Bu yazı ilk olarak Socrates’in Şubat 2020 nüshasında yayımlanmıştır. Röportajın tamamını bu ayki sayımızda bulabilir, geri kalan tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
Under Armour’ın davetiyle ‘2020 Human Performance Summit’ organizasyonuna katılmak için markanın merkezinin bulunduğu Baltimore’a yolculuk ederken aklıma ilk The Wire geliyordu. Michael Phelps ile aynı yıllarda meşhur olan dizi Amerikan kâbusunu anlatırken Phelps ise Amerikan rüyasının tezahürü gibiydi. Fakat onun da karanlık sularda yüzmesi gerekmişti. Sonunda hayranı olduğum sporcu karşımdaydı. Kariyeri boyunca aştığı zorluklardan, içinde keşfettiği insana kadar anlatmaya başladı.
Yaşadığınız iniş çıkışlara rağmen spor kariyerinizi zirvede bitirdiniz. Nasıl bir bakış açısı vardı bu hikâyenin gerisinde?
Hep söylediğim gibi ben bir süreç insanıyım. Elbette sonuç almayı severim ama hiç sonuç odaklı olmadım. Sonuç, o süreçle elde ediliyor. Bir noktadan diğerine giderken geçirilen zaman, geçilen yollar, yaşanan deneyimler önemli. Zira hepsi beni ben yapan unsurlar. Diğer noktaya varıp varmadığım önemli ama gidilen yol da öyle. Ne başardıysam ya da neyi başarmaya çalışıyorsam ondan önce attığım bebek adımlarının ayrı ayrı katkısı var. Bir binanın tuğlaları gibi. Yeteneğinizi çok çalışarak sürekli beslemeniz gerekiyor.
Çocukken antrenmana gitmediğim her gün tam bir baş belası olurdum. Büyüdüğümde de bu değişmedi. Herhangi bir sebepten antrenman yapamasaydım kesinlikle çekilmez biri olurdum. Aslında her şey büyüdüğüm şartlarla, yetişirken aldığım eğitimle, edindiğim antrenman teknikleriyle alakalı… Mesela yüzmeye başladığımda antrenörüm bana havuzda nasıl en üst düzeyde verimli olabileceğimi öğretti. Bu benim için ilk ve en büyük meydan okumaydı. Her şeye sıfırdan başlayıp, her ihtimalin altını eşelemem gerekti. Her kulacı, her yüzme biçimini tekrarlamak, yeniden öğrenmek, sürekli denemek… Ta ki kusursuz bir şekilde verimli hale gelene kadar. Bir kere bunu öğrenirsen, zaten sonrası akıcı, pürüzsüz bir yelkenli yolculuğuna benziyor. Bu arada kolay dememe bakmayın, bugünden geriye bakınca öyleymiş gibi geliyor. O kadar kolay olmadı kesinlikle…
Kaybetmeyi kimse sevmez ama sizin gibi geçmişte de az kaybeden biri kaybetmeyi nasıl karşılıyordu? Mesela yakın zamanda 100 ve 200 metre kelebek dünya rekorlarınız kırıldı.
Kaybetmek sporun bir parçası. Geçmişte ne zaman kaybetsem bunu motivasyon olarak kullanırdım. Evet az yarış kaybederdim ama kaybettiğimde de bu nedenle kendime karşı herkesten daha acımasız olurdum. Şimdilerde ise yapabileceğim bir şey yok artık.
Rekorlarımı geri alamam. Ama daha önce de anlatmıştım, 100 metre kelebek rekorum kırıldığında eski antrenörüm Bob Bowman’ı aradım ve eğer 400 metre ferdi karışık rekorum da kırılırsa tekrar antrenmanlara başlayabileceğimizi söyledim. Şakaydı tabii ki. Yine de daha kırılması gereken çok rekorum var. Hâlâ kaybetmediğim bir şeyler de mevcut…
Kaybetmek demişken bu yıl Baltimore Ravens’ın NFL play-off maçını kaybetmesine üzüldüm. Tennessee Titans daha iyi hazırlanan taraftı ve kazanmayı hak ettiler. Gelecek seneyi hevesle bekliyorum demek istemezdim bugünlerde ama demek zorundayım. Bu yıl Super Bowl’da ne yapacağımızı konuşmayı yeğlerdim.
Uzun zaman sonra ilk defa olimpiyatta sizi havuzda göremeyeceğiz. 2020 Tokyo yaklaşırken hisleriniz neler?
Elbette garip bir durum. Hayatımın önemli bir bölümü dört yıllık döngüler ve planlar halinde geçti. Son beş olimpiyatta da yüzdüğüm için bu son dört yıl ilk defa farklıydı. İlk defa aktif spordan bu kadar uzak kaldım. Ama bu dört yıllık döngü hepsinden daha heyecanlıydı. Tabii ki olimpiyatta yarışmak ve kazanmak bir yüzücü için olabilecek en büyük heyecan ancak son dört yılda havuz dışında yaptıklarım ve yaşadıklarım hepsinden büyüktü benim için. Çünkü hayat kurtarabilmek, insanların hayatlarına devam edebilmeleri yolunda destek olabilmek benim için en güçlü ve rahatlatıcı duyguydu. Yıllarca kendim için altın yolunda bir şeyler yaptıktan sonra şimdi de Tokyo’ya yaklaşırken sorunlar yaşayan sporcuların hedeflerine ulaşmaları yolunda onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Onları kazanmaktan ve yarışmaktan ne alıkoyuyorsa o sebepleri ortadan kaldırma arayışlarına destek oluyorum. Ve ilginçtir, bu destek olma sürecinden büyük heyecan duyuyorum. Nedenini sorma, gerçekten ben de tam açıklayamıyorum.
Hâlâ idman yaptığınızı görüyorum, bu bir hayata tutunma yöntemi mi?
Hâlâ neredeyse her gün antrenman yapıyorum. Mesela buradaki söyleşilerden sonra da gidip ter atacağım. Aslında daha çok koşmak istiyorum ama dizlerim ve eklemlerim pek izin vermiyor. Sabit bisiklete biniyorum. Sabahları mutlaka golf oynuyorum. Çok fazla yüzüyorum. Artık benim için bir terapi gibi yüzmek. Havuz, en sessiz ve sakin kaldığım yer. Sudayken bazı şeyleri düşünme ve toparlama şansı buluyorum. Bu yüzden de haftada minimum 10 saat antrenman yapıyorum. Kendim olabilmek için buna ihtiyacım var. Nihayetinde 20 küsur yıl bunu yaptım. Hayatta en iyi bildiğim şey bu, tamamen bırakırsam ben zaten ben olamam.