Bu yazı, ilk olarak The Players’ Tribune‘de yayınlanmıştır.
11 Mart günü öğleden sonra salona gitmek için evden çıktığımda her şey tamamıyla normal gözüküyordu.
Binaya ilk girdiğimde de durum aynıydı. Diğer bütün maç önceleri gibi – saat dörtte maç öncesi ısınma, takım incelemesi, fizyoterapi, ardından sahada kısa bir idman – Hava atışından yaklaşık 40 dakika önce takım toplantımızı yaptık ve maç için sahaya çıktık.
İşler bu noktada garipleşmeye başladı.
Her iki takımdan da hava atışı için parkeye çıkan ilk oyuncu her zaman ben olurum. Ve sahaya çıktığımda üç hakem her zaman aynı yerlerinde durur – birisi orta sahada, her iki serbest atış çizgisinin yakınında birer tane. Fakat o gece sahaya çıktığımda hakemler… Ortalıkta yoklardı.
Bir şeyler olduğunu anlamıştım.
Hakemlerin ortalık olmadığını fark eder fark etmez yaptığım ilk şey CP’ye (Chris Paul) bakmak oldu. Yaklaşık 6 metre ötede duruyordu… O da bana bakıyordu. İkimizin de yüzünde aynı ifade vardı. Oradaki en yaşlı iki oyuncu biziz. Birçok maça çıktık. Her şeyi gördük. Ama hakemlerin olmadığı bir maça başlamak için sahaya çıktığımız hiç olmamıştı. Burada neler dönüyor? der gibi öylece birbirimize bakıyorduk.
Ardından kafamı yana çevirdim ve üç hakemin masanın etrafında sağlık ekibimizin baş antrenörüyle konuştuğunu gördüm.
Garip.
Birkaç saniye sonra, kalabalık da dahil olmak üzere herkes ne yapıyorsa onu bırakmış gibiydi. Taraftarlarımız biz ilk basketi atana kadar oturmaz, dolayısıyla herkes koltuğundan kalkmış bir şekilde hava atışına hazırdı. Ancak genelde bu anda salon gürültülü olmasına rağmen bu kez oldukça sessizdi. Salonda yalnızca ürkütücü bir hava vardı. Kimse ne yapmamız gerektiğini bilmiyor gibiydi.
Diğer oyuncular da hakemlerin sağlık ekipleriyle toplanıp konuştuğunu gördüğünde hepimiz yavaşça bench’lerimize geri döndük. Takımın geri kalanıyla bir araya geldiğimde herkesin şaşkın olduğunu hatırlıyorum.
Kimse neler olduğunu bilmiyordu. Ben dahil.
Ancak biliyor musunuz? Size dürüstçe söyleyebilirim ki o anda aklıma gelen ilk şey koronavirüstü.
Ben İtalyanım. O noktada ülkem bir aydan uzun süredir COVID-19 meselesiyle mücadele ediyordu. Bütün spor faaliyetleri durmuştu. Burada da bir şeyler olmuş olabileceğini düşündüm.
Ancak kimse bize bir şey söylemiyordu. Ve takım arkadaşlarımdan hiçbirisi virüsün insanlara ne yaptığıyla ilgili benim kadar kişisel tecrübe sahibi değildi. Bu yüzden bizi soyunma odasına geri yolladıklarında, takımdaki kimsenin benim aklımdan geçenleri düşündüğünü sanmıyorum. Onların sadece aklı karışmıştı. Ve olay yeri şu ana kadar gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Maçlarda salonumuzda muhteşem bir gürültü olur. Ancak biz soyunma odasına doğru yürürken salonda yaprak düşse duyulacak gibiydi.
Soyunma odasına döndüğümüzde, neler olduğunu öğrenmek için yüzyıllardır bekliyor gibiydik. Orada öylece oturuyor ve neler döndüğünü tahmin etmeye çalışıyorduk.
Yaklaşık bir dakika sonra ben konuştum.
“Beyler, sanırım bu virüsle alakalı bir durum. Koronavirüs.”
Ben cümlemi bitirir bitirmez bir sürü oyuncu bana sorular sormaya başladı. Soyunma odasının ortasında herkesten gelen soruları cevaplıyordum.
Çocuklar bilgi almak istiyordu. Büyük çoğunlukla kimse korkmuşa da benzemiyordu.
Peki ya ben? Ben gerçekten korkmuştum.
Ülkemdeki durumu biliyordum ve bunun ne olabileceği hakkında bir sezgim vardı. Yani kesinlikle endişeli ve korkmuş durumdaydım. Ama esasen ben de yalnızca bilgi almak istiyordum.
Soyunma odasında hiçbirimiz maçın ertelenip ertelenmediğinden emin değildik. Takım arkadaşlarım hâlâ kendini sıcak tutmaya çalışıyordu. Birkaç tanesi esneme hareketleri yapıyordu, diğer birkaçı ise tekrar ısınmak için salona dönmüşlerdi. İnsanlar hâlâ oynayacağımızı sanıyordu.
Sonsuzluk gibi gelen dakikaların ardından Koç Donovan bizi bir araya topladı ve maçın iptal edildiğini bildirdi.
Tam o sıralarda sağlık ekibi liderimiz, Jazz oyuncularından birisine koronavirus testi yapıldığını söyledi. Oyuncunun kim olduğunu ilk etapta bize söylememişti. Ayrıca söylenenlere göre taraftarlar salonu terk etmişti. Duş alabilirdik. Ancak soyunma odasının dışına çıkmamıza izin yoktu.
Duşlarımızı aldıktan sonra sağlık ekibimiz testi pozitif çıkan oyuncunun Rudy Gobert olduğunu söyledi. Ardından yüksek ateşimizin olup olmadığını görmek için birer birer hepimizin ateşini ölçtüler. Herkesin ölçüm sonuçları normal geldiğinde gitmemize izin verildi.
Eve döndüğümde gece daha da çılgın bir hal aldı.
Hemen hemen tanıdığım herkes neler olduğunu sormak için aradı ya da mesaj attı. Telefonumun şarjının %100’den %0’a bu kadar hızlı indiğini hiç görmemiştim. Bir saatten kısa bir süre içinde şarjım %0 oldu.
Her şey bir anda üst üste gelişiyordu. Ve sabah üç ya da dörde kadar ayakta kaldım çünkü takımdan ya da NBA’den haber almayı umuyordum.
İtalya’da insanların uyanmaya başladığı sırada telefonum daha da çok kafayı yedi. Ama ülkemdeki ailem ve arkadaşlarım neler döndüğünü sormuyordu.
Olan biten her şeyi biliyorlardı.
Haftalardır bununla yaşıyorlardı.
Geçtiğimiz bir ay boyunca telefonum ne zaman çalsa ve gelenin İtalya’dan bir arama olduğunu görsem, otomatikman kendimi kötü haberlere hazırlarım.
Ve bu günlerde telefonum çok sık çalıyor.
Jazz maçının ertesi sabahı evde kalmamız, kendimizi karantinaya almamız ve test sonuçlarının gelmesini beklememiz gerektiği haberini aldık. Benim test sonucum negatifti ama ben o geceden beri OKC’deki evimde karantina altında yaşıyordum. Neredeyse dış dünyayla tek bağlantım televizyonum ve telefonumdu. Telefonumda hayatımda hiç olmadığı kadar fazla vakit geçiriyorum.
Ülkemden birinin ismi aklıma geldiğinde… Olabilecek çok fazla kötü şey var. Size çok fazla üzücü hikâye anlatabilirim. Duymayı bile hayal edemeyeceğim şeyler.
Birkaç hafta önce telefonum çaldı ve arayanın İtalya’dan en iyi arkadaşım olduğunu gördüm. Bana anneannesinin – kendisini çok iyi tanırım – virüs yüzünden hayatını kaybettiğini söyledi. 80 yaşındaydı. Fakat virüs ile enfekte olmadan önce sağlığı oldukça yerindeydi.
Ansızın virüs kapmış. Ardından da hastaneye yatmış. Ve tabii ki o noktadan sonra aile üyeleri onu görmeye gidemiyormuş. Şu anda İtalya’da bir hastayı ziyaret edemezsiniz. İşlerin daha da kötüleşmemesi için hastaneler sizi uzak tutuyor.
Bu tabii ki mantıklı. Yani bunu ne için yaptıklarını anlayabiliyorsunuz. Ama aynı zamanda sevdikleri hastalananlar için bu çok çok zor. Yürek parçalayıcı bir durum.
Arkadaşımın anneannesi vefat ettiğinde, ailesi onu son bir kez hoşça kal demek için bile göremedi. İtalya’daki hastaneler, ölen kişileri gömme işlemleri için karantina altındaki bir bölgeye taşıyor. Ama kimsenin onlara yaklaşmasını istemediklerinden aile üyelerine sevdiklerinin nereye götürüldüğü söylenmiyor.
Bunun ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyor musunuz?
Hayatın boyunca tanıdığın ve sevdiğin bir insan gidiyor. Sonsuza dek. Öylece…
Bu, İtalya’da birçok ailenin başına gelen bir durum. Sevdiklerinizden birisi virüs ile enfekte olmuş ve hastaneye yatırılmışsa onu bir daha göremeyecek olmanız çok yüksek bir ihtimal dahilinde demektir.
Bana ve aileme gelince… Bunu söylemek ne kadar garip olsa da ben şu ana kadar şanslıydım.
Bugüne dek – bu yazıyı yazdığım ana kadar – hiçbir aile üyemin hasta olmadığını söyleyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Biz iyi durumdayız.
Ancak hâlâ oldukça endişeliyim. Ağabeyim ve babam Denver’da sahibi olduğum restoranı işletiyor, annem ise geçtiğimiz ay boyunca İtalya’da evde tek başına karantina altındaydı. Annem için endişeleniyorum. Kendime onun iyi olacağını söyleyip duruyorum. – O şanslı, arada sırada temiz hava almasını sağlayan teraslı büyük bir evde yaşıyor. Kesinlikle daha kötüsü olabilirdi. Orada küçük alanlarda yaşayan ve neredeyse sıkışıp kalmış birçok aile var. Böyle bir ortamda insanlar duygusal ve mental olarak dengeyi korumakta oldukça zorlanıyor.
Etrafınızda bu kadar acı varken bu dengeyi korumak kolay değil. Keder her yerde. Her gün beni derinden üzen haberler okuyorum.
Ben İtalya’nın kuzey tarafındanım, yani virüsün en ağır vurduğu bölgelerden biri. Dolayısıyla etkilenen, virüs kapan ya da sevdikleri hastalanan birçok insan tanıyorum. Aynı zamanda çalışmalarını bırakarak hasta ile dolup taşan hastanelere yardım etmek için giden doktor ve uzmanlar da tanıyorum. Orası benim ülkem, benim bölgem, oradaki birçok insanla iletişim halindeyim ve neler gördüklerini benimle paylaşıyorlar. Evlerde, sokaklarda, hastanelerde neler olduğunu; polisin ve ordunun neler yaptığını biliyorum. Ve bu gerçekten çok korkunç.
En iyi arkadaşlarımdan birisi bir el cerrahı. Kendisi malzeme ve hastalar için yatak eksikliği çeken hastanelerden birinde çalışıyor. Bana, durumun televizyonda göründüğünden çok daha kötü olduğunu söylüyor. Aşırı kalabalık oldukça büyük bir problem. İnsanlar virüs sebebiyle ölürken aynı hastanedeki diğerleri başka rahatsızlıklardan dolayı hayatını kaybediyor. Çünkü yeterli sayıda doktor ve yatak yok. Eğer belinizi kırdıysanız ya da apandisit iltihabınız varsa sizin için yerleri yok. Yardım alamazsınız.
Yani herhangi bir ciddi hastalık ya da yaralanma hayati tehlikeye ulaşabilir.
Benim açımdan, bütün bunları bilmek ve burada, Amerika’da olmak, bir güçsüzlük duygusunu beraberinde getiriyor. Keşke şu an yardım etmek için orada olabilseydim. En azından annemin yanında olabilseydim. Ya da seksenli yaşlarında olan ve ciddi sağlık problemlerine karşı savunmasız olan büyükanne ve büyükbabamın yanında.
Sevdiğim birinin hastalanıp ölmesi ve benim onları çok geç olmadan bir daha görme şansı elde edememem…
Bu kesinlikle benim en kötü kâbusum.
Karantina altında olduğum bu dört haftalık sürede pozitif kalmak ve desteğe ihtiyacı olanlara yardım edebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım.
Ailem ve arkadaşlarımla iletişimde kalmanın yanı sıra, bu süreci atlatmama en çok yardımcı olan şeyler takımca yaptığımız konuşmalar ve FaceTime görüşmelerimizdi. Takım arkadaşlarımın yüzlerini görebilmek, ailelerini sormak ve birbirimize destek olabilmek… Bu gerçekten harikaydı, gerçekten gerekliydi.
Yaptığımız video görüşmeleri oynadığımız oyunların aynısıydı. Çünkü CP, ne adam ama… O bizim sadece saha içi liderimiz değil. FaceTime görüşmelerinde de liderliği ele alıyor. Gündemi belirleyen ve akışı sağlayan o oluyor.
Bunun ötesinde, CP ve ben neredeyse her gün konuşuyoruz. O, harika bir insan. Gerçekten öyle. İşler İtalya’da kötüye gitmeye başladığında, bölgeme ve bölgenin hastanesine yardım etmek istediğini söyledi. Katkıda bulunmak ve yardım eli uzatmak için birçok şey yaptı. Size şunu söyleyebilirim ki İtalya halkı Chris Paul gibi muhteşem bir dosta sahip. Bu kesinlikle çok özel.
Bana gelince, ben de burada ve İtalya’da payıma düşeni yapmaya çalışıyorum. Oklahoma City Bölge Sağlık Departmanı ile bölge için yüzlerce test kiti, maske ve son derece ihtiyaç duyulan hastane malzemelerini satın almak için birlikte çalışıyorum. Ülkemde ise hastalar için yatak ve bakım sağlamak adına Milano yakınlarında birkaç hafta içinde inşa edilen bir hastanenin fonlanmasına yardımcı oldum.
Bu eşi benzeri görülmemiş ve zorlu zamanlarda bile varlığımın her hücresiyle inanıyorum ki bu durumun üstesinden geleceğiz.
Bunu biliyorum. Kafamda hiç şüphe yok.
Tüm Amerika’ya, ikinci evime, sesleniyorum: Akıllı davranmaya ve evde kalmaya devam edelim. Aynen böyle devam! İçeride kalarak ve gereken her önlemi alarak doğru şeyi yapıyoruz, ama sosyal mesafeyi korumalıyız ki bu virüsü hep birlikte yenebilelim.
Ve tabii ki bu noktada İtalya’ya da direkt olarak seslenmek istiyorum. Ülkeme. İnsanlarıma.
Beni tanıyan herkes pozitif bir insan olduğumu bilir. Optimist biriyimdir. Aynı zamanda ülkesini tüm kalbiyle seven ve İtalyan insanının gücünü ve dayanıklılığını birinci elden bilen biriyim.
Şu anda karşı karşıya olduğumuz şey ne, bu koronavirus mü? Korkutucu bir düşman olduğu kesin. Ancak bizim güçlülüğümüzün yanına bile yaklaşamaz.
Biz. Galip. Geleceğiz.
Hep birlikte.
Bu mücadelede her birimize ihtiyaç olacak. Ve kesinlikle kolay olmayacak. Ama biz galip geleceğiz.
Aileme ve sevdiklerime şimdilerde her zamankinden fazla söylediğim şey şu; bir arada kalmalı, etrafımızdaki insanlar için en iyisi neyse onu yapmalı ve birbirimizi kollamalıyız. Bizi dağın öteki tarafına ulaştıracak olan şey bu.
Bu gibi zamanlarda spor çok önemsiz ve yersiz geliyor. Ama bazı açılardan, kendimi spor yaparken öğrendiğim derslere dönerken buluyorum.
Yaşamak için oynadığım bu oyunda, basketbolda, en iyi takımlar güçlükler karşısında asla pes etmeyen takımlardır. Bu takımlar, sonuna kadar birbirinin arkasında olan ve en zorlu durumlarda bile sonuna kadar savaşan bireylerden kuruludur.
Peki işler kolay olduğunda? Bu en iyi takımlara göre bir şey değil. İşler kolay olduğunda mükemmel olmak kolaydır. Ama işler zorlaştığında… İşte o zaman gerçek şampiyonlar ortaya çıkar.
Ve dürüstçe, ülkemizin tarihini, İtalya insanın şefkatini, sevgisini ve kararlılığını bildiğimden hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki biz gerçekten mükemmel bir takımız.
Biz galip geleceğiz.
Şu anda her şey değişiyor. Daha şimdiden çok fazla şey atlattık ve işlerin daha ne kadar kötüye gidebileceğini bilmenin imkânı yok. Bu, yarın ya da sonraki hafta çözebileceğimiz bir şey değil. Ne kadar süreceğini bilmiyoruz.
Ama bildiğim tek bir şey varsa o da şu…
Bu durum sonsuza dek sürmeyecek.
Burada oturmuş bu satırları yazarken dürüstçe söyleyebilirim ki tünelin sonundaki ışığı görebiliyorum. İnanıyorum ki kritik bir noktayı atlattık. Evde kalıyoruz ve bize en çok ihtiyacı olanlara göz kulak oluyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz.
Ülkemin insanlarına ve süreci yönetme şeklimize müthiş bir hayranlık duyuyorum. Biz muhteşem, muhteşem bir takımız.
İtalya’ya ve ülkemin bütün insanlarına, benim için bir ilham kaynağı olduğunuzu söyleyerek bitirmeme izin verin.
Ve size kucak dolusu sevgiler gönderiyorum.
Çeviri: Hasan Al