Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorumŞüphenin Gölgesinde

Atletizm yeni bir doping skandalıyla karşı karşıya. Dünya yine gözlerini sporun kirli taraflarına çevirdi. Bu sefer bir şey değişecek mi?

2010 Fransa Bisiklet Turu sırasında Alberto Contador’dan alınan idrar örneklerinde yasaklı clenbuterol maddesine rastlanmıştı. İspanyol bisikletçi, bunun dozunun çok yüksek olmadığını ve vücuduna Le Tour sırasında yediği zehirli bir etten girdiğini söylemişti. İnananlar oldu, inanmayanlar oldu, Contador ceza aldı, Temmuz 2010’dan Şubat 2012’e kadar aldığı dereceler silindi ve hayat devam etti.

Birçokları için bu klâsik bir hikayeydi. Bir sporcu yakalanır, cezasını çeker ve geri döner. Oysa Hajo Seppelt için bu o kadar da basit değildi. Alman gazeteci, Uluslararası Bisiklet Birliği’nin (UCI) de işin içinde olduğunu, yetkililerin Contador meselesini baştan kapatmaya çalıştığını iddia ediyordu. Septell, haberin içeriden kendisine sızdırıldığını belirtiyor, bunun üzerine iletişime geçtiği UCI’ın olayın öğrenildiğini anladıktan sonra panikle basına açıkladığını düşünüyordu. Contador’da yasaklı madde olduğu 24 Ağustos 2010’da ortaya çıkmıştı, bunun basına açıklanması ise 29 Eylül’ü bulmuştu. Septell’e ise bu haber 28 Eylül’de gelmişti. Hatta ona göre Contador’un savunmasının arkasında UCI ile birlikte çalışan Hollandalı Douwe de Boer vardı.

Yani mesele çok basit ve çok karmaşıktı. Üzerine konuşması basit olan taraftı; doping vakaları üzerine deneyimli gazetecilerin ortaya çıkardığı ilişkiler ağına bakarak bunun bir iktidar savaşından ibaret olduğunu yazabilirdiniz. Çözmesi ise zor olan taraf; bu kadar büyük skandalları nasıl engelleyebilirdiniz ki? 21. yüzyılda, sporun büyük paraların bir oyuncağı olduğu çağda gerçekten dopingi önlemenin bir yolu var mı?

Bugünlerde tartıştığımız yeni bir skandal bu tartışmaları yeniden alevlendirdi. Hajo Seppelt imzalı bir başka belgesel Alman televizyonu ARD’de yayımlandı ve ortalık karıştı. Geçen sene yaptığı belgeselle Rusya’daki doping ağını ortaya çıkaran ödüllü Alman gazeteci bu kez kamerasını başka ülkelere de çeviriyor, Uluslararası Atletizm Birliği’nin (IAAF) ve Dünya Anti Doping Ajansı’nın (WADA) dopingi önleme noktasında ne kadar yetersiz olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.

Belgeselden çıkan ve medyayla paylaşılan bulgular gerçekten çok sarsıcı. 2001-2012 arasında yapılan kan testlerine ulaşan Seppelt ve beraber çalıştığı uzmanlar, 800’ün üzerindeki atletin değerlerinde anormallik olduğuna işaret ediyor. Rusya’nın doping konusunda hâlâ en kirli ülke olduğunu anlatan belgesel, bu ülkeden çıkan sporcuların büyük çoğunluğunun ünlü antrenörlerin denetiminde doping yaptığını vurguluyor. İddialar bununla da sınırlı değil, 2001-2012 arası Olimpiyat Oyunları ve Dünya Şampiyonaları’nda orta ve uzun mesafelerde kazanılan madalyaların üçte birinin şüpheli atletler tarafından alındığı da sarsıcı detaylardan sadece biri. Meselenin ne kadar büyük boyutlu olduğunu anlamak isteyenler belgeseli izleyebilir.

Bir anlamda müthiş bir gazetecilik başarısı bu. Seppelt, kanıtları, sızdırılan belgeleri en ufak detayına kadar inceliyor, eski atletlerle, koçlarla konuşuyor, gizli kamera ve ses kayıtlarını inceliyor, gittiği şampiyonalarda piste bakmak yerine perde arkasında neler yaşandığını görmeye çalışıyor ve hiçbir zaman yetkililerin dediğine inanmıyor. Şüphe çağının ortasında gerçek bir gazetecilik yapıyor.

Almanya doping konusunda son yıllarda hassasiyeti öteki ülkelere göre çok daha fazla olan bir yer. Bu ilgide şüphesiz ki geçmişlerinin büyük payı var. Doğu Almanya’nın devlet destekli doping programının 1970’ler ve 80’lerde her yaştan 10 bin dopingli sporcu yetiştirdiği, bu alanda tahmini 1500 doktor ve bilim adamıyla çalıştığı bugünlerde daha yakından biliniyor.  Sadece Doğu Almanya mı? Duvar yıkıldıktan sonra da doping skandalları sürdü, Jan Ullrich’in merkezinde olduğu Deutche Telekom takımı 1990’ların sonu, 2000’lerin başında EPO, kan transfüzyonu gibi belalarla başı dertte olan bisikletin en kirli takımlarından birine dönüştü. Hajo Seppelt’le birlikte Andres Burkert gibi isimler de Almanya’da son dönemde ortaya çıkan önemli gazetecilerden. Bisiklet ve atletizm özellikle en çok çalıştıkları alanlar ve bu araştırmaları sadece kendi sporcularıyla sınırlı tutmuyorlar, dünyaya bakıyorlar.

Dopingle savaşan kahraman gazeteci anlatısını yakından biliyoruz. David Walsh ve Paul Kimmage’ın Lance Armstrong’a karşı verdikleri savaş bunun en önemli örneğiydi. Fakat başkaları da var. Walsh, Seven Deadly Sins kitabında okuyucularını dopingle savaşın bir başka önemli ismi Sandro Donati ile tanıştırmıştı. Bir anıyla. Buna göre Donati, İtalyan milli takımının antrenörlerinden biri olarak katıldığı 1987 Dünya Atletizm Şampiyonası’nda hayatını değiştirecek bir olaya şahit olur. Sporcularından biri olan Giovanni Evangelisti’ye uzun atlamada bronz madalya getiren performansta şüpheli bir şeyler olduğunu gören Donati araştırmaların sonucunda gerçeğe ulaşır. Donati’nin kötü bir atlayış olarak gördüğü o performans, İtalyan yetkililer ile yarıştaki hakemler arasındaki anlaşma neticesinde skorborda farklı geçirilmiş, bronz madalya Evangelisti’nin olmuştur. O gün, İtalyan spor adamının hayatını değiştirir.

Atletizmde Hajo Seppelt imzasıyla çıkan son belgesel de, Walsh’un Lance Armstrong kitapları da, Sandro Donati’nin İtalya’da yaşadığı macera da, Pierre Ballester’in L’Equipe’ten kovulmasına yol açan çalışmaları da aynı gerçeğe işaret ediyor. Sabaha kadar dopingi sporcu-antrenör ekseninde değerlendirebilirsiniz ama yukarılara çıkmadığınızda, federasyonlara, başkanlara, siyah limuzinlere ve buğulu camlara ulaşmadığınız takdirde dopingin kökenlerini anlamanız imkânsız. Oraya çıktığınızda da çoğu zaman sizi işinizden ediyorlar, bu adamların çoğunun başına geldiği gibi. Fakat binde bir de olsa, taşları yerinden oynatma imkânınız var. Bütün taşları değil ama en azından birkaç tanesini…

Son çıkan skandaldan sonra birçoklarının ortaya attığı tartışma da bunu ortaya koyuyor. IAAF’te yakında bir seçim var, Britanyalı Sebastian Coe ile Ukraynalı Sergey Bubka karşı karşıya gelecek ve ortaya atılan doping iddialarının seçimde etkili olacağı konuşuluyor. Tıpkı bisiklette Pat McQuaid ile Brian Cookson’ın kapışması gibi bu seçimin de atletizmde işleri değiştireceği konuşuluyor. Yani, inanırsanız…

Tüm bunların ortaya saçıldığı günde The New York Times’ta ilginç bir yazı yayımlandı. Chris Froome’un 2015 Fransa Bisiklet Turu performansı sırasında adını sıklıkla andığımız Ross Tucker ve Jonathan Dugas imzalı yazı, dopingle nasıl savaşılması gerektiğine dair bir rehber niteliğinde. En azından bir tavsiye. İkili, öncelikle sporun yaşadığı bunalımdan bahsediyor, sonra bunun çözüm yolları içerisinde şeffaflığın ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Onlara göre Team Sky’ın kaçırdığı en önemli fırsat, reklamını yaptıkları şeffaflığın uzağında seyretmeleri, Froome ve öteki bisikletçilerinin performans değerlerini, Vo2 max ölçümleri gibi şeylerini açıklamamaları.

Mantıksız bir talep mi? Elbette hayır. 2015 Fransa Bisiklet Turu’nda Team Sky’ın medyayla ilişkiler konusunda çok parlak bir sınav vermediği, yarışta en ince detayına kadar çalışırken dışarda bazı fırsatları kaçırdığı ortada. Lâkin atletizmden bisiklete, halterden güreşe birçok sporu derinden etkileyen; tenis, futbol gibi sporları da yakından sarsacağı düşünülen dopingi çözmenin tek yolunun şeffaflık olduğunu düşünmek dışarıdan epey naif görünüyor. Hajo Seppelt’in son belgeseli bir kez daha sorunun nerelerde olduğunu kanıtlıyor.

Sadece federasyonlar ya da ulusal komiteler de değil, bu skandallar üzerine konuşurken anti-doping kuruluşlarının rolünü de iyi kavramak gerekiyor. Çoğu zaman ulusal anti-doping ajanslarının dopingi önlemek için kurulduğu varsayılır. Oysa belgeselde Rusya Anti-Doping Ajansı yetkililerini izlerken gördüklerimiz bunun tersini çok daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Tüm mesele dopingi kontrol etmek. Sporu bu kirden tümüyle arındırmak pek de kimsenin umurunda değil.

Bir başka seçimin, bir başka güç yarışının, bir başka iktidar savaşının ortasında spor yeniden büyük bir skandalı tartışıyor. 22-30 Ağustos arasında Pekin’de yapılacak olan Dünya Atletizm Şampiyonası’na az bir süre kaldı. İyi haberler bu sefer de çok yakında değil. Bitmeyen ve bitmeyecek savaş yeni bir cephe kazandı. Şimdi de birkaç taş yerinden oynayacaktır ve bu mesele de bir süre sonra unutulacaktır, çeyrek asırdır olduğu gibi. Plus ça change plus c’est la meme chose.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

4 sene önce
Sıfır

Sıfır

4 sene önce