Ya muhteşem bir sezonun ilk günlerini yaşıyoruz, ya da hayal kırıklıklarının acısını büyütmek için yine her zamanki gibi kendimize gaz veriyoruz. Fenerbahçelilik bunu gerektirir zaten, ortası yoktur. İki saat önce Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna aday gördüğünüz takımın maç sonunda ‘milyonluk eşekler’ olduğuna hükmedebilirsiniz. Şampiyon olan takım yuhalanabilir, takımın yıldızı kornere yürüyerek gidiyor diye kovulabilir, yıl boyu rezilleri oynayan takım derbi maçını kazandı diye efsane olabilir. Ve bunlar hiç değişmez. Hep olur, yarın da olacaktır.
Zaten Fenerbahçe’yi seven de biraz bu yüzden seviyordur. Biçilen role en uygun futbolcular efsane, en çok racon kesen yönetici taraftarın sevgilisi olur. Kahramanlar hep gösterişlidir. Ya oyunlarıyla ya kabadayılıklarıyla. Bir sürü konuda kurallarını net bir şekilde koyan camianın karar veremediği şeylerden biri ise teknik direktörleridir.
Mesela Aziz Yıldırım döneminin teknik direktör seçimlerinin dalgalarını inceleyelim. Daha 90’lı yıllardan başlarsak, Joachim Löw’lü sezonun başarısız sayılıp hemen arkasından “kendi Fatih Terim’ini yaratmak” adına Rıdvan Dilmen’le anlaşılmasındaki farkı çok kısa sürede gördük. Sadece 5 hafta takımın başında kalabilen Rıdvan Dilmen’in ardından ise bu kez bambaşka karakterde bir isim Zdenek Zeman görevi devraldı. Sezonu tamamlayamayan Zeman’ın ardındaki geçici seçimi saymazsak, bir sonraki sezon bu kez bambaşka karakterde bir teknik adam olan Mustafa Denizli ile başladı. Şampiyon olan hoca sonraki sezonda takımı çalıştırmamak ve disiplinsizlikle suçlandı. Çare? Alman disiplini ve Werner Lorant. Ve sonra yine kaos. Tam her şey Daum dönemiyle düzeldi derken, bu kez son anda kaçan şampiyonlukla yine bambaşka bir rotaya Zico’yla geçildi. Onunla da şampiyonluk kaçınca yine diğer kutba geçmek için Aragones kullanıldı. Sonrasındaki Daum hamlesini saymazsak, Aykut Kocaman dönemi belki de kulübün son yıllardaki en stabil zamanlarıydı. Kaçan şampiyonluklara rağmen göreve devam eden hocayı görmeye pek alışık değiliz ne de olsa.
Son dönemde Ersun Yanal – İsmail Kartal geçişindeki zikzaklar hafızamızda. Ve yine bir başarısız sezonun ardından seçim yapma vakti gelmişti. Hoşgeldin Vitor Pereira.
Pereira’nın kısa kariyerine baktığımızda, onda da Fenerbahçe camiası gibi dalgalanmalar görüyoruz. Porto’yla iyi başlayan kariyerin ardından Arabistan’a gitmesi ve orada da bir sezon kalıp ayrılması iyi sinyaller vermiyor. Üstüne bir süre de işsiz kalıp yılı Pire’de tamamlaması kafaları iyice karıştırıyor. Kafayı karıştıran Olimpiakos seçimi değil aslında, sezon ortasında gelip takımı şampiyon yapan hocanın kalması konusunda Yunanların pek de hevesli olmaması.
Tüm bunlar ışığında neden Aziz Yıldırım ve ekibinin Vitor Pereira’yı tercih ettiğini anlamak çok güç değil. Oldukça pasif, taktik bilgisi tartışılabilir, oturduğu koltuğu doldurmak konusunda yeteri kadar güçlü olmayan İsmail Kartal yerine, daha çok sesi çıkan, hırslı, başarıya aç bir hoca seçimi yapılarak bambaşka bir kulvara geçildiğini görüyoruz. Yeni bir zikzak yani.
Ben bu değişimi oyun alanının içiyle değerlendirmek yerine daha çok zihinsel ve bize vaadettiği şeylerle takip etmeyi tercih ediyorum. Vitor Pereira’nın daha havaalanına inişinden itibaren davranışları aslında bu konuda bize yeterince ışık tutuyor. Son derece tutkulu görünen, bu adımı kariyerinin meydan okuması olarak attığını belli eden bir teknik adam profili var karşımızda. Kendi açıklamalarından anlıyoruz ki, yetiştiği aileden ve topraklardan gelen bir şey bu. Daha çok şey kazanmak istiyor orası net. Öte yandan bu kadar hevesli bir teknik adamın selefleriyle de bir problemi olduğunu düşünebiliriz. Mourinho’dan başlayan “asistan” zincirinin şimdilik son halkası Pereira. Mourinho’nun açtığı kapıdan kendini gösteren Andre Villas-Boas şimdiye dek üç tane yüksek profilli iş buldu kendine. Elbette bu işlerin giderek reputasyonunun zayıfladığını söyleyebiliriz. Ancak üçü de Vitor Pereira’nın bugüne kadarki antrenörlüklerinin bir tık üzerinde. Belki Pereira da Porto’dan ayrıldığında böyle bir fırsat yakalayabileceğini düşünmüş olabilir, ancak onun yolu bambaşka bir şekilde seyrediyor.
Tam da bu sebepten Pereira da kendini o seviyeye yükseltebilecek bir iş bulduğunu düşünüyor olabilir. Pereira’nın ilk günden beri açıklamalarında sürekli kulüp yöneticilerinin ve taraftarlarının hevesli ve hırslı halinin altını çizdiğini görüyoruz. Hatta bu konudaki gösterişini zaman zaman abartıyor da. Saha kenarındaki zaman zaman aşırıya kaçan halleri, basın toplantılarındaki abartılı sözleri, taraftara kendini kabul ettirmek için hızlı adım çabaları gözlerden kaçmıyor. Ancak bunun samimiyetini sorgulayabilecek pozisyonda da değiliz henüz.
Dönelim işin öbür tarafına. Şunu üzülerek belirtmeliyiz ki, her ne kadar Fenerbahçe son yılların en az teknik direktör değiştiren takımı olarak görünse de, taraftarlarının hemfikirliği anlamında bir hocaya sahip olamadı. Daum birileri için hep soru işaretiydi, Zico eksikti, Aragones aksiydi, Aykut Kocaman yeterince cesur değildi, Ersun Yanal çapkındı, İsmail Kartal zaten hiç yoktu. Öyle bir hoca arıyorlar ki; hem kendileri gibi heyecanlı, hem futbolu onların bildiğinden daha çok bilen. Deli gibi gol arayan takım yapacak, ama fazla da gol yemeyecek. Futbolcuları süründürecek ama hepsinin de babası olacak. Yıldızın gözünün yaşına bakmayacak ama küstürmeyecek de. Taraftarla omuz omuza yapacak, rakip taraftarın üzerine yürüyecek. Her sene şampiyon yapacak, Avrupa’da başarılı olacak. Gençleri takıma kazandıracak, transferin de kralını yapacak. Biliyorum belki komik geliyor bu beklentiler. Ama üsttekilerin hepsini bir arada yapan süper kahraman gelmeden rahat etmeyecek Fenerbahçe taraftarı.
Geçmişteki tüm teknik direktörlerin bunun bazı kısımlarını başarıyla sağladığını görüyoruz. Vitor Pereira ise hiçbirinin sağlamadığı kısımları vaat ettiği için yeni bir heyecan yaratıyor. Taraftar kadar heyecanlı ve neredeyse sahaya girip gol atacak kadar hırslı. Hele bir de bu yapı yıllardır taraftarın beklediği süper transferlerle kurulunca iştah daha da artıyor.
Toparlayalım. Hâlâ bugünü ve beklentileri konuşuyoruz. Yola da çok yeni çıkıldı. İlk engelde yılın en büyük fırsatı kaçırıldı. Şampiyon olamayan rakipler arasından en oturmuş takımı çekmek Fenerbahçe için işin en şanssız tarafıydı. Sonuç sürpriz değil bu yüzden. Ama bu sonuca takımın nasıl reaksiyon göstereceği önemli. Gelişmeye çok açık, gol heveslisi bir takım yaratılacağını görüyoruz. Ama böyle yıldızlı takımlarda dengeyi korumak, taktik bütünlüğü sağlamak, yükün eşit şekilde dağıtılmasını becermek de önemli. Üstelik bunu yaparken belirli bir ciddiyetle ve güvenle devam etmek de şart. Pereira için elenmekten daha kötü şey, daha ikinci resmi maçında saha dışına gönderilmek. Çünkü Fenerbahçe eğer kendi Mourinho’sunu arıyor ve onu bulduğuna inanıyorsa, taraftarın görmek istediği ilk şey Mourinho’da da var olan saha kenarı agresiflikleri değil. Önce başka şeyleri ispat etmeli ki, arkasında durmasını istediği taraftar gerçekten ona destek olabilsin.
Fenerbahçe, uzun bir yola çıktığını düşünüyor. Gerçekten de öyle. Hatalarından ders alan bir Fenerbahçe’nin bazı şeyleri tekrarlamayacağını düşünsek de, eski alışkanlıkların saman alevi gibi ortalığı sarabileceğini unutmamak gerekli. Bunun için de en büyük görev elbette takımın hocasına düşüyor. Güzel futbol Fenerbahçe’de en büyük kavgaları, en acı günleri, en hüzünlü kayıpları bile unutturmaya yeter, bunu bekliyoruz.