Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BasketbolFutbolGündemToprak SahaKarakter

Can Bartu, ülke futbol tarihinin en büyük yeteneklerinden biriydi. Fakat onu bir ‘simge’ yapan sadece saha içindeki hünerleri miydi? Yolu onunla kesişenlerin ağzından Can Bartu efsanesi...

Dergiyi matbaaya göndermemize saatler kalmıştı… Bir süredir alışık olduğumuz yoğun son günlerden biriydi… Sonra bir haber yayıldı internette: Johan Cruyff vefat etmişti. Dergiye bir içerik çıkarmak zordu ama internet sitesi için bir şey yapılmalıydı. Peki ne yazılabilirdi? Herkesin kaleme alabileceği bir Cruyff güzellemesi yazılması taraftarı değildim. Aklıma, onunla karşılıklı oynamış Türk futbolcularla ufak bir Cruyff sohbeti yapmak geldi. ‘Sarı Fare’nin yolu önce Beşiktaş sonra da Fenerbahçe ile kesişmişti nitekim.

Necmi Mutlu, Sanlı Sarıalioğlu, Süreyya Özkefe ile 1966 Ajax-Beşiktaş eşleşmesindeki genç Cruyff’u konuştuk önce. Sıra, Fenerbahçelilere geldi; Şükrü Birant, Ziya Şengül, Nedim Doğan… Hepsi Cruyff’u saygı ve sitayiş dolu sözlerle yâd ettikten sonra aramam gereken bir kişi daha kalmıştı: ‘Sinyor’ Can Bartu. Kendisiyle birkaç yıl önce başka bir işte çalışırken görüşmüş, röportaj talebinde bulunmuş ama olumsuz bir cevap almıştım. Bir olumsuzluk daha bekliyordum, aslında korkuyordum… Yine de bastım arama tuşuna… Telefon çalmaya başladı…

— Alo!
— İyi günler, Can Bartu’yla mı görüşüyorum?

Evet, Can Bartu’yla görüşüyordum. Durumu kısaca anlattım. Yorumlarını aldığım abilerimizden bahsederken Can Bartu araya girdi: “Hayır, anlamadım. Ne diyeyim Cruyff’la ilgili? Kötü desem yazacak mısın! Anlamadım ki! Cruyff işte, iyi adamdı!” 1968, Ajax, İstanbul’daki çamurlu maç derken az da olsa Cruyff’u dinleyebilmiştim Can Bartu’dan. Ama ilk anda yaşadığım stres, geniş bir röportaj talebinde bulunmamı engellemişti belki de… İlerleyen zamanda da “Kötü desem yazacak mısın!” çıkışı bir Yeşilçam sahnesi misali sürekli aklıma gelecek, röportaj talebimi erteleyecektim.

KİŞİLİK

Futbol tarihine baktığımızda onlarca belki de yüzlerce büyük yetenek görürüz. Saha görüşü, top hâkimiyeti, hızı, gol yeteneği… Bu başlıkların altını onlarca belki de yüzlerce isimle doldurabiliriz. Ama listeyi ‘Futbolun Simgeleri’ şeklinde değiştirdiğimizde yetenek kadar nevi şahsına münhasırlık da belirleyici bir unsur olur ve çember daralır. İtalya’da belki Gianni Rivera’dan daha fazla oyuna etki eden futbolcular çıkmış olabilir ama onun yaşamındaki asil tavır, futbolundaki zarafet ile birleşince ortaya ‘Altın Çocuk’ çıkmıştır. Günter Netzer’in milimetrik pasları kadar hız merakı, rock yıldızıvari yaşamı onu unutulmazlar arasına sokan özelliklerdir. Yeni kuşakların George Best’in İngiltere güzellik kraliçeleri ya da gece yaşamı ile ilgili söylediklerini barlarda Best’le takılmışçasına bilmelerinin sebebi de benzerdir… “Benfica maçının yıldızıydı. O maçtan sonra neler söylemişti?” sorusu ise cevapsız kalabilir…

“Can’ı özel yapan kişiliğidir. Kendisini çok iyi şekilde geri çekti, halkın içine girmedi. Kendine has, kendine mahfuz bir kişiliği vardı.” Can Bartu’nun profesyonel futbola adım attığı 1955- 1956 sezonunda Fenerbahçe’de 1 numarayı giyen Şükrü Ersoy, Can Bartu’yu diğerlerinden bu yönüyle ayırıyor ve ekliyor: “Mesela Lefter’in de futbolculuğu büyüktü ama Can’ın bir de kişiliği vardı. O da sadece Can’a has bir hayat tarzıydı. Çok güzel giyinirdi, çok güzel yaşardı…”

İslam Çupi’nin, 1970 yılında kaleme aldığı yazısında, “Can Bartu kim ne derse desin, Türk sahalarının gelmiş geçmiş en büyük asilidir” cümlesi, 49 yıl geçse de Şükrü Ersoy’un dediklerini destekliyor aslında. Altı yıllık İtalya macerasından sonra 1967’de Fenerbahçe’ye döndüğünde pazubendini ona veren Nedim Doğan, Can Bartu’nun inceliğini şöyle anlatıyor:

”Lefter’in de futbolculuğu büyüktü ama Can’ın bir de kişiliği vardı. Çok güzel giyinirdi, güzel yaşardı.”

“Bartu, Türkiye’ye döndüğünde Şeref Has’ın sanırım bir sakatlığı vardı ve takım kaptanı ben çıkıyordum. Gelir gelmez bandı ona verdim. Hem benim büyüğümdü hem de koca Can Bartu ya! Yüzüme baktı: ‘Seninle sonra konuşalım’ dedi. Bir süre sonra o an geldi ve şunları söyledi: ‘Bu jesti bana yaptın, bu çok güzel bir hareket. Başkası olsaydı bunu yapmazdı.’ Can Bartu’ya kıyak yapmayacaksın da kime yapacaksın!”

Can Bartu, İtalya’dan Fenerbahçe’ye döndüğünde takımın kalesini koruyan Yavuz Şimşek ise Bartu’nun sadece yetenek olarak diğer futbolculardan ayrılmadığını, davranış olarak diğer kaptanlardan bile farklı olduğu görüşünde:

“Ben Fenerbahçe’ye yeni transfer olmuştum. 19 yaşındaydım, çok gençtim. PTT’de de 17 yaşında 1. Lig’de oynamaya başlamıştım. Takımın en küçüğüydüm ve büyüklerim tarafından devamlı ayak işleri yaptırılan çocuktum. Fenerbahçe’deyken kaptanımız Can Bartu’dan böyle bir şey görmedim, bir kere bile… Altı yıl İtalya’da oynamış adamdan hiç üstten bakan bir tutum görmedim. Bir kere bu açıdan bambaşka bir insandı. Onu özel yapan şeylerden biri de buydu. Dışarıdan baktığında buzdolabı gibiydi ama tanıdığın anda muhteşem bir insandı…”

Kaptanlık görevini yürüten Can Bartu ile aynı sahaya çıkanlardan biri de Beşiktaş’ın o dönemki genç oyuncusu Sanlı Sarıalioğlu’ydu. O da Bartu’nun kaptanlığından etkilenenlerden:

“Dışarıdan kendini beğenmiş biri gibi görünürdü, öyle diyen çoktur ama çok sevecen, cana yakın bir adamdı. Milli takımda kaptanım da oldu. Muhteşem bir kaptandı. Genç oyuncuları çok korurdu. Zaten Metin Oktay ve Can Bartu bizim koruyucu meleklerimizdi. Genç oyuncular olarak milli takıma gittiğimizde Can Abi ile Metin Abi’nin arkamızda olduğunu bilirdik.”

TARZ

1960’lar, futbol tarihine yavaş yavaş popüler kültüre etki eden sporcular sunmaya başlamıştı. Can Bartu ve Metin Oktay da bu ekolün Türkiye temsilcileriydi aslında. Metin Oktay’ın filmlere konu olan yaşamı, özel hayatı, hakkında yazılan şarkılar… Can Bartu’nun gözlerden uzak klas yaşamı, kıyafetleri, arabaları… ‘Taçsız Kral’ın jübilesinde formalarını değiştirdikleri an, bugün bile ülke futbolunun fair play simgelerinden en önemlisi olarak karşımıza çıkıyor. O gün sahada olan, ilerleyen yıllarda ‘Büyük Mehmet’ olarak Türk futboluna adını yazdıracak Mehmet Oğuz da o fotoğrafın sırrının bu ikili olduğunu belirtiyor:

“Düşün işte, o forma değiştirme işi o zaman büyük olay değildi. Özellikle jübile maçlarda rakip oyuncular diğer takımlarda oynardı zaman zaman ama Can Abi ve Metin Abi onu yaptığı için bugün bile konuşuluyor.”

”Metin Oktay ve Can Bartu bizim koruyucu meleklerimizdi. İkisinin de bizi koruyacağını bilirdik.”

Can Bartu’nun dönemin ülke futbolunu başka bir alanda daha etkilediğini de hatırlıyor ‘Büyük’ Mehmet: “Türkiye’ye geldiğinde Ford Granada almıştı bir tane, acayip havalı arabaydı… Değil futbolcularda, benim diyen zenginde bile yoktu o araba. Onun giydiği kıyafetleri kimse giymezdi, onun tarzı gibi bir tarz yoktu futbolun içinde. Ondan sonra özellikle de Fenerbahçeli futbolcular onu taklit etmeye başladı…”

Bu şıklık mevzusunu konuştuğumuz herkes “Hakikaten acayip şık giyinirdi!” minvalinde cümlelerle cevap veriyor ve bu husustaki titizliğinin İtalya’ya gitmesiyle ilgisinin olmadığını vurguluyorlar. Nedim Doğan, durumu farklı bir açından değerlendiriyor: “Çok akıllıydı Bartu dediğin adam. Çok kıvrak bir zekâsı vardı. Kadıköy’de büyümek ona çok şey katmıştı. O zamanın futbolcularının birçoğu fakir mahallelerde büyümüştü, ben de onlardan biriyim. Ama Can, İstanbul hatta Kadıköy çocuğuydu. İyi giyinir, iyi yaşar… Şeytanın önde gideniydi, tam bir fırlamaydı. İyi manada söylüyorum bunları… Çok da esprili bir adamdı.”

Esprileri de Türk futbolcusu için çizilen sınırların dışına çıkıyordu. Bu özelliğine hayran olanlardan biri İslam Çupi’ydi. “Fiorentina’da takıma giremezsen ne yaparsın?” sorusuna “Takıma giremezsem ben de Floransa sosyetesine girerim” cevabını köşesine taşıyan Çupi, 4 Eylül 1970’te Bartu’nun jübilesi öncesinde kaleme aldığı yazıda da bu anlardan birini şöyle anlatıyordu: “Bir maçından sonra kaçırdığı bir gol için şöyle yazmışım: ‘Bir partide uşak pisine işerse sülfrik asit, kont işerse şampanya olur!’ Kızmıştı. İlk rastlaşmamızda şöyle bir sert yapmıştı. Sonra takır-takır başlayan tartışmamız gittikçe yumuşamıştı. Ben lafın arasında: ‘Can!’ demiştim, ‘İkimiz de Türkiye’de anlaşılmayan şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ben bu lafı Fransa’da yazsa idim, ya kovulur ya da taltif edilirdim, Türkiye’de ise kimse iplemiyor. Bırak eğlenip gidiyoruz işte…’ Gülmüştü. Ve bu hikâyeyi Can da şöyle kapamıştı: Bundan sonra Kont’a lütfen bir tuvalet buluver.”

Bu, belki de olaylara bakış açısının birçok insana göre farklı olmasını da yanında getiriyordu. Bu anlardan birini Yavuz Şimşek anlatıyor: “Manchester City deplasmanında çok iyi oynamıştım. Maç bitiminde bütün seyirciler beni alkışladı, tüm İngiliz gazetelerinde fotoğraflarım vardı. Uçağa bindik, dönüyoruz… Can Abi, ‘Gel bakayım buraya’ dedi. Yanına gittiğimde şunu söyledi: ‘Bana bak, okyanusu geçtin ama derede boğulma…’ Bu sözünü hiç unutmadım. Herkesin bana övgüler yağdırdığı o gün bana bu tarzda bir öğüt veren tek kişi Can Abi’ydi.”

İyi giyinen, şık arabalara binen, İtalya’da yaşamış, herkesin anlam veremeyeceği espriler yapan ve günün kahramanını bile eleştirebilecek düşünce yapısına sahip bir adam… Böyle bir insanı hayal ettiğimizde insanların aklında ‘ukala’ ya da ‘huysuz’ bir adam olarak yer etmiş olabilir Can Bartu. Hatta iki tatsız telefon görüşmesi sonunda ben de aynı hataya düşmüş olabilirim ama onu tanıyanlar, “Şeker gibi insandır. Çok mütevazı bir adamdır” diyor. Hatta Nedim Doğan, kendisiyle en çok özdeşleşen lakabı dahi sevmediğini anlatıyor: “Sinyor mu? Hiç sevmezdi Sinyor denmesini… Takım içerisinde birinden duydu mu sinirlenirdi. ‘Abi’ kelimesinden başka bir hitap duydu mu kızardı.”

Spor medyasında da zaman zaman onunla birlikte mesai yapan Beşiktaşlı Zekeriya Alp’in anısı ise Bartu’nun ‘Signor’ kelimesinin Türkçesiyle de arasının iyi olmadığını gösteriyor: “Kenan Onuk, NTV’de pazar akşamları bir spor program yapıyordu. Can Bartu da yorumcusuydu.

”Manchester City deplasmanından sonra herkes beni överken öğüt veren tek kişi Can Abi’ydi.”

Kenan o gün beni de davet etmişti. Maçın ilk yarısı bitti, yorumluyoruz… Kenan konuştu… Can Abi bir şeyler söyledi, bitirdi. Sıra bana geldi. Şöyle başladım lafa: ‘Can Bey’in de ifade ettiği gibi…’ Can Abi gözlerini açtı: ‘Ne beyi ya!’ dedi. O güne kadar hep ‘Abi’ demişim adama… ‘Saygıdan ağzımdan çıktı’ desem de başladı, ‘Bana bey falan deme, daha önce nasıl hitap ediyorsan öyle hitap et’ demeye. Bu arada yayın devam ediyor hâlâ…”

KLAS

“Bir topçu vardır kendi oynar; Lefter o topçudur. Bir topçu vardır takımı oynatır; Lefter o topçu değildir. O kim? Can Bartu. İtalya’da futbol oynayan futbolcular içerisinde en başarılısı Can’dır. Neden? Bir takımın en kıymetli futbolcusu kimdir? O takımın oyununu drije eden kişidir. Bu adam da Can’dı işte…”

Bülent Eken’le gerçekleştirdiğimiz toplamı on saati aşan sohbetleri tekrar dinlerken, Can Bartu ile ilgili bu yorumunu buluyorum. Rahmetli Bülent Abi, pek kolay futbolcu beğenmezdi. Türk futbol tarihine geçmiş birçok oyuncu, Bülent Abi’den ekşimiş bir surat ve “Yok be evladım, o kadar da değildi” yorumuyla geri dönerdi. Ama Can Bartu onun için farklıydı.

Kişiliği, kaptanlığı, saha dışındaki asilliği onu ‘simge’ yapmıştı ama ‘efsane’ olmasının sebebi elbette sahadaki oyunu, yetenekleri, stiliydi… Soruyorum: “Hangi özelliği aklınızda kaldı?” Cevaplar geliyor:

MEHMET OĞUZ: Topa bir basar, kafa yukarıda… Orta saha adamı için en önemli şey.

SANLI SARIALİOĞLU: Teknik: 10 üzerinden 10. Sol ayak: 10 üzerinden 10. Estetik: 10 üzerinden 10…

YAVUZ ŞİMŞEK: Teknik, milimetrik paslar… Ekarte edemeyeceği adam yoktu herhâlde… Allah vergisi yeteneği inanılmazdı…

ZEKERİYA ALP: Eskiden virtüöz derlerdi, Bartu da öyle bir adamdı. Farklı bir stili vardı.

NEDİM DOĞAN: Futbolu çok iyi bilirdi. Alamayacağı topa koşmazdı, bu futboldaki en önemli şeydir. Boşa koşmayan adam iyi futbolcudur. Bartu da öyleydi. Alamayacağı üç topa koşsa yorulurdu zaten, koşmayı ve kafa vurmayı sevmezdi. O da cevabını veremezdi ama cidden sevmezdi. En önemlisi de egoist değildi. O sol ayağıyla öyle bir top atardı ki…

Akıllarda kalan saha içindeki Can Bartu anları devam ediyor… Yavuz Şimşek anlatıyor:

“Manchester City ile deplasmanda 0-0 berabere kaldık. İstanbul’daki rövanşa çıktık ve ilk yarı sonunda soyunma odasına 1-0 geride gittik. Molnar, Can Abi’yi oyundan çıkarıp Erdinç Sandalcı’yı oyuna sokacağını söyledi. Can Abi hiç itiraz etmedi ama biz diğer futbolcuların arasında homurdanmalar başladı, birbirimize baktık… Bizde isyan başlayınca, Can Abi de kızdı ve Molnar’ın üzerine yürüdü. Molnar da kendini tuvalete kilitledi. Can Abi ikinci yarıya bir çıktı, futbol resitali çekti ve 2-1 kazanıp turu geçtik.”

Sanlı Sarıalioğlu’nda sıra: “24 Eylül 1969’da İsviçre’yi 3-0 yenmiştik. Bir frikik kazandık, sağ çaprazdan. Ben topun başına geçtim sonra Can Abi geldi. O gelince, ben kenara çekilmek için hamle yaptım…

— Yok yok, gel buraya. — Efendim kaptan?

— Gel gel. Ayağını sok topun altına, kaldır.

— O ne demek?

— Kaldır kardeşim sen, karışma gerisine! Sol ayağıma doğru kaldır topu, hadi yavrum.

Ben topun altına girip kaldırdım… Can Abi bir vurdu, uzak köşeden 90’a!”

Şükrü Ersoy ise Can Bartu’nun sporculuk kariyerine basketbol ile başlamasının stilinde önemli bir yeri olduğuna inanıyor: “Can, futboldan yetişmedi, basketboldan yetişti. Ama iki sporu birleştirince müthiş bir kabiliyet çıktı ortaya. Basketboldan gelen bir kıvraklığı vardı. Bunu futbola adapte edince büyük fark yaratmıştı. Basketbolda sahip olunan dar alandaki kıvraklık, futbol oyunuyla birleşince Can’ı daha da ön plana çıkardı. Sol ayağı harikaydı, iyi bir liderdi… Zaten Fiorentina’ya gittiğinde bile lider oldu.”

İtalya futbolu, savaş sonrası Avrupa’yı etkisi altına almaya başladığında, 1960’lara gelinmişti. Inter, Milan ve Juventus kadar diğer takımlar da mühim oyunculara sahipti. İşte Can Bartu’nun bugün bu kadar büyük bir efsane olarak hatırlanmasının sebeplerinden biri de altı yıl boyunca bu seviyede tutunabilmesiydi. Çok eleştirildiği de antrenörleriyle sorunlar yaşadığı da oldu, hatta İtalyan gazetelerinde “Bir yıldız mı yoksa bidon mu?” başlıkları bile atıldı. Ama Can Bartu özel terzisini, kıyafetlerini ve kendine has futbol stilini bozmadı.

Onun için “En önemlisi de İtalya’da futbolcu olarak yaşadı!” diyen Kahraman Bapçum, 6 Eylül 1970’te Milliyet’teki köşesinde kaleme aldığı yazıda, taviz vermeyen Bartu’yu şöyle anlatıyor, aslında biraz eleştiriyordu da:

“Hatırlıyor musun? Bir maçtan sonra takım arkadaşın Hamrin, yüzme havuzunda sohbet ederken sana ne demişti: ‘Sen üstün bir adamsın Can… Büyük şeyler yapacak adamsın futbolda. Ama ne olur sahada biraz koş.’ Verdiğin cevabı hatırlıyor musun Can, gülmüştün ve dudaklarını bükerek ‘Hamallar gibi koşmaya ne gerek var’ demiştin.”

“Can Hamal Değil, Asildi” başlıklı bir yazı kaleme alan bir başka unutulmaz yazar İslam Çupi ise bir diğer yazısında onun için “Türk futbol tarihinin en büyük beş oyuncusundan biri” diyordu. Bunu Mehmet Oğuz’a soruyorum: “Rahat olur. Üç de olur ya, üç üç! İtalya’da altı yıl kalmak kolay mı? Lefter Abi gitti, döndü. Metin Abi de… Can Abi kaldı ama…”

İlk yıllarında dahi İtalya’da ses getirdiğini bugün eski İtalyan gazetelerine baktığınızda görebiliyorsunuz. Nedim Doğan ise bizzat yaşayanlardan: “Fiorentina’ya transfer olduğunda sözleşmesinde Fenerbahçe ile maç yapacakları maddesi koydurmuş. İtalya’ya gittik, Floransa’ya… Sahaya bir çıktık, daha gideli iki ay olmuş olmamış, tüm tribünler onu alkışlıyordu… Orada bile hemen kendini kabul ettirmişti…”

Zekeriya Alp de Bartu’nun İtalya macerasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen bıraktığı etkiye tanıklık edenlerden: “1987 yılıydı sanırım… Beşiktaş ile Inter arasında oynanacak olan Avrupa maçı için Can Abi’yle birlikte Milano’ya gittik, ikimiz de gazetede çalışıyorduk. Otele girdik, odalara yerleştik… Can Abi aradı, “İn aşağıya da biraz dolaşalım” dedi. Meşhur katedralin olduğu Duomo Meydanı’na gittik. Beni orada bir ayakkabıcıya götürdü, dünyaca ünlü bir markanın üç katlı bir binada hizmet veren mağazası… Orada ayakkabılara bakarken, mağaza yetkilisinin sürekli Can Abi’ye baktığını gördüm. En son yanına geldi, parmağıyla işaret etti ve ‘Signor Bartu?’ dedi.”

Tekrar Bülent Abi’ye dönelim… İtalya’da top koşturan Türk futbolculardan olan Eken, bana şöyle sıralama yapmış: “Bülent Esel, Emre Belözoğlu, ben, Okan… Orada kendini kabul ettiren iyi futbolcularız. Şükrü (Gülesin) de öyle. Ama bir tek süper var içimizde: Can!”

KALABALIKTAN UZAK

Can Bartu; onu sahada izleyenlerin, izleyenlerden dinleyenlerin ve dinleyenlerden dinleyenlerin aklında kalmaya devam ediyor ve devam edecek. Sahada bıraktığı etki, saha dışındaki tarzıyla birleşince gerçek bir futbol simgesi olması bunun en büyük nedeni. Bütün bunları yaparken de birçok eski futbolcunun gittiği yolun tersine yeşil sahaların, stadyumların içerisinde yeni bir hayat kurma çabasına girmemesi belki de hayata veda edene kadar onun ‘karizmasını’ korumasına neden oldu. Futbol izlemeye beş yıl önce başlamış bir çocuk, hiçbir zaman yıllarını futbola vermiş antrenör Bartu’nun oyuncu seçimlerini ya da sistemini sosyal medyadan eleştiremedi. Kimse, Başkan Can Bartu’nun kulübü nereden nereye getirdiğini, batırdığını, çıkardığını konuşmadı. Aksine Can Bartu, eleştiren tarafta olmaya devam etti. Yine kendine has üslubuyla… İslam Çupi, onun futbol sahalarına olan uzaklığını 1988 yılında şöyle anlatmış:

“Özel yaşamında büyük bir yalnızlıktır, Can Bartu. Günde dört paketi bulan kısa Marlboro sigarası, ocak ateşi hiç kısılmayan 15-20 fincan ‘nescafe’, kitapları, ev sevgisi ve video bantları ile Can Bartu, Fenerbahçe’de oturmasına rağmen, Fenarbahçe Kulübü’ne, dünyaya en uzak bir feza gezegeni kadar uzaktır.”

”1987’de Milano’da bir ayakkabı mağazasına gittik. Yetkili, Can Abi’ye baktı baktı…”

Yıllar sonra benzer bir ‘başkanlık’ mevzusunda Bartu’nun kapısını çalan Şükrü Ersoy da yıllar sonra İslam Çupi’yi haklı çıkarıyor ve Can Bartu’yu özetliyor:

“Ben, Fenerbahçe Yönetim Kurulu’ndayken Güven Sazak başkanlığı bırakmıştı ve yeni seçimlere kadar geçici bir başkan seçme ihtimali vardı. Aklıma birden Can geldi, ‘Ya, Can’ı başkan yapalım!’ dedik. Gittim, Can’la konuştum. ‘Abi, ben gelirsem eğer para işleri filan hep benim elimde olur. Bunu da yapamayacağıma göre fuzuli uğraşmayalım. Beni başkan filan yapmayın’ dedi. Ben dâhil birçok eski futbolcu kulüpte vazifeler aldık ama o, futbolu bıraktıktan sonra hiçbir Fenerbahçe aktivitesinin içinde bulunmadı. Kendine has yaşam biçimini, kendine has futbolunu, basketbolla da birleştirerek güzel bir eser bıraktı aslında. Kendi idealleri doğrultusunda, kendine has yaşam biçimini ömrü boyunca uyguladı…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Umut Işığı

Umut Işığı

3 sene önce
Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce