Bu yazı ilk olarak Socrates’in Kasım 2018 sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
Zamanında New York Times, Albert Einstein’la röportaj yaparken “Tüm zamanların en büyük bilim insanı” tanımını kullanır. Einstein karşı çıkar. Röportajı yapan gazeteci “Sadece izafiyet teoriniz bile sizi çok özel bir yere koyuyor” dediği zaman ise “Her şeyden önce izafiyet, benim teorim değil. Bu alanda daha önce emek vermiş onlarca, yüzlerce bilim insanının geldiği noktaya benim eklediğim son bir tuğla sadece” yanıtını verir. Einstein değil, hemen hemen tüm bilim insanları söz birliği etmişcesine aynı fikirde buluşur. İlerleme kolektif bir üretimdir. Belli kişiler, belli koşullarda sıçramalar yapıp yeni platolara ulaşabilir ama ilerleme binlerce paydaşın ortak üretimiyle gelir.
Bugün basketbola pace and space, yani tempo ve alan paylaşımı oyunu hâkim. Sürekli evrimleşen oyunun en keskin değişimini izliyoruz son on yılda. Pek çokları bu oyun şeklinin kâşifi için Paul Westhead veya Mike D’Antoni’yi işaret ediyor. Bilim insanlarının aksine koçlar daha güçlü egolara sahip olmalarına karşın Westhead ve D’Antoni de bu konuda krediyi almak (en azından tamamen almak) konusunda isteksiz. Bunun kolektif bir olgunlaşma olduğundan bahsediyorlar ve kendilerinden önce denemeler yapan diğer koçları nasıl izlediklerini, onlardan neler aldıklarını aktarmayı tercih ediyorlar. Haklılar elbette. Ancak aynı bilimde olduğu gibi zamanının çok ötesinde yer alan pek çok isim, bulundukları şartların izin vermemesi, basit tuzaklara düşmeleri, şanssızlıkları gibi sebeplerle, özetle pek çok dış veya iç faktörün olgunlaşmaması nedeniyle istenen sonuca ulaşamıyor. Westhead’in Denver Nuggets’ı veya D’Antoni’nin Phoenix Suns’ı şampiyon olamadı belki ama bu, koçların yanlış yola gitmesi sebebiyle olmadı. Eksik olabilir ama yolun yanlış olmadığını biliyoruz artık. Üstelik tamamen yanlış uygulamalar yapmış olsalar bile bu onları takip edenlere deneme-yanılma yolculuğunda mesafe kazandırmış sayılır.
Basketbolun stratejik olgunlaşmasında çok önemli isimlerden biri de Tex Winter’dı. Geçtiğimiz aylarda aramızdan ayrılan Winter, tempo ve alan paylaşımı oyununun en önemli bileşenlerinden birini kullanan, işin alan paylaşımı kısmında en büyük devrimlerden birine imza atan isimdi. Bugün D’Antoni ve Westhead’in de en çok kredi verdiği isimlerden biri Winter. Ancak Winter’ın yeri diğer tüm koçlardan biraz ayrı. Çünkü o bugün gelinen noktaya önemli bir yapıtaşı koymuş olsa da pek çok meslektaşının aksine sürekli daha iyinin arayışı içinde değildi. Triangle Offense yani Üçgen Hücum adını verdiği sistemin nihai ve mutlak olduğuna inanıyordu. Aslında başta kariyeri olağanüstü başarılarla dolu da değildi. Zaten çoğunluğu Kansas State Üniversitesi’nde geçen başantrenörlük kariyerinde iki kez Final Four gördü. NBA’de ise 1970’lerin ortasında bir buçuk sezon çalıştırdığı Houston Rockets’ta fazla başarılı olamadı.
Kansas State’ten sonra gittiği Washington, Long Beach State ve Northwestern üniversitelerinde de Rockets’ta da oyuncularıyla Üçgen Hücum ilkelerine uymadıkları için çatışmıştı. Pek çokları onu fazla inatçı buluyordu. O da inat etti ve 1980’lerin başında “Benim istediğim gibi oynamayacaklarsa yokum” diyerek emekli olmaya karar verdi. Yakından tanıyanlar Winter’ın bu pek de uzlaşmaz tutumunu iyi biliyordu. Nuh deyip peygamber demeyen biriydi. Üçgen Hücum’a sonuna kadar inanıyordu ama bu sistemle istediği sonuçları alamadığı zaman kadroya uygun şekilde biraz esnetmesini savunan herkese “Oyuncular en iyiyi oynamak istemiyorlarsa onların sorunu. Benim sorunum en iyiyi oynatmak” diyordu. Yıllarca uğraştı. Pek çok oyuncusuyla ciddi görüş ayrılıkları hatta kavgaları oldu. Bir adım geriye atmadı ve sonunda “Bırakıyorum” dedi.
Yine de ona inanan pek çok kişi vardı. Louisiana State Üniversitesi koçu Dale Brown kendisine “Madem derdin sistemi oynatmak. Bırak, oyuncu ilişkileri gibi sevmediğin konuları ben halledeyim. Sen hücumun patronu ol. Asistanım olur musun?” diye sormuştu. Winter kabul etti etmesine ama orada da işler çok iyi gitmedi. Bir sene sonra, 1984’te oyuncularla ciddi bir tartışma sonrası ayrıldı. O yaz beklenmedik bir şey oldu ve Chicago Bulls genel menajeri Jerry Krause, koç Doug Collins’in hiç tanımadığı, bırakın Collins’i, NBA’de de çok bilinmeyen Winter’a asistan koçluk teklif etti. Kolej oyuncularıyla sürekli çatışan tecrübeli ismin önceki NBA macerası zaten ortadaydı. Dolayısıyla o noktada profesyonel oyuncularla da iyi geçinmeyeceğini tahmin etmişsinizdir. Nitekim Doug Collins’in de seçmediği bir isim olduğu için maskelenmesi mümkün olmadı.
Tex Winter daha ilk sezonunda Michael Jordan’la tartıştı. Jordan’la tartışıp hayatına devam etmek kolay değildi elbette ama özellikle kendisine inanan diğer asistan Phil Jackson’ın arabuluculuğu ve genel menajer Krause’un koruması sayesinde görevine devam etti. Fakat asıl mesele Winter ile koç Collins arasındaki felsefe farkıydı. Collins’in hücumda asıl prensibi -kendi ifadesiyle- “Topu Michael’a verin, defolup gidin şeklindeydi. Fırtınalı üç sezonun ardından Collins’in görevine son verildi ve Phil Jackson başa geçti. Tarih de orada yazılmaya başlandı.
Sonrası malum. Tarihin en özel oyuncularından biri ve en özel takımlarından biri ortaya çıktı. 1991-1998 arasında sekiz sezonda altı şampiyonluk geldi. Winter, bu deneyimin ardından Jackson’la birlikte gittiği Los Angeles Lakers’ın beş şampiyonluğunda da pay sahibiydi. Bir zamanlar oyuncuların isyan ettiği, pek çok kişinin “Uygulanamaz” dediği Üçgen Hücum da artık “taktik deha” olarak yorumlanıyordu.
Başta dediğimiz gibi deha bir süreçtir. Gelişimde bir nihai nokta olması çok çok istisnai konular için geçerlidir. Nitekim aynı Phil Jackson, 2010’larda New York Knicks’in başkanı olarak başarısız olduysa bunda Üçgen Hücum’da ısrar etmesinin rolü büyük. Üçgen artık günümüzde demode ve verimsiz. Jackson ile Winter bunu kabul etmediler ve sistemin iyi uygulanmadığı için başarısız göründüğünde ısrar ettiler. Devrin değiştiğini kabul edemeyen inatçı ihtiyarlar oldular bir anda. On sene önce deha diye hitap edilen, tarihin gördüğü en başarılı koçlardan ikisinden bahsediyoruz. Elbette değişim saygınlıklarından bir şey götürmedi ama kendini yenileme konusunda bir başka referans noktası oldu.
Ancak takvimi 1989’a geri sararsak Üçgen Hücum’un Bulls’ta ilk uygulandığı dönemde ne denli devrimsel bir oyun olduğunu iyi anlamak gerek. Aslında temel prensipleri basit ama hâkim olması zor, fazla zaman isteyen bir düzen Üçgen Hücum. Temeli sahada topun olduğu noktada bir üçgen oluşturmaya dayanıyor. Adı üstünde zaten. Eşkenar bir üçgen olması en kritik nokta. Yani köşe görevi görerek üçgeni oluşturan üç oyuncunun birbirlerine olan mesafesi mümkün olduğunca eşit olmalı. Diğer iki oyuncu ise topun olmadığı zayıf tarafta bu aksiyona müdahil olmamalı. Tepe veya iki yanda da olabilir bu üçgen. Sonra birçok yan prensiple oynanan ikili oyunlara, izolasyonlara, topsuz koşulara sahip. Savunmanın durumu ve eşleşmelere göre reaksiyon veren bir düzen bu. Şimdilerde tempo ve alan paylaşımının tam sahada yaptığı aslında aynı prensipler üzerine kurulu. Bir noktada Beşgen Hücum’a evrildik… Üçgen başta o yüzden eksik kaldı. Ama temel prensipler aynı. O yüzden de tempo ve alan paylaşımının atası Üçgen.
1980’lerin sonunda ve 1990’larda NBA’e hâkim olan basketbol, hepimizin bildiği söylemlerle özetleniyordu. “Bir takım, oyun kurucusu kadar konuşur” veya “Pivotun kadar iyisin” gibi. En önemli iki rol, oyun kurucu ve pivottu. Üçgen’de ise kanat oyuncuları daha aktif kullanılıyordu. Dolayısıyla sistem, iyi oyun kurucusu veya pivotu olmayan Chicago için biçilmiş kaftan oldu. Bulls; Bill Cartwright, Luc Longley, Will Perdue gibi pivotlarla ve Ron Harper, BJ Armstrong gibi oyun kurucularla şampiyon oldu. Lige o dönemde damga vuran takımlara bir bakarsak John Starks ve Patrick Ewing’li New York Knicks’ten, Tim Hardaway ve Alonzo Mourning’li Miami Heat’ten, John Stockton ve Karl Malone’lu Utah Jazz’den, Gary Payton ve Shawn Kemp’li Seattle SuperSonics’ten, Sam Cassell ve Hakeem Olajuwon’lu Houston Rockets’tan bahsedebiliriz. Ortak noktaları ne? Dominant bir pota altı oyuncusu ve genelde iyi bir oyun kurucu. Bulls ise ana oyun kurucusu olarak üç numaradaki Scottie Pippen, dominant pota altı oyuncusu olarak da iki numaradaki Jordan’ı belirlemiş bir takımdı (Jordan en fazla boyalı alan sayısı bulan isimdi. Gerçi her yerden en çok sayı bulan oydu.)
Eldeki personelin bu sistemin başarılı olması için ilk ve olmazsa olmaz ön koşul olduğu kesin. Ama o personelin kullanımını da sistemin sağladığını da atlamamak gerek. Jackson’ın Winter’ı maskelemesi mümkün olunca takım destanlar yazdı. Gerçi Winter o dönemde de hiç mutlu değildi. Pozisyon hatası yaptığı zamanlarda Pippen’la hatta Jordan’la bile tartışıyordu. Bir röportajında “Jordan olması değerli elbette ama doğru oynaması gerekiyor. Benim için planın bir parçası ve yapması gereken bir rol var” demişti. Sonra, Lakers’ta dominant bir pivotla, Shaquille O’Neal’la da bu defa Üçgen’in içerdeki ucunu daha etkili kullanınca sistemin çok yönlülüğü de teyit edildi. Winter ve prensipleri gerekli saygınlık eşiklerini aşınca da Kobe Bryant’a “Yanlış yerde duruyorsun” diye bağırdığında pek gerginlik çıkmadı. Winter’ın sözleri bilge öğretiler gibi algılanmaya başladı. Sistemi ona inandırmadan uygulatmak, doğru uygulama olmadan da istenen sonuçlara ulaşmak imkansız. Winter uygulamayı bulunca sonuçları da sahaya yansıdı.
NBA’de başarı taklit edilir. Üçgen Hücum’u denemek isteyenler oldu elbette ama detaylarının zorluğu ve oyunculara tanınan özgürlüklerin dağınıklıkla sonuçlanması felaket sonuçlar getirdi genelde. Bugün aynı alan paylaşımı ve oyuncu tercihlerine bırakılan açık uçlu düzen basketbolun temeli. Fakat aynı zamanda oyuncular da daha donanımlı ve esnek. Nitekim o yüzden Üçgen’den Beşgen’e evrilip daha da hızlandık. Ama Winter bu temel prensibi çok önceden görmüştü. Zırhlı, kılıçlı ortaçağ döneminde doldurmalı tüfekle ilk savaşan oldu. Bugün herkeste makineli tüfek var. Ama tarih, ilk o iptidai tüfekle değişti. Üçgen, alan paylaşımı ve mesafeleri ön plana çıkarıyordu. Şimdi onu daha hızlı ve daha çok oyuncuyla yapıyoruz sadece.