Hakemlik maceranız nasıl başladı?
Ben de herkes gibi snooker’ı televizyondan takip ediyordum. Bir gün yaşadığım çevreye yakın bir yerde düzenlenen hakemlik kursu hakkında bilgi sahibi oldum. Kursa katıldım, fakat profesyonel hakem olmak gibi bir niyetim yoktu, çünkü o zamanlar bu neredeyse imkansızdı. Benim amacım daha çok kural kitabında yazanların nasıl uygulandığını yakından görebilmekti. Kursu tamamladıktan sonra, Almanya’daki yerel turnuvalarda hakemlik yaparak tecrübe kazandım. Hakemlik serüvenim böylece başlamış oldu.
Meslektaşlarınız ve siz büyük baskılara maruz kalıyorsunuz. Bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Tecrübe kazandıkça omuzlarındaki baskı azalmaya başlıyor, bir noktadan sonra günlük rutinin bir parçası halini alıyor. Aslında oyunculardan bu anlamda çok da farklı değiliz. Daha önce televizyona çıkmamış bir oyuncu gördüğünüzde, onun tecrübesizliğini yüzünden okuyabilirsiniz. Buna zamanla alışılıyor ve hakemler için de aynıları geçerli. Maç yönettikçe koşullara adapte olma özelliğimiz de gelişiyor. Dürüst olmak gerekirse ben etrafımda ne olup bittiğiyle pek ilgilenmiyorum. Zihnimi çevreden izole etmeye çalışıyorum, bence yapılması gereken bu. Aksi takdirde hataya çok açık bir hale geliyorsunuz.
Zaman zaman seyirciler kurallara uymuyor ve hakemin onları dışarı göndermesi gerekiyor ki bu sizin de başınıza gelmişti. O an nasıl hissettiniz?
Bu kesinlikle hakem olarak yapmak isteyeceğim en son şeydir. Genellikle bu durum yaşanmadan önce onları uyarırız, fakat nadiren de olsa hemen müdahale etmemiz gereken olaylar vuku buluyor. 2019 Dünya Snooker Şampiyonası yarı finalinde benim de başıma geldi. Seyircilerden birisi bana hakaret etti. Bunu yapan kişinin daha önce locada kötü davranışlarına şahit olmuştum. Dolayısıyla kendi kendini attırdı diyebilirim. Böyle bir durumda bile seyirciyi salondan çıkarmak çok hoş bir his değil fakat birinin bu kararı vermesi gerekiyor. Bunun haricinde seyircilerin telefonu çalabiliyor. Kimseyi bu sebepten atmıyoruz çünkü bunu isteyerek yapmıyorlar. En azından biz böyle düşünmeye çalışıyoruz. İlk seferde uyarı veriyoruz ancak aynı davranış tekrar ederse özellikle oyuncular bizden müdahale etmemizi bekliyor. Böyle olaylar tek tük başımıza geliyorsa da işimizin parçası.
Tabii bazen 2018 Paul Hunter Classic’teki Mark King-Peter Ebdon maçında olanlar gibi zorlu kararlar da vermeniz gerekiyor… Bize o pozisyondan bahseder misiniz?
Mark King’in vuruşunun ardından beyaz top orta cebe gitmişti. Haliyle faul kararı verdim ve devamında Mark masadan ayrıldı. Ancak köşe cebin hemen önünde kalmış olan bir kırmızı vardı. Kırmızı bir anda cebin içine düştü. Şahsen ben kırmızının içeri gitmesini son vuruşun bir parçası olarak değerlendirmedim. Kural kitabı böyle bir senaryoda kırmızıyı eski konumuna yerleştirmemiz gerektiğini söylüyor. Çünkü bir önceki vuruş sona erdi. En azından bana göre sona ermişti. Ben de bu sebepten ötürü kırmızıyı cepten çıkarıp yerine koydum. Oyunculardan özellikle bir tanesi bu karardan pek memnun olmadı. Bu tarz pozisyonlar biz hakemler için de enteresan olabiliyor ve bunlara önceden hazırlanma şansımız yok. Çok kısa bir süre içerisinde karar vermek durumundasınız. Bekleyemezsiniz, kural kitabına bakamazsınız, o anları kameradan tekrar ettirme imkanına sahip değilsiniz. Benim yapmaya çalıştığım da buydu. Sonunda bildiğiniz üzere kırmızıyı tekrar cebe koyduk. Kararımı oldukça spesifik bir nedenden dolayı değiştirdim. Maçın erken bir safhasındaydık ve bu olay Mark King’i fazlasıyla rahatsız etmişti. Ben de o an için bu olayı maçın dışında tutmanın daha doğru olacağını düşündüm. Bu karar kesinlikle tartışılabilir. Birçok hakem yanlış bulabilir ve kendileri aynı durumda yapmayı tercih etmeyebilir. Bunu gayet iyi anlıyorum ve şu an olsa kararımı değiştirmezdim. Fakat günün şartlarında doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım.
Artık siz ve Desislava Bozhilova gibi genç hakemleri oldukça önemli maçlar yönetirken görüyoruz. Peki yaptığınız meslekte tecrübe ne kadar önemli?
Mutlaka ki iş arkadaşı olarak yaşıtım insanlara sahip olmak güzel. Sadece yaşlı hakemlerin bulunduğu bir takımın parçası olsaydım biraz garip hissederdim. Doğal olarak kendi yaş grubumdaki insanlarla daha iyi anlaşıyorum, boş vakitlerimi genellikle onlarla geçiriyorum. Ancak günün sonuda önemli olan hakemin kalitesidir. Tecrübe hakemi geliştiren en önemli faktörlerden bir tanesidir. Fakat yaş bir kimsenin iyi bir hakem olacağını garanti etmez. Keza cinsiyet de bu konuda belirleyici bir etken değildir.
Maç yönetmeye düşük profilli PTC (Oyuncular Turu Şampiyonası) turnuvalarında başladınız ancak sonraları snooker’ın en büyük arenası Crucible’da yarı finale kadar yükseldiniz. Kalan hedefler neler?
Şimdiye kadar yedi kez sıralama turnuvası finali yönetme şansı buldum. Masters’ta, Birleşik Krallık Şampiyonası’nda görev aldım. Tabii Üçlü Taç finallerinin hepsini tamamlamak isterim. Ancak mutlaka ki bütün hakemler gibi benim de en büyük hayalim Dünya Snooker Şampiyonası’nda final yönetebilmek. Henüz 30 yaşındayım ve bir hakem için oldukça genç sayılırım. Eğer çizgimi devam ettirirsem bu başarının bir noktada geleceğini söyleyebilirim. Bir hakem olarak asıl amacım yalnızca snooker hakemliği yaparak bu işten hayatımı kazanabilmek.
NOT: Eckardt bu röportajdan kısa süre sonra 2020 Dünya Snooker Şampiyonası finalini yönetti.
Kariyerinizdeki en gurur verici an hangisiydi?
Birden fazla olduğunu söylemeliyim çünkü teke indirgemek hem zor hem de adaletsiz olur. 2015’te Berlin’de yönettiğim ilk final karşılaşması ile başlayabilirim. Benim için özel bir andı. Hem evimde hissediyordum hem de Tempodrom’da harika bir atmosfer vardı. Akılda kalıcı ve keyifli bir hatıraydı. Crucible’daki ilk maçım da kariyerimdeki mihenk taşlarından biridir. Bunun yanında mesleğim dünyayı gezmeme olanak sağladığı için ayrıcalıklı olduğumu düşünüyorum. Bu sayede belki de birçok insanın hayatı boyunca göremeyeceği yerler görüyorum. Bu anlamda çok şanslı hissediyorum.
Bu soruyu aslında kısmen cevapladınız fakat yine de sorayım: German Masters’ta, yaşadığınız şehir Berlin’de maç yönetmek nasıl hissettiriyor?
Benim için turdaki en özel turnuva olduğunu söyleyebilirim. Otelde kalmak yerine evime gidebiliyorum. Berlin’e taşındığım ilk yıllarda bu durum biraz tuhaf geliyordu. Turnuva ritmini yakalamakta zorlanıyordum. Şu anda buna tamamen alışık olduğumu söyleyebilirim. Arenaya toplu taşımayla yaklaşık 40-45 dakikalık bir mesafede oturuyorum ve her gün eve gidip geliyorum. İçeri dönecek olursak, Berlin’de hakemlik yapmak gerçekten çok keyfli. Seyirciler de son yıllarda oyun bilgisi anlamında mesafe katetti ve eskiyle arada çok fark var. İlk kez gelen insanlar nasıl davranacaklarını ve oyundan ne bekleyeceklerini bilmiyorlar, her vuruşu alkışlıyorlar. Yine de 10 yılın ardından büyük gelişme var. Ayrıca hafta sonu tribünlerde iğne atsanız yere düşmüyor. İnsanın masaya doğru yürürken dahi tüyleri diken diken oluyor. German Masters, kesinlikle takvimdeki en keyifli etkinliklerden bir tanesi…
Yönettiğiniz maçlarda hiç maksimum seriye şahit oldunuz mu?
Şimdiden beş tane resmi 147 görme şansım oldu. İlki, 2015’te Berlin’de Judd Trump tarafından inşa edilmişti. Sonuncusu ise bundan yaklaşık iki yıl önce Ronnie O’Sullivan tarafından yapıldı. Yeni bir tane daha yönetmenin vakti gelmiş de geçiyor…
Hakemlik mesleğinde idolünüz kimdi?
Hiçbiri. “En iyi hakem” diye bir kavramın varlığına inanmıyorum. Olsa bile bu birkaç hakemin karışımı şeklinde ifade edilebilirdi. Hepimizin güçlü ve zayıf olduğu yönler var. Dışarıdan bunların ne olduğunu söylemesi zor ancak bizler farkındayız. Yine de birini seçmek durumunda olsam yeni jenerasyon hakemlerden bir kişiyi tercih ederdim. Çünkü bizler eski jenerasyonun hatalarından çok şey öğrendik. Bir hakemi iyi yapan devamlı olarak kendini geliştirmesidir.
Son olarak, genç ve amatör hakemlere neler önerirsiniz?
Hakemliği gerçekten seviyorsanız tecrübe elde edebileceğiniz her fırsatı mutlaka değerlendirin. Televizyon izlerken hakemin davranışlarını takip edin. Ne yaptığını anlamaya çalışın ve kendinizi onun yerine koyun. Aynı pozisyonlarda siz olsaydınız duracağınız yer ve vereceğiniz karar hakkında düşünün. Bu benim eskiden devamlı olarak yaptığım ve hâlâ yapmayı sürdürdüğüm bir egzersizdir. Oyunu okumayı öğrenmek olmazsa olmazdır. Çünkü oyunu okuyamıyorsanız yanlış pozisyon alırsınız. Bu da sizin kötü bir hakem görüntüsü vermenize yol açar. Kısacası oyunu hissedebilmek ve buna uygun konum alabilmek bizim mesleğimizdeki en önemli özelliktir.
Röportaj: Efe Buğra Açıkalın