Süper Lig’de bir ‘yeni sezon’ daha başlıyor. Alışkanlıklar hemen hemen aynı. Beklentiler ise her kesimin daha farklı. Biz de yeni sezon öncesi oyunun aktörlerine yeni sezondan beklentilerini sorduk. Teknik direktörlerden Aykut Kocaman, futbolculardan Bekir İrtegün, basından Güntekin Onay, hakemlerden Fevzi Murat Tanırlı, taraftarları temsilen ise Taraftar Hakları Derneği’nden Burkal Efe, kendi açılarından yeni sezonu değerlendirdi. Ligin aktörleri dışında, Süper Lig kariyerine geçtiğimiz sezonun devre arasında virgül koyarak Manisaspor forması giymeye başlayan Berk Neziroğluları da görüşlerini aktardı.
Aykut Kocaman (Konyaspor Teknik Direktörü)
Süper Lig’deki teknik direktörlerin bu sezondan beklentileri ne olabilir?
Herkesin kendi dünyası, beklentileri, hayalleri olduğundan bunu net olarak bilmek olası değil. Ancak “Ne olabilir?” sorusu üzerine konuşabiliriz. Benim dünyamdan bakınca, teknik direktörlerin öncelikle hem kendileri hem de bulundukları kulüple ilgili bir tespit yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Kulübün tarihsel geçmişi ve güncel değerlerinin ne durumda olduğunun tespiti yapıldıktan sonra sezonla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilirler ki bu bile çok yeterli olmayabiliyor. Futbol bu anlamda çok güzel bir oyun, yapılan bütün analizlerin, sezon öncesi değerlendirmelerin tersine düşen sonuçlar verebiliyor. Bence en önemli tarafı bu durum tespiti. Bir sezon öncesinden kalanlar, yeni sezonda gelenlerle beraber neler olabileceğini hesaplamak ve bu güç değerlendirmesinin ardından bireysel anlamda “Takıma ne katabilirim?” diye düşünmek gerekiyor. En azından ben mesleğimi bu şekilde icra etmeye çalışanlardan bir tanesi olduğumu söyleyebilirim.
Teknik direktörlerin ortak problemleri açısından düşünürsek, bu sezondan ne beklerdiniz? Örneğin her kafadan bir ses çıkması ve sürekli size işinizi öğretmeye çalışan birilerinin olması, önemli bir problem gibi…
Oralara girersek zaten çıkamayız, dipsiz bir kuyu orası. Teknik direktörlerin ortak sorunlarını düşündüğümüzde aslında bunun bizim toplumsal sorunlarımız olduğunu görürüz, hiçbiri toplumumuzun sorunlarından bağımsız değil. Temel sorun şu: Pek çok insan -ki teknik direktörlerin kendi içinde de aynı sorunlar var- kendi işi, kendi işindeki sorunlar, yapabildikleri ya da yapamadıkları, nasıl yapabildikleri ya da neden yapamadıkları sorularını es geçip başka şeyleri konuşmayı ve başkasının işleri hakkında fikir yürütebilmeyi çok kolay görüyorlar. Teknik direktörlerin de temel problemi bu olduğu gibi kulüplerin de, hatta ülkenin de temel problemlerinden biri bu gibi görünüyor. Benim teknik direktörlük yapan biri olarak hep tarif etmeye çalıştığım şeylerden bir tanesi şudur; alan işgali var. Aslında teknik direktörlerin gelecek sezonlarda çözmek isteyecekleri problem herhâlde burası olacaktır, bunu ne kadar becerebilirler onu da tabii bilemiyorum. Biraz da bireysel beceriye bağlı bir şey; çünkü ortam size bunu sunmuyor, ancak kendi davranışlarınızla, konuşmalarınızla, düşüncelerinizle kendinize bir alan açabiliyorsanız çözebiliyorsunuz bunu. Yoksa çok kolay bir şey değil, zira medyanın, yöneticinin, taraftarın muazzam bir alan işgali var. Herkes kendi alanını genişleterek birbirinin alanını ihlal etmekle meşgul olunca, kendi alanında kalarak işinle ilgilenme ve işinle gelişme ihtimalin de dolayısıyla az oluyor.
Yabancı sınırının kalkması bu sezona nasıl etki edebilir? Yeni kural, orta ve alt sıra takımları için bir avantaj ya da dezavantaj teşkil ediyor mu?
Bunu biraz da yaşayarak göreceğiz. Yabancı serbestîsine yakın bir durum oluştu, tam serbestlik olmasa da 14 tane yabancıyı kadronuzda tutabiliyorsunuz, 11’ini aynı anda oynatabiliyorsunuz. Daha önce hiç böyle bir durum olmamıştı ve bunu deneyecek Türkiye şimdi, sonuçlarını görecek. Benim buradaki genel kaygım, bunu elbette göreceğiz ama gördükten sonra sonuçlarını çıkaramayacağız biz, sonuç çıkaran bir yapımız yok. Dolayısıyla, “iyi olmuş”, “kötü olmuş” gibi sıradan birtakım yorumlarla geçiştireceğiz. Avantaj-dezavantaj konusuna benim tarafımdan bakılırsa, ilk planda Anadolu takımları için avantaj yaratabileceği görünüyor. Ancak bununla beraber getireceği sorunlar da var. Anadolu takımları bu kadar yabancıyı bir arada tutabilecek, onları kontrol edebilecek, onların hem mesleki hem de yaşamsal geleneklerini, beklentilerini bir potada eritebilecek yapıda gözükmüyor. Tabii bunu kendi gördüklerim itibariyle söylüyorum, mutlaka farklı olanlar vardır. Bir taraftan dünya pazarında şu anda belli bir para limitine girdiğiniz zaman o limite sokabileceğiniz çok oyuncu var, bu bir avantaj. Bunlardan doğrularını yakalayabilmek, büyük avantaj. O doğru isimleri yakaladıktan sonra onları bir potada eritebilerek aynı amaç doğrultusunda yönlendirebilmek çok daha büyük bir avantaj. Ancak bu avantajlar silsilesini yakalayabilmek çok da kolay değil, dolayısıyla getireceği avantajlarla sebep olabileceği dezavantajlar sanki at başı gidecek gibi görünüyor. En başa dönerek söylemek gerekirse, bu seneyi biraz yaşayarak ve öğrenerek geçireceğiz.
Ligde alt taraf ve üst taraf birbirine ne kadar yakın olur? Üst taraf erkenden kopar mı?
Üç puan sistemi geldiğinden beri hemen hemen her sezon kopmalar yaşanıyor. Önümde istatistiksel veriler yok ama son 10 sene için şöyle bir zihnimi yoklayarak konuşuyorum, bizim ligi de içine katarak Avrupa’nın tüm önemli liglerinde en azından son 10 haftada farklı hedeflerdeki takımlar birbirinden kopuyor. Dolayısıyla kopmayacağını söylemek biraz daha zor, mutlaka yaşanacaktır, ancak koparanların hangi takımlar olacağını tahmin etmek çok daha zor.
Bekir İrtegün (Medipol Başakşehir futbolcusu)
Yeni sezonda nasıl bir lig bekliyorsunuz?
İlk önce tabii yapılan transferler ve yabancı kuralından başlamalı. Herkesin beklentisi “Acaba daha kaliteli bir lig görebilecek miyiz?” şeklinde. Yeni transferler var, dünya yıldızları var. Anadolu takımları bu yıldızları barındıran takımlara karşı nasıl bir tepki gösterecek? Biz, taraftarlar tekrar tribünlere dönecek mi, örneğin benim çocukluğumdaki gibi ya da 7-8 yıl öncesinde olduğu gibi bir tribün ortamı sağlanabilecek mi, bunu merak ediyoruz. Bizde olduğu gibi taraftarlarda da lig konusunda büyük bir merak var. Bu yüzden ben bu sezon katılımın daha yüksek olacağını düşünüyorum.
Bu sene ligde ayrıca yabancı sınırı kuralının etkilerini de görmeye başlayacağız. Bence bu kuralı koyanlar dâhil kimse sonuçlarının ne olacağını tam olarak bilemiyor. Bu sezondan itibaren bunun etkilerini de tecrübe ederek hep beraber göreceğiz. Yabancı sınırı meselesinin ülke futbolunu nasıl etkileyeceği tamamen zamanla alakalı. O yüzden yaşayıp göreceğiz diyebiliyorum. Ama benim hissiyatım çok da düşünüldüğü kadar faydalı olmayabileceği yönünde. Çünkü “İyi futbolcu her yerde oynar; yabancı varken de oynar” dense de, bu bence futbol kültürü daha gelişmiş ülkelerde böyledir. Bizim ülkemizde yönetim, altyapı ve pek çok başka etkene bağlı olarak çoğu zaman yabancı bir adım öndendir yerli futbolcudan. O nedenle yerli futbolcu sanıldığı kadar yer bulamayabilir. Ama dediğim gibi, bu sene geçiş dönemi. Ve her geçiş gibi bu da sancılı olacak.
Bu sene Süper Lig gibi, benim için de bir geçiş senesi diyebilirim aslında. Kendi adıma önemli bir geçiş yaşıyorum. Altı yıl Fenerbahçe gibi bir camiada bulundum, futbol oynadım. Belli bir düzenim, alışkanlıklarım vardı; maç düzeni, Avrupa, derbiler… Bunlar tamamen değişti ve şimdi yeni bir camiada; çok güzel yönetilen bir kulüpte takım arkadaşlarımla, hocalarımla yeni motivasyonlara sahibim. Ben de bu kulüpte neler yapabileceğimi merak ediyorum. Verebildiğim kadar katkıyı verebilmek amacındayım. Tabii bu sadece benim motivasyonum değil; takım arkadaşlarım da bu şekilde düşünüyor. Geçen seneki başarımın ya üzerine çıkmak ya da o seviyeyi yine yakalamak istiyorum. Gönül isterdi ki Avrupa Kupası’ndan elenmeyelim. Güçlü bir kura çekmemize rağmen elenmeyebileceğimizi düşünüyordum. İlk maçtaki kırmızı kart gibi olumsuz gelişen olaylar olmasaydı, daha farklı bir ikinci ayağı olabilirdi maçın. Açıkçası herkes çok üzüldü, ben kendi adıma çok üzüldüm. Çünkü Avrupa’da tekrar olmayı, o tecrübeyi yine yaşamayı çok isterdim.
Bu sene ligdeki tüm yerli futbolcular için bir başka motivasyon daha var. Önümüzde Euro 2016 var ve tabii bu da hepimiz için motivasyonun bir parçası. Gidemezsek bu, milli takımda bir jenerasyonun değişmesi anlamına gelecek tabii. Bu da var. Ama düdük çalmadan maç bitmez; ben hep bu şekilde düşünürüm.
Berk Neziroğluları (Manisaspor futbolcusu)
Yeni yabancı kuralı, alt liglerdeki oyuncular için ne ifade ediyor? Süper Lig hayallerini uzağa itiyor mu?
Kendi adıma konuşursam, yeterli özgüvene sahibim, dolayısıyla kişisel olarak çok etkilenmedim ancak tabii ki yeni kural genel olarak yerli oyuncuların önünü tıkıyor. Takımlar, 14 yabancı hakları varsa, bunu mutlaka doldurmak istiyor. Transfer yapmak için transfer yapınca da her gelen yabancı buradakilerden daha iyi oyuncu olmuyor. Ne yazık ki Türkiye’de yerli ve yabancı oyunculara olan bakış açısı çok farklı. Çok sağlıklı bir değerlendirme yapıldığını düşünmüyorum, yabancı oyunculara çok daha toleranslı davranılıyor. Hâl böyle olunca altyapılara da gerekli yatırım yapılmadığı gibi, çıkan oyuncularda da pek ısrar edilmiyor. Hâlbuki birkaç maç şans verilse karşılığı alınacak. Yeni kural, bu şansı bulmayı daha da zorlaştırdığı için ben olumsuz karşıladım.
Güntekin Onay (NTV Spor spikeri)
Yeni sezonda nasıl bir lig tahmin ediyorsunuz?
Robin van Persie, Nani, Podolski, Mario Gomez, Samuel Eto’o gibi bütün dünyanın tanıdığı, kendisini fazlasıyla ispat etmiş yıldızlar ligimizde top koşturacak. Bu farklı bir beklenti getiriyor. Oyuncu kalitesi yükseldikçe, oyun kalitesi de görsellik de artar. Ama benim gördüğüm kadarıyla Anadolu takımları transferde çok geç kaldı veya sessiz kaldı. Ben diğer ekiplerin çok güçlenmediğini söyleyebilirim. Belki biz biraz güç kazandık diyebiliriz. Ama genel anlamda şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi yarışının büyük bir heyecana sahne olacağını öngörebiliriz.
Şampiyonluk için öne çıkan üç İstanbul takımını yeni sezon öncesi nasıl değerlendirirsiniz?
Fenerbahçe en çok kabuk değiştiren takım oldu. Teknik direktör değişti. Büyük bir değişim yaşanıyor. Bu kolay bir hadise değil. Bambaşka bir takım inşa etmek ve yeni bir anlayışla sezona girmek gerek. Bunu sağlayacak olan kişi de Vitor Pereira. Bütün yük onun omuzlarında. Elinizde iyi ve zengin bir kadro olabilir ama saha içi organizasyonunu sağlamak ve saha dışını yönetebilmek hüner ister. Pereira’nın bunu yapıp yapamayacağını zamanla göreceğiz. Fenerbahçe’nin kadrosu gerçekten çok güçlü. Hatta şunu net bir şekilde söyleyebilirim; futbol sahası 105×68 değil de 120×80 olsa; oyunu da 11 kişi değil de 13-14 kişi oynasa Fenerbahçe bu ligde çok rahat şampiyon olurdu. Ama futbol 1 1 kişiyle oynanıyor. Bu transferlerin bazıları dışarıda kalacak. Mesela Josef alındı; belki Mehmet Topal, belki Meireles dışarıda kalacak. Belki Sow, belki Fernandao yedek kalacak. Oyuncuların yeri garanti değil. Nasıl bir takım çıkacak, Pereira nasıl bir sistem yaratacak hepsini zamanla göreceğiz. Kadrolar değil takımlar şampiyon olur. Ekip ruhu ve yardımlaşma oturursa Fenerbahçe şampiyonluğun en güçlü adayı olur. Zaten uluslar arası bahis şirketlerine bakarsak orada da Fenerbahçe favori gösteriliyor.
Galatasaray son bir yılda üç kupa kazandı. Bu küçümsenecek bir başarı değil. Bana göre ülkenin en değerli oyuncuları; Muslara, Sneijder, yıllardır ligi domine eden Selçuk Galatasaray’da yer alıyor. Galatasaray o iskeletini korudu. Felipe Melo da kaldı. Gücünü kaybetmediği gibi, Podolski, Jose Rodriguez, Carole transferleriyle güç de kazandı. Galatasaray dinamik ve hızlı bir takım değil. Yavaş futbol oynuyorlar. Emniyetli bir şekilde oynamaya çalışıyorlar. En azından ligin son 7-8 haftasında böyleydi. Bursaspor ve Inter maçlarında da bunu gördük. Oyunun çok büyük bölümünde rakibine üstünlük kurmuyor, rakip yarı sahada da oynamıyor. Galatasaray’ın biraz daha hızlanması, dinamikleşmesi ve tempo kazanması lazım. Galatasaray bu lig yarışını sürdürür ama Şampiyonlar Ligi için bu kadronun yeterli olacağını düşünmüyorum.
Beşiktaş aslında çok önemli transferler yaptı ama asıl eksik yerlerine transfer yapmadı. Herkes Mario Gomez geldi diye çok heyecanlanıyor. Evet, çok büyük bir santrfor ama Gomez, Demba Ba’nın yerine geldi. Yani geçen sezon resmi maçlarda 27 gol atmış takımın yıldızı yerine geldi. Belki daha kaliteli ve kariyerli bir futbolcu transfer etti ama bir boşluğu kapatmadı. Sivok gitti, Rhodolfo geldi. Rhodolfo belki Sivok’tan daha iyi oyuncu ama yine eksik yerine almadı. Ersan’ın yerine alsaydı büyük bir hamle olurdu. Her iki bekteki sorunlarını halletti ama orta sahada çok önemli eksikler ortaya çıktı. Hem Tolgay ve Veli şu an yok hem de bu bölgeye transfer yapmadı. Orada ciddi bir sıkıntı var. Futbolda oyun orta sahada kurulur, ataklar orada başlar, oyun orada şekillenir. O yüzden Beşiktaş’ın burada çok önemli bir hamle yapması lazım. Mevcut kadroda bir tek Quaresma, artı katkı gibi gözüküyor. Olcay, Sosa, Gökhan Töre üçlüsü oynuyordu; şimdi Quaresma da var. Beşiktaş’ın forvet arkası güçlü oldu. Rakiplerin korkacağı yaratıcı oyuncular var. Önde de Gomez var. 4-2-3-1’in 2’sine bir transfer yapabilirse çok güçlü bir takım olur. Ama yine de kadroda hala çok büyük eksikler var.
Murat Fevzi Tanırlı (Eski Hakem)
Hakemlerin yeni sezondan beklentisi ne olabilir? Nasıl bir sezon olacak sizce hakemler açısından?
2012 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı kapsayan süreci de dahil ederek son 2-3 yıllık periyotta Türkiye’de hakemliğin ekseni hiç şüphesiz ki çok ciddi oranda değişmiştir. Çok uzun geçmişe gitmeye gerek olmadan, sadece 10 yıl öncesine kadar hakemliğe veya yeni sezonlara başlarken gözlerinizi kapatıp kurduğunuz en büyük hayal, gün geldiğinde Ali Sami Yen’de, Saracoğlu’nda, İnönü’de maç yönetebilmek ve o müthiş atmosferlerde çimenlere basabilmek, on binlerin önünde oynanan derbilerde görev alabilmekti. FIFA hakemi sıfatına sahip olmanın, formanıza taktığınız kokarttan ve birkaç ülkeye turistik seyahatten başka bir anlamı olmadığı dönemlerdi. Avrupa kupalarında üçüncü sınıf takımların maçlarını yöneten Türk hakemliği döneminden; Cüneyt Çakır önderliğinde başlayan Şampiyonlar Ligi serüveninin yine kendisiyle 2012 Avrupa Şampiyonası’nda Portekiz-Hollanda yarı finalinden 2014 Brezilya Dünya Kupası’nda Hollanda-Arjantin yarı finaline, 2015’te Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona-Juventus finaliyle ‘şimdilik’ noktalandığı inanılmaz ve tarifsiz bir başarıya giden döneme geçildi.
Avrupa’da ‘önemli maçlarda’ görev alan hakem sayımızın artması; Çakır dışında Fırat Aydınus, Hüseyin Göçek gibi diğer FIFA hakemlerimizin gerek kulüp gerek ulusal takım bazında kritik müsabakalarda görevlendirilmesi, hakemliğin ufkunu önemli ölçüde genişletmiştir. Dolayısıyla bugün hakemliğe başlayanlar Camp Nou’da, Allianz Arena’da, Bernabeu’da, Old Trafford’da, Westfalen’de, Stamford Bridge’de düdük çalmanın, dünya yıldızlarıyla aynı sahnede yer almanın ve gerçek futbol coşkusunu yaşayabilmenin uçuk bir hayal değil, olası bir hedef olduğunu ve bu hedefe yürünebileceğini hissetmektedir ki bu bir devrimdir. Elbette hakemlerimizin gayretleri, çalışmaları ve başarı yönetimleri önemli ancak bu devrimde çok önemli yere sahip UEFA Hakem Komitesi Üyesi Jaap Ulenberg’in ismini anmadan geçmek Türk hakemliğinin Avrupa’da ve dünyada geldiği nokta adına büyük haksızlık olur.
Ülkemizdeki ‘hakem’e bakış açısı, Fair-Play çizgisi, tribün adabı gibi pek çok noktadan tartışabileceğimiz futbol kültürümüzdeki sıkıntılar, en ufak hakem hatasının anlamsızca uzun süreler boyunca tartışılması, hele üç büyük takım arasındaki derbilerin öncesiyle sonrasıyla art niyetli tartışmalarının olması, o maçlarda görev almanın da tadını fazlasıyla kaçırmaktadır. İşte bu yüzden hakemin rüyasındaki eksen İstanbul’daki stadyumlardan Avrupa’ya kaymıştır.
Diğer önemli bir devrim de, Türkiye Futbol Federasyonu’ndaki son düzenlemeyle hakemliğin meslek boyutuna geçmesi, Türkiye standartlarında iyi bir gelir yolu açması da mesleğin cazibesini ekstra arttırmıştır. Hem futbol sevdanızı daha çok sahiplenmek hem de hayatınızın tüm alanına yayacağınız profesyonel bir yaşantıya geçmek gibi önemli bir şans daha doğurmuştur.
Her yeni başlangıç bir heyecan, bir umut, bir coşku içerir. Yeni sezon, hakemler adına da yukarıda belirttiğim hedeflere ulaşma yolunda bir adım zamanı demektir. Klasman yükselen hakemler için yeni kategorilerinde görev alma heyecanı taşır. Futbol özlemini dindirip sahaya çıkmak için sabırsızlanılan bir zamandır.
Hakemler açısından nasıl bir sezon olacağına gelince… Verilecek cevap, en kolayı. Tartışılmayacak tek konu futbolun doğasında hakem hatasının varlığıdır. Her türlü teknolojiyi getirseniz de futbolun kendine has bir ruhu vardır, yorumu vardır. Yorumu güzelleştirmek hakemin yönetim sanatıyla, çağdaş futbol anlayışıyla ve sahadaki 22 oyuncunun hakeme yardım edip, futbol oynama isteği ile paraleldir. Elbette yapılan eğitimler, antrenmanlar, çalışmalar bu hataları minimize etmek içindir. Dolayısıyla Premier Lig’de, La Liga’da, Bundesliga’da olduğu gibi biz de liglerimizde büyük hakem hatalarını sezon boyunca yaşayacağız, mükemmel maç yönetimlerini de ayakta alkışlayacağız. Önemli olan, hakeme ‘art niyetli bakış’tan dezenfekte olabilmeyi, hataların bu oyunun bir parçası olduğunu kabullenmeyi başarabilmektir.
Yabancı sınırının kalkmasıyla sahada daha fazla yabancı oyuncu bulunması hakemleri nasıl etkiler?
12 sene hakemlik yapmış biri olarak Federasyonumuzun bu kararından ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. “Hakemlerimiz Avrupa’da başka, Türkiye’de başka yönetiyor” sığ düşüncesinin ve saplantısının yurdumuzda yok olması adına tarihi bir karardır. Hakemlerimiz, her hafta kendilerini Avrupa’daki stadyumlarda görev yapıyor hissedecek ve bu sayede kamuoyu ve medya gözünde başarıları artacak! Espri bir yana, hakemlerimiz adına olumsuz bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Tam aksine, olumlu noktalar dahi var. Ne yazık ki basit bir taç atışı kararındaki yanlışlıktan yangın çıkaran bir zihniyetteyiz. Bu nedenle yabancı oyuncuların önemli çoğunluğunun hakeme bakış açısı, penaltı, kırmızı kart veya gol çizgisini geçip geçmediği gibi çok kritik alanlardaki kararlar dışında çok daha sakin. Bir faul ya da bir taç hatası için yırtmıyorlar kendilerini, hemen oyuna dönüyorlar.
Avrupa’da maç yönetme vizyonuna sahip hakemlerimizin en azından İngilizce seviyelerinin iyi olduğunu ve iletişim sorunu yaşamayacaklarını da belirteyim. Futbolun evrensel dili olmakla birlikte, pek çok farklı kültüre sahip oyuncuların tepkilerinin veya kendi dillerindeki argo kelimelerinin kullanımının spor sayfalarında renkli tartışmalarının olacağı ise aşikar.
Passolig ile tribünler boşaldı. Bu durum hakemlerin üzerindeki baskıyı azalttı mı?
Passolig uygulaması devreye girmeden önceki sezon seyirci ortalamamızın 12 bin civarında olduğunu, Passolig’in devreye girmesinin ardından bu ortalamanın 7 bin sayılarına gerilediğini bu konuda araştırma yapan pek çok değerli medya mensuplarından takip ettik. Konuyu genel olarak trajikomik buluyorum. İngiltere, İspanya ve Almanya’da tribünde maç izlerken imrendiğim, bayıldığım ortamlara geçebilmemiz adına çok umut verici bir adımdı. Spor keyfi veya gerçek taraftarlık dışında bireysel tatmin yaşamak isteyen, saldırganlık yapan veya pek çok fair dışı hareket sergileyenlerin uzaklaştırılabilecek olması adına çok iyi bir yaklaşımdı ancak uygulama yanlışlıkları ve ‘zorlamaları’, zaten olmayan seyirciyi iyice tepki koyar hale getirdi.
Sevgi fedakarlık ister. “Futbol ülkesiyiz” diyoruz, “Çok seviyoruz” diyoruz ama sevgimizi göstermekte çok cimri olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Seyirci kültürümüzün pek olmadığını, ‘desibel’ yarışı dışında dünyada esamemizin okunmadığını kabul etmek gerekir. Skor tabelamız iyiyse seyirci istikrarı bir süre sağlanıyor. Geçen sezon İngiltere Championship’te ligden düşen takımlarının veda maçına on binlerin gittiği takımlara tanıklık ettik. Elbette bu durumun, çok güzel temelleri atılmış bir futbol kültüründen kaynaklandığını kabul ediyorum ancak niye başaramayalım ki! Almanya, İngiltere gibi ülkelerde sezon süresince stadyum kapasitelerinin %90’ının altında seyirciye oynayan takım yok. O liglerde de ‘tek’ takım şampiyon oluyor.
Futbol, tüm öğeleriyle bütünleşince keyif dolu oluyor, hikayesi oluyor. Bu öğelerden en önemlisi de seyirci. Barcelona-Real Madrid, Manchester United-Manchester City, Fenerbahçe-Galatasaray maçları dâhil olmak üzere hangi 90 dakika olursa olsun, seyirci yoksa o maçtan gerçek anlamıyla tat almak imkansız.
Hakem için de aynı. Hakemlik tam anlamıyla konsantrasyon işidir. Stadyuma yaklaşıp seyirciyi gördüğünüzde mutluluğunuz artar. Sahaya çıktığınızdaki ambiansla heyecanlanır, tribünlerin azametiyle büyülenirsiniz. Maç esnasında tezahüratların etkisiyle konsantrasyonunuzu korur, futbol şovunun bir parçası olarak katkıda bulunmak için en iyisini yapmaya çalışırsınız. Gol sevincini yaşayan bir stadyumun atmosferidir hakemi maça bağlayan. Kaçan bir golden sonra on binlerden çıkan ‘ah’ sesidir sahanın ortasında içini titreten. Hakeme ve rakip takıma uyguladığı baskıyı kaldırabilmeyi başarmayı sağlayıp, iyi hakem olma yolunda tecrübe kazandırıp, basamakları adım adım ilerletendir seyirci.
En çok takdir gören hakem modelinin kamuoyu nezdinde tanımı “Kadıköy’de, Ali Sami Yen’de, İnönü’de yanlış kararlar da verdi ama dik durdu, otoriterdi, seyirciden etkilenmedi, gördüğünü çaldı” şeklindedir değil mi? Hakem, sahadaki otoriterliğini, seyircisinden güç alan oyuncuyu dizginlemekte gösterir. Baskıyı, seyircinin tezahürattaki ya da ters kararlarındaki tepkisinde kaldırır. Hepsinde özne seyircidir. Netice itibariyle seyirci azlığı baskıyı azaltır, doğru ama çok iyi hakem olma sürecini ise uzatır. Seyirci en önemli eğitim araçlarındandır hakem için.
Burkal Efe (Taraftar Hakları Derneği)
Taraftarları yeni sezonda nasıl bir lig bekliyor?
Bilgisayar üzerinde oynanan bir futbol menajerlik oyununu oynuyor olsaydık, önümüzdeki günlerde başlayacak yeni sezon adına heyecanlanmamak için bir sebep olmazdı. Uluslararası üne sahip yıldızlar ışığında, borsadaki “Gong!” sesiyle açılan nam-ı değer Süper Lig AŞ… Gelin görün ki; bu bir bilgisayar oyunu değil ve taraftarların heyecanlarını dizginleyen yabana atılamayacak gerçek meseleler var. Bunların en başında 6222 sayılı yasanın uygulanış şekli geliyor elbette. İstanbul İl Güvenlik Kurulu, deplasman yasaklarıyla ilgili kararını açıkladı. Aynı şehrin parklarını, bahçelerini ve kamusal alanlarını paylaşan hemşehrilerin bir stad içerisinde bir arada olamayacaklarına hükmettiler yine. Sorunlarımız çok çeşitli! Deplasman, tezahürat, pankart yasakları, tamamen keyfi uygulamalara terk edilmiş seyirden men cezası uygulamaları ve elbette Passolig. Diğer banka kartlarına kıyasla; alameti farikası, ”şiddeti önleyebiliyor” iddiasıyla pazarlanan bir rant objesi olan Passolig. Uygulandığı ilk sene tribün ortalamalarını yarı yarıya düşüren Passolig. Bu kartın; tribünlere giriş için bir tekel yaratmakla kalmayıp, kulüplerimizin bu yaratılan tekelle yaptıkları uzun vadeli anlaşmalar gereği, tribün gelirlerinin de banka tarafından temlik altında olması. Sistemin taraftarları hiç bitmeyecek bir borcu ödemekle mükellef birer banka müşterisi olarak tanımlamış olması. Bütün bunlar yetmezmiş gibi; bu tekelin, 10 yıl sonra ülke futbolunun IMF’si olabilmesinin yapı taşlarını örüyor olmamız kendi ellerimizle, kabul edilebilir gibi değil. Şiddetin tribünlerin içinde değil, kökü dışarıda olan bir sorun olduğunu biliyorken üstelik. Fenerbahçe otobüsüne yapılan saldırının failleri 4 aydır meçhulken, arka planda ülkede devam eden bir şiddet iklimi de varken, yıldızlar göz kamaştırarak parlayabilecekler mi gerçekten, emin miyiz? “Hiç mi güzel bir şey yok” diye sorası geliyor insanın. Taraftarlar olmasa inanın ki yok! Gözümüz kulağımız her zaman olduğu gibi bu toplumun minyatürü olan tribünlerin üzerinde. Bu anlamda yeni sezon öncesi en büyük beklentiyi taraftarlara yüklemeliyiz diye düşünüyorum. Taraftar Hakları Derneği olarak bizler tribünlerin ortak aklına inanıyor ve güveniyoruz. Elimizden alınmak istenen oyun ve taraftarlık ruhunu kaybetmemek adına, kendi armamızı destekler gibi ortak haklar mücadelesinde birleşmeli, yaşadığımız zor günlere inat, sporun birleştirici gücünün barış ve kardeşlik olduğunu omuz omuza haykırmalıyız… Bu oyun ve tribünler bizim.