“Oyunun sinizmine, yozlaşmışlığına ve müzmin kapitalizmine rağmen futbolsever olmak perilere inanmayı, bir tür aptallığı ve ütopyacılığı gerektirir.” – Simon Critchley, Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz?
Marsilya deyince aklıma hemen farklı etnik kökenden göçmenlerin kimliğini oluşturduğu liman kentinde geçen iki film geliyor. Christian Petzold’un yönettiği Transit filminde, Cem Pekdoğru’nun K24 sitesinde yayımlanan eleştiri yazısında belirttiği gibi, geçmişle geleceğin konuştuğu Marsilya tasviri bizi âdeta şehre götürüyor. Petzold, başroldeki Georg’a Marsilya’nın banliyösünde göçmen bir çocukla futbol oynatmayı ve çocuğun odasına bir Marsilya posteri koymayı ihmal etmiyor. Jacques Audiard’ın çarpıcı eseri Un Prophete ise Korsika ve Müslüman alt kültürlerinin çatışması eşliğinde şehrin suç kimliğini tasvir ediyor. Futbol ve suç; kentin bu iki alt kimliğini ve etrafındaki başka unsurları temerküz eden, bu iki filmin de ötesine geçen yaşanmış bir olay var: Marsilya 1993, yönetmeni de Bernard Tapie.
Paris’te işçi sınıfı bir aileden çıkan Tapie, 1980’ler Fransası’nda zor durumdaki şirketleri satın alıp büyüterek bir servet yapmıştı. Tapie çalışkan, hırslı, ikna kabiliyeti yüksek, karizmatik bir iş insanıydı. Aynı zamanda televizyonlara çıkan, şarkı söyleyen, aktörlüğe meraklı biriydi. Buna rağmen başta sporla hiç alakası yoktu. Lakin Tapie’nin hayatını böylesine popülarite içeren bir alandan münezzeh kılmasına imkân yoktu. 1984’te şirketlerinden biri La Vie Claire ile bisiklet takımı kurup Bernard Hinault ve Greg LeMond ile art arda Fransa Bisiklet Turu kazanınca temas ettiği her yere bereket getiren bir şöhrete dönüştü. Bunu gören Marsilya Belediye Başkanı da 1984’te Ligue 1’e geri dönen Marsilya takımı adına Tapie’ye kulübü satın alması yönünde bir çağrıda bulundu. Berlusconi’nin Milan’ı aldığı dönemde Tapie de Marsilya kulübünün sahibi oldu. Geçen yıl L’Equipe’in hazırladığı Bernard Tapie, L’Affranchi adlı belgeselde söyledikleri bakış açısını anlatıyordu: “İnsanlar hep parayla ilgilendiğimi söylüyorlar. Kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyadayız. Sporda nasıl ölçüm kronometre ile yapılıyorsa kapitalizmde de para ile yapılır. Ben de bunun uzmanıyım.”
Kapitalizm ve spor ilişkisinin belki de ilk büyük örneklerinden biriydi. Hemen kesenin ağzını açan Tapie, takıma 1980’lerin sonunda Jean-Pierre Papin, Klaus Allofs, Mozer, Jean Tigana, Enzo Francescoli, Chris Waddle, Dragan Stojkovic, Abedi Pele gibi isimleri transfer edip üst üste dört lig şampiyonluğu kazandırıyordu. Bosman öncesi üç yabancı sınırı yürürlükte olduğundan Eric Cantona, Basile Boli, Frank Sauzee, Didier Deschamps gibi Fransız yetenekleri de toplamıştı. En son şampiyonluğunu 1972’de, yani kentin en büyük kahramanlarından Zidane’ın doğduğu yıl alan Marsilya için hanedanlık dönemiydi. Ama lig şampiyonlukları Tapie’yi tatmin etmeyecekti. Önce 1989’da Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynadılar, Benfica’ya elendiler. Tapie’nin “Ben çabuk öğrenirim. Bu bir daha olmayacak” demesi belki de karanlık geleceğin habercisiydi.
Tapie, o dönemde François Mitterand’ın kabinesine de dahil olmuştu. Bir yandan Stade Velodrome’un meşhur multikültürel güney tribünündeki taraftarla konuşurken bir yandan Mitterand ile görüşüyordu. Takımın genel menajeri Jean-Pierre Bernes yine L’Equipe belgeselinde şöyle diyordu: “Tapie her şeye kadirdi, her yere yetişirdi. Herkesi kendi tarafına çekebilirdi. Beni de gecenin üçünde arayıp bir şey sorabilirdi. Sanki hiç uyumazdı.” 1991’de kulüp tarihindeki ilk Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’ni Bari’de Kızılyıldız’a kaybeden ve 1992’de de erken elenen Marsilya’da Tapie iyice hırslanmıştı. Takıma Alen Boksic, Rudi Völler, Marcel Desailly gibi isimleri de katmıştı. O yıl ligi yine PSG ve Monaco’nun önünde kontrol ederken Avrupa’da da sırasıyla Glentoran ve Dinamo Bükreş’i elediler. Sonra Rangers, CSKA Moskova ve Brugge ile aynı gruba düştüler. Rangers’ın önünde son anda lider bitirince diğer grup lideri Berlusconi’nin Milan’ı ile finale çıktılar. Milan favoriydi. Ancak Basile Boli’nin 44. dakikada attığı beklenmedik kafa golüyle şampiyonluk geldi. Dört dakika önce sakatlanan Boli’ye oyunda kalmasını söyleyen de Tapie’den başkası değildi. Ama Marsilya’nın meşhur mistral rüzgârı, yerini fırtınaya bırakmak üzereydi.
Şampiyonluktan iki hafta sonra Marsilya’nın ligde 1-0 kazandığı Valenciennes maçında şike yaptığı ortaya çıktı. Eydelie, Valenciennes forması giyen, Nantes’tan eski takım arkadaşlarına para göndermişti. Planı yapan Tapie ve genel menajer Bernes’ti. Dava sonucu Marsilya’nın lig şampiyonluğu elinden alınırken Tapie ve Eydelie hapse girmişlerdi. Akabinde o yıl grubun son kritik Brugge ve CSKA Moskova maçlarıyla ilgili şüpheler de ortaya çıktı. Barcelona’yı eleyip gelen CSKA’yı Marsilya’nın 6-0 yenmesi yadırganmıştı. Eydelie daha sonra yazdığı kitapta hem CSKA’lıların içeceklerine ilaç konduğundan hem de 1993 Finali öncesi takımca doping yaptıklarından söz edecekti. Yozlaşma had safhadaydı. Arsene Wenger o dönem için “Fransa futbolunun en kötü günleri” dese de davalar sonuçsuz kaldı ve Şampiyonlar Ligi’nin ilk resmi sezonunda kupayı kazanan takım değişmedi. O günden beri bir Fransız takımı kupayı kazanamıyor. Yakın zamanda kanseri yenen Tapie ise spordan uzakta. Adorno’nun “Doğru hayat gerçekten mümkün mü, yoksa yanlış hayat doğru yaşanamaz iddiasıyla mı yetineceğiz?” sözü misali bugün şehirde hâlâ Zidane’dan daha popüler. Ayrıca onun öncülerinden biri olduğu zengin takım sahipleri ekolü futbola hükmediyor. Acaba ilk Şampiyonlar Ligi şikeden iptal olsa günümüze ne kalırdı? PSG ve Manchester City kabahatlerine rağmen yine ceza almazlardı sanırım. Filler tepişir, çimenler ezilir misali. Her ne kadar Tapie’nin kendi filmi farklı sonlanmış olsa da…
Bu sayı; hem çarpık düzene rağmen yılmadan mücadele edenler hem de ütopyacı sporseverler için…