüyordu.”
Laver’ın yoldaşı McDonald gibi, Williams’ın da yanında ona yol gösterecek insanlar var. Ailesi, antrenörü, menajeri ve arkadaşları. Belki bir film yıldızının dairesinde kalmadan bile bunu yapabilir…
Çeviri: Yağmur Kocaman
Fotoğraflar: AP Images