Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolGenelYapım Aşamasında

Frank Lampard, 13 sezon formasını giydiği Chelsea'ye bu yaz teknik direktör olarak geri döndü. SB Nation yazarı Ram Srinivas ise Lampard'ın Derby County'deki teknik direktörlük günlerini mercek altına aldı.

Bu yazı, ilk olarak Ram Srnivas imzasıyla SB Nation’da yayımlanmıştır.


Frank Lampard, tarihteki en sevdiğim Chelsea oyuncusu. Geçen sene teknik adamlığa soyunduğunu öğrendiğimde, olabildiğince çok maçını izlemeye karar vermiştim. Her zaman yüksek zekasıyla ve sahadaki mükemmelliği ile övülen birisinin, kolektif açıdan devasa teknik adamlarla çalışmasının da etkisiyle, adım adım inşa etmeye başlayacağı teknik adamlık serüveni için heyecanlanmamak oldukça zor olurdu.

Bu sebeple, 2018-19 sezonu öncesinde RamsTV aboneliği satın aldım ve her maçı, sezon öncesi hazırlık maçlarından Championship Play-Off final maçı’na kadar, izlemeye başladım. Yazının devamı, Frank Lampard’ın göreve başlamasından itibaren ki çevresel faktörleri, sezon boyunca oynanan futbolu ve ilk sezonundaki artı ve eksilerinin bir sonraki görevine nasıl yansıyabileceğine dair detaylı bir inceleme içermektedir.

Arka Plan

Frank Lampard, geçen yaz Oxford United, Ipswich Town ve Derby County gibi üç önemli kulüp ile bağlantıdaydı. Ipswich ve Derby birer yol ayrımındaydı, yeni ayrılmış teknik adamları tecrübeyi gençliğin önüne koyuyor ve daha direkt oyun anlayışını tercih ediyordu. Bense o dönemlerde Lampard’ın Oxford veya Ipswich’in başına geçmesini bekliyordum. Derby, bu görevlere nazaran biraz daha büyük bir gömlek gibi gözüküyordu – başarısız transfer denemeleri, yüksek bonservis harcamaları ve kötü kadro mühendisliği yüzünden kolları bağlanmış, zaman zaman kendisine play-off çatısı altında yer bulsa da, dev taraftar beklentilerinin altında ezilen bir kulüptü. Ancak “Süper Frank”, hiçbir zaman zorluklardan kaçmazdı. 

Derby, Gary Rowett yönetiminde geçen sezonu altıncı sırada tamamlamış, ancak ilk play-off turunda sene sonunda turun şampiyonu olacak Fulham engeline 2-1’le takılmıştı. Rowett, sene sonunda ekonomik anlamda Derby’e nazaran daha rahat ve Premier Lig’e daha yeni veda eden Stoke City’nin yolunu tutmuştu. Derby, oldukça şişirilmiş bir ekiple – çoğu kiralık olmakla beraber, 30 yaşına gelmiş ve yüksek kontratlı oyuncular – ortada kalmıştı.

Lampard’ın yöneticilik sahnesine adımını teknik adam olarak atarken çevresini doğru teknik kadroyla doldurması, futbolculuk geçmişine yardımcı olması açısından önemliydi. O da tam olarak bunu yaptı. Chris Jones ve Jody Morris’i Chelsea’den yanına alan Lampard, kaleci antrenörü olaraksa Newcastle United ve Premier Lig efsanesi Shay Given ile anlaşıyordu. Günün sonunda; üç tane genç, başarıya aç ve yeni fikirlerle dolu antrenörler için yeni bir tecrübe zamanıydı. 

Kadro Profili

Geçtiğimiz sezon, 2017-18’de en az 200 dakika oynayanların yarısı 30 yaş ve üstüydü. Geri kalan oyunculardan üçü ise 30’una merdiven dayamıştı – Chelsea’den kiralanan süper yedek Kasey Palmer hariç – ve takımın en genç ismi 24 yaşındaki Tom Lawrence’dı. Ortalamayı daha da yükseltmek istercesine işler yapan Koçlar, 26 yaşındaki Matej Vydra (21 gol, 4 asist) ve Andreas Weimann’la (5 gol, 5 asist) yollarını sene sonunda ayırmıştı.

Lampard’ın başa geçmesinden sonra yapılan ilk iş, Chelsea’den Mason Mount’ın ve Liverpool’dan Harry Wilson’ın kiralanması oldu. Toplamda, transferin son günü Chelsea’den transfer edilen Fikayo Tomori dahil olmak üzere, yedi farklı oyuncu kadroya dahil edildi. Ancak Frank adına işler bunlarla sınırlı kalmıyor, maç kondisyonuna erişemeyen Jack Marriott ve Duane Holmes’la uğraşması gerekiyordu.

Sezonun en başından bu yana, Lampard’ın ilk sezonunda Premier Lig’e yükselmesi onun için olmazsa olmaz bir şart değildi. Ancak elbette ki, Derby’yi sağlıklı sıralarda tutması ve aynı zamanda daha sürdürülebilir, daha genç bir kadroya geçişi yönetmesi bekleniyordu. Koçlar’ın 2018-19 sezonunun son kadro yapısına baktığımızda bunu başardığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Andre Villas-Boas’ın Chelsea’de sekiz yıl önce yaptıklarından farklı olarak Lampard, Derby’nin gediklilerini de kadro içerisinde tuttu. Richard Keogh, tüm maçlarda sahadaydı ve Scott Carson, Bradley Johnson, Craig Bryson ve Tom Huddlestone gibi eski isimler de her fırsatta kendilerine süre buldular. Hatta David Nugent bile, 34 yaşına gelen düşük formuna rağmen, kendisini rotasyonun bir parçası olarak görebiliyordu. Curtis Davies de aşil sakatlığından dolayı ligdeki maçların çok büyük bir bölümünü kaçırmış olmasaydı benzer bir konumda olabilirdi.

Kulüp, muhtemelen yaşlanmakta olan oyuncuları aşamalı olarak kadronun dışında bırakmayı, ancak soyunma odasındaki etkilerini korumak ve genç oyuncuları daha belirgin takım rolleri ile tanıştırmak adına uzun vadeli bir planda rol almaları gerektiği düşüncesindeydi. Mount, Wilson ve Tomori’nin kiralık sözleşme imzalamaları kulübün kısa vade felsefesinden kaynaklanabilir, ancak bu hamleler nihai bir değişimin ilk adımlarıydı ve aynı zamanda Derby’nin Premier Lig’e yükselme ihtimaline fazlaca katkıları da oldu.

Transferler

Derby County’nin herhangi bir futbol direktörü yok ve ilginç bir şekilde Birleşik Krallık içerisindeki futbolcuları izlememe konusunda da sıkı bir politikaya sahipler. Kulübün üstlenmediği bu scouting görevini Lampard’ın çevresi üstlendi.

Harry Wilson (21), Fikayo Tomori (20) ve Mason Mount (19) kiralık olarak Premier Lig akademilerinden Derby’nin yolunu tutarken, aynı zamanda da kadronun vazgeçilmez isimleri olmayı başardılar. Wilson ve Mount, Derby’nin gol ve asist olması beklenen pozisyonlarının (xG & xA) – penaltı hariç – %30’unda sahnedelerdi. Daha öncesinde sadece bir buçuk sezon üst seviye futbol oynamış bu ikiliye böylesine bağlı kalmak Derby adına oldukça riskli! Bu durum, sadece Lampard ve Morris’in gençlerin potansiyelini en üst seviyeye çekmesiyle alakalı değil, aynı zamanda kiralık oyuncuların kalitelerinin yadsınamaz derecede yüksek olmasıyla açıklanabilir.

Santrforlar Jack Marriott (Peterborough United) ve Martyn Waghorn (Ipswich Town), Matej Vydra’nın ayrılmasından sonra doğan ‘gol atma boşluğunu’ doldurmaları için Derby’nin yolunu tuttu. Her iki oyuncu da inanılmaz sıkı çalışarak toplamda 19 gole imzasını atarken, aynı zamanda da gol beklentisini ortalamanın üstüne çekerek 7 seviyelerine yükseltti. 

Hücumcu kanat oyuncusu Florian Jozefzoon, Brentford’da kısa ama etkili bir sezon geçirmesine rağmen Derby’de kendisini göstermeyi bir türlü beceremedi. Flo-Jo (Florian Jozefzoon), istediği zamanlarda muazzam bilek hareketleriyle rakip defans oyuncularını dansa bile kaldırabilirdi. Ancak sezon boyunca oldukça istikrarsız görüntüsünü, son toplardaki düzensizliğiyle taçlandırarak kanıtlamış oldu. Defansif orta saha oyuncusu olan George Evans, Reading’den büyük beklentilerle gelmesine rağmen sakatlık engeline takıldı ve sezonun büyük bir bölümünü kaçırdı. Fakat sezonun son bölümünde Tomori ve Keogh’un stoperdeki eksikliğini neredeyse kusursuz bir şekilde doldurdu. Eski Fulham’lı Scott Malone, Huddersfield Town’dan sol bek Craig Forsyth’in alternatifi olarak transfer edilse de, Forsyth’in çapraz bağ sakatlığı sonrasında sezonun ikinci yarısını ilk 11 oyuncusu olarak geçirdi.

Duane Holmes, Derby adına müthiş bir takviyeydi. Scunthorpe United forması giyen hücumcu kanat oyuncusu Holmes, ağustos ayında üstüne Derby formasını geçirdi ve takımdaki kondisyon eksikleri sayesinde Lampard tarafından kadroya dahil edildi. Kendisini kusursuz bir hücumcu olarak kanıtlamasının yanı sıra; ileri uçta, orta sahada ve hatta sağ bekte bile harika performanslar gösterdi.

Ocak ayında takıma katılan nispeten ‘büyük isimler’ Andy King ve Efe Ambrose kadroda kendilerine çok yer bulamasa da deneyimli sol bek Ashley Cole, saha içinde ve dışında çok büyük katkılarda bulundu. Cole’un gelişi, küçüklüğünden bu yana büyüme ağrılarıyla boğuşan 18 yaşındaki bek Jayden Bogle’ın performansını da birkaç gömlek yukarı çekti. Saha dışında olduğu kadar içinde de güvenilir bir performans gösteren 38 yaşındaki Ash, zaman zaman 3-5-2’nin sol kanadında kendisine yer bulabiliyordu.

Taktikler ve Trendler

Lampard’ın en yaygın kullandığı formasyonu, genellikle Mourinho okulunda öğrendiği klasik ilkeleri kullandığı, ancak aynı zamanda birçok ilerici fikirle birlikte akışkanlık ve adaptasyon özellikleri eklediği 4-3-3 idi. (Hatta bazen bu denli akışkanlıktan dolayı eleştiri bile almıştı.)

Stoperler Fikayo Tomori ve Richard Keogh, hemen her zaman savunma çizgisini önde kurarak topu defanstan çıkarmaya çalışmış ve hücumun ilk oyuncuları olarak ofansif organizasyonların gelişmesinde önemli rol oynamışlardı. Topu dikine orta sahaya ya da uzun olarak boş alanlara oynamakta, Tomori tandemin daha cesur ve yetenekli olanıydı.

Takımın köprü rolünü üstlenen orta saha ise, Chelsea’deki Jorginho’dan daha agresif ve daha top kazanmaya yönelik bir yapıda, geriden top dağıtmakla görevliydi. Aynı zamanda gerektiği anlarda orta sahanın hücum organizasyonlarına da katılmalıydı. Her ne kadar orta sahanın diğer ikilisinden sol iç Mason Mount, sağ içteki mevkidaşına nazaran daha hücuma katılıp kanat oyuncularıyla yer değiştirse de, her iki orta saha oyuncusunu da box-to-box olarak nitelendirmek oldukça mümkün. Bu çeşitlilik, hücum organizasyonlarında takımın ‘yılbaşı ağacı’na bürünmesini oldukça kolaylaştırıyor.

Her iki hücum oyuncusu da, sahaya dar şekilde dizilip hemen arkalarındaki orta saha oyuncularıyla hızlı pas alışverişinde ve pozisyon değişimlerinde rol oynadılar. Genellikle rakip baskısını merkeze çekerek, beklerin kendilerine daha çok alan bulmasına imkan tanıyan santraforlar, beklerden gelen ortaları da ceza sahası içerisinde tamamlamaya çalıştılar.

Ancak beklerin rollerinde eldeki malzemeye göre değişiklikler olabiliyordu. Genç Jayden Bogle, orta sahanın ilerisindeki boş alanları değerlendirebilmek için sık sık sprintler atıyor, Craig Forsyth ise, güçlü olduğu yanını kullanarak, koşmak yerine o boş alanları paslarıyla değerlendirmeye çalışıyordu. Her ne kadar daha çok top sürmeye eğimli bir oyuncu olsa da, bu mevki ne zaman Scott Malone’a emanet edilse, işler az çok aynı süreklilikle ilerliyordu.

Sezon içerisindeki rakip takımlar, aşağıdaki gibi, Lampard’ı taktiklerini değiştirmeye zorladı:

4-2-3-1 (standart 4-3-3’ten farklı olarak çok ufak değişiklikler içeriyordu) — sol içte hücum aksiyonların devralan orta saha, biraz daha merkezi bir rol üstleniyor ve arkadaki iki tutucu orta sahanın önünde konumlanıyordu.

4-4-2 (elmas ya da düz) — çift santraforlu bu formasyon, en net şekilde Elland Road’daki 4-2’lik galibiyette kullanılmıştı. Bu maç, Lampard’ın Leeds’le dördüncü randevusuydu. Öyle ki, bundan önceki üç karşılaşmayı da kaybeden Lampard’ın Leeds’e karşı karnesi toplamda 7-1’lik mağlubiyetten oluşuyordu. 

3-5-2 — Derby, bu formasyonu Ashley Cole ve Duane Holmes’in bek formasyonunda olduğu ve alışılmışın dışındaki Tomori, Keogh ve Jayden Bogle’u üçlü stoper hattıyla Milwall karşısında kullanmaya başlamıştı. 1-0’lık bir mağlubiyetle sahadan ayrıldıkları için kendilerini şanslı saymalılar. 

3-4-3 — 3-5-2’nin biraz daha hücumcu versiyonu. Norwich’e karşı alınan 4-3’lük geri dönüş galibiyetinde büyük bir rol oynamıştı. Kanattaki isimler, Florian Jozefzoon ve Duane Holmes’den oluşuyordu.

Derby’yi diğerlerinden farklı kılan element, prese olan yatkınlıkları ve azimleriydi. Uç santrafor rakip savunma hattının dengesini bozmaya çalışırken — Yaşlanmaya başlayan David Nugent’ın bu konuda oldukça doğru şekilde kullanılması Lampard’ın övgüyü hak ettiği bir nokta — orta sahadaki baskı, Mount önderliğindeki 4-5 oyuncuyla bloklar halinde uygulanmaya çalışılıyordu.

Genç orta saha oyuncusunun defansif katkıları, pas araları ve müdahaleler gibi istatistiki verilerde kendisine yer bulamasa da, oyuna getirdiği istikrarlı enerjinin değeri, sakatlıktan dolayı kaçırdığı üç ay boyunca Derby’nin baskıda ne kadar zorlandığının kanıtıydı. James Socik’in Statsbomb için kaleme aldığı bir makalede Mount, presle bağlantılı metriklerin hepsinde bir yıldız gibi parlıyordu. Bu durum, Frank Lampard’ın basın toplantılarında altını onlarca kez çizdiği noktalardan birisiydi.

Her iki orta saha oyuncusundan da yüksek enerjide pres ve alan daraltması istenmişti. Ancak Mount, topları geri kazanmakla kalmayıp aynı zamanda sol içte hücuma da destek vermeye devam ediyordu. Tom Lawrence ve Harry Wilson, bu organizasyonlar için sol bölgedeki oyuncuları desteklemekte oldukça yardımcı oldular. Presin yoğunluğunu gösteren bir başka metrik ise PPDA (Defansif Aksiyonlar Başına Atılan Pas Sayısı) idi. PPDA’nın az olması, takımın daha yüksek bir yoğunlukta pres yapması demekti. Wyscout’a göre Derby, bu alanda ligin sondan ikinci takımıydı. (PPDA’ya göre sonuncu takım 6.8 ile Leeds United idi.)

Derby adına bir başka parıldayan istatistik ise uzak mesafelerden şut çekme isteği idi. Sezonun en başından bu yana Lampard, oyuncularını uzak mesafelerden şanslarını denemeleri konusunda yüreklendirmişti. Sonuç olarak, Derby’nin orta sıra takımları arasındaki beklenen gol (xG) ve beklenen puan alma istatistikleri, diğer takım ortalamalarının fersah fersah önündeydi. Bu istatistiği sezonun tamamına yaymaya çalışıp, uzaktan şutlara güvenmek tartışmaya açık bir konu. Ancak Lampard’ın oyuncularına bu rahatlığı vermesi her zaman ihtimaller dahilinde olacak. Çünkü oyuncuları, bu konuda hiç de fena sayılmazlar. Wilson, Mount ve Lawrence kaleyi uzaktan bulma konusunda oldukça iyi isimler. Ve kimse adına sürpriz olmayacaktır ki, Derby’nin uzaktan şut yükünün çok büyük bir bölümünü çeken isimler pek tabii onlar.

Wilson, özellikle bu konuda, oldukça üretkendi. Ölü top pozisyonlarına ek olarak, devasa bir gol katkısı vererek tam 18 golün altına imzasını attı. Doğru yönetimin önemli özelliklerinden birisi, oyuncularınızın güçlü yönlerini ve yeteneklerini doğru kullanıp onları en üst seviyeye çekmeye çalışmaktır. Belki de Wilson ve Lampard bu konuda şanslıydı. Veya belki de bunların hepsi bir planın parçasıydı. Hangisi olursa olsun, günün sonunda hiçbirisi bu verilerin aynılarını Chelsea’de görebileceğimiz anlamına gelmez.

Derby’nin ekim ayında aldığı sürpriz 4-1’lik West Bromwich Albion galibiyeti, standartlaşan 4-3-3’e yeni bir taktiksel ayarın geldiğinin sinyallerini verdi. Sakatlanan Craig Bryson’ın yeri Bradley Johnson ile değil, sağ kanattaki görevi devralan Harry Wilson ile doldu. Wilson, Liverpool akademisinde geçirdiği süre boyunca birkaç kez ofansif orta saha olarak oynasa da, onu kimse merkezi orta saha olarak görmedi. Fakat Lampard, sakatlanan Mason Mount ve Duane Holmes örneklerinde olduğu gibi, birden fazla durumda bu çözümü kullanacaktı. Oldukça yaratıcı ve hareketli iki orta saha oyuncusunu oyunun geniş bölümüne yayan Derby, böyece geçiş oyunlarını çok hızlı oynama şansı elde edecek ve topu orta sahanın ilerisine atıp presi kırabilecekti. Bu tarz orta saha oyuncularına sahip olmanın önemi, ne kadar denense de asla yeterince vurgulanamaz. Özellikle Derby gibi stoperlerine (lig içerisinde iki kez Milwall uygulamıştı) veya orta saha oyuncularına (önemli derecede Norwich City uygulamıştı) baskı yiyen bir takım için. 

Mount’un sakatlıkla uzun süre sahalardan uzak kalmasıyla beraber, Duane Holmes formasına kavuştu ve süre aldığı zamanlarda da takımına getirdiği yepyeni enerjik havayla neden transfer edildiğini gösterdi. Holmes özünde kanat oyuncusu olmasına rağmen, Lampard ile birlikte yaratıcılığının ve dikey pas yeteneklerinin farklı şekilde kullanılabileceği bölgelerde görev almaya başladı.

Derby’nin hücum planı; sabırla sete yerleşmek, geri dörtlü ve orta saha arasında top rotasyonuna sahip olmak ve sonrasında da half space’i kontrol etmek üzerine kurulmuştu. Bununla birlikte, takımın yüksek baskısı ve kontra ataklardaki hızlı oyunları, gol yollarında çeşitlilik sağlayan başka bir unsurdu. Brentford karşısında alınan 3-1’lik galibiyet, bu konu hakkında güzel bir örnek. Derby’nin ikinci ve üçüncü golleri, kazanılan toplar sonrasında gelmişti. 

Bir başka güzel örnekse Chelsea’ye karşı oynanan Carabao Kupası karşılaşmasıydı. En derinde bekleyen orta saha oyuncusu Tom Huddlestone, Cesc Fabregas’tan topu almış ve en hızlı şekilde Jack Marriott’ı kontra atağa çıkarmıştı. Kontra atağa çıkan Marriott, topu ağlarla buluşturmayı başarmıştı.

Derby’nin zayıf yönleri zaman zaman çok fazla göze çarpabiliyor. Özellikle serbest vuruşlarda ve açılan ortalarda çok kırılgan kalmaları, takımın en büyük sorunlarından birisi. Yedikleri gollerin neredeyse yarısı duran toplardan ve açılan ortalardan geldi. Bunun sebebi, savunmacıların markaj ve pozisyon bilgisinin yetersizliğiyle birlikte, beklerinin oldukça fazla bindirme yapmalarından dolayı arkada bıraktıkları boşluklardı. 

Lampard’ın sisteminin gereği, beklerin arkasında kalan alan her geçen gün daha da belirginleşti ve rakiplerin ana hedefi oldu. Benzer olarak, Derby’nin hücuma durmadan birçok oyuncuyla gitmesi — genellikle iki orta saha, bir santrafor, en az bir hücumcu bek — takımın savunmada çok hassas şekilde kalmasına sebep oldu. Derby’nin şansı, duran top organizasyonlarında ceza sahasını olabildiğinde fazla doldurmalarına rağmen, kontra atağa çıkan rakiplerinin genelde ölü hücumlar yapmasıydı. Sezonun sonlarına doğru, ceza sahasını daha da fazla doldurmak, kuşkusuz daha çok gol fırsatı yarattı. Ancak takımın defansif disiplinden uzak oluşu, bu hevesli sert futbolun önündeki en büyük engeldi. 

Derby, her ne kadar defansif orta sahalara ve stoperlere baskı yapan bir oyun yapısı tercih etse de, derinde bekleyen defansif yapıları kapanan rakipleri açmakta işlerini zorlaştırıyordu. Bolton, Rotherham ve Millwall’a karşı alınan mağlubiyetler, lig sonuncusu dört takımın üçü, bu durumdan yararlanmıştı. Hatta Koçların 12 mağlubiyetinin dörtte üçü, ya en iyi altı ya da en kötü dört takıma karşı alındı. Lampard’ın sezon ortasında yaptığı orta saha değişikliği, bu tarz takımlara karşı net bir reaksiyon gösterilmesine yardımcı oldu ve yaşanan ilk baskıdan kurtulmalarını sağladı.

Derby’nin ilk ve son çeyrekteki takımlara karşı istatistiği: 8 galibiyet, 6 beraberlik ve 10 mağlubiyet ile birlikte %33’lük galibiyet oranıydı. En üstteki takımlar, ligin geri kalanın karşı koyamayacağı takımlardı ve bu çok da büyük bir sorun değildi. Ancak Derby adına asıl sorun, topu üçüncü bölgeye bir şekilde taşıyan — topu orada tutup tutamamaları sorun değil — takımlara karşı yaşanıyordu.

Derby, üçüncü bölgeye topu taşımakta lig ortalamasının üzerinde bir seviyedeydi. Ancak topu üçüncü bölgeye getirdikleri her an, büyük bir verimlilik sorunuyla karşı karşıya kalıyorlardı. Temel olarak, orta sıra takımlarını zirvede oynayanlardan ayıran şey buydu. (oldukça şanssız olan Brentford hariç) Swansea City, ilk etapta topu geri kazanıp ardından rakip presini kırma fikriyle, ligin geri kalanından kendini çok net bir şekilde ayırmıştı. Derby’nin oyun tarzı, Swansea ve Leeds’in arasında bir yerdeydi. Her iki takım da boş alanlara çok hızlı şekilde hareket ediyordu ancak Lampard’ın takımı, topları muhafaza etme konusunda oldukça başarısızdı.

Derby adına umut ışığı, takımın üçüncü bölgeye rahatlıkla gelebildiğiydi. Ancak sorun, son topa gelindiğinde koordineli şekilde hareket edemeyen takımın istenen sonuçları yakalayamamasıydı. Lampard’ın oyuncularına uzaktan şut çekmeleri için yüreklendirmesi de bu durumun ekmeğine yağ sürmüş oldu.

Net bir ofansif plana sahip olamayan Derby, hücumda zaman zaman çırpınıyor ve onlardan daha koordine olan takımlar hücumu rahat bir şekilde idare ediyordu. Örnek olarak Aston Villa ve Sheffield United, geniş boşlukları domine etmeye odaklanmıştı. Leeds United ise sahadaki half space’lerin tamamını kontrol etmek istiyordu. Derby, merkez orta sahada pas isabeti olarak oldukça başarılı olsa da, rakip takım altıpaslarında pas isabeti olarak oldukça düşük bir yüzdeye sahipti.

Tüm bu kusurlarına rağmen, Derby tüm sezon boyunca kendine play-off sıralarında yer buldu ve 8.’likten aşağı hiçbir zaman gerilemedi. Koçlar, tüm sezon boyunca — Mason Mount’ın sakatlığı süresi hariç —  net bir istikrar abidesiydi.

Gelecek

Lampard’ın Derby’deki ilk sezonu en iyi söylenebilecek şekilde, karmaşıktı… Son anda gelen play-off macerası, sorunların üstüne bir çizgi çekse de, var olan problemlerin gelecek sezon için zamanla çözülebilecek cinsten olmadığı aşikardı. Bu, aynı zamanda Lampard’ın geçen ilk teknik adamlık tecrübesi için de geçerliydi. 

Ana prensipleri sezon içerinde değişmedi. Ancak hiçbir zaman yeni ve farklı şeyleri — dizilişler, roller ve personeller — denemekten de vazgeçmedi. Bu sezonu, bir sonraki aşamaların göstergesi olarak değil, saf bir öğrenme deneyimi olarak değerlendirmek herkes için en iyisi olacaktır.

Lampard, bu kısa sürede takıma kendi kişiliğinin ve zihniyetinin bir kısmını yansıtabilmeyi başardı ve aynı zamanda takıma pozitif soyut doneler de getirdi. Derby, özellikle Manchester United ve Southampton’a karşı kazanılan kupa karşılaşmalarında büyük maç refleksi geliştirdi. Frank, herkese karşı — Premier Lig takımlarına bile — takımının kendi oyun planına sadık kalmasını istiyor. Ancak aynı zamanda, maç içerisinde rakiplerinin taktiksel düzenine de ayak uydurmasını biliyor. Genç teknik adam, takım etrafında pozitif bir hava yaratabilmek için elinden gelenin en iyisini yaptı ve taraftarlarla ilişkisini hep en üst seviyede tuttu.

Jody Morris’in yadsınamaz katkılarıyla beraber, genç-yaşlı fark etmeksizin insan yönetimi konusundaki başarıları, onun adına öne çıkan en önemli şeylerden birisi. Genç sağ bek Jayden Bogle, sezon öncesi kamplar ve antrenmanlardaki yüksek performansıyla sezon içerisinde birçok kez formayı kapmayı başardı. Muhakkak ki, sezon içerisinde hatalar da yaptı. Ancak bu hataları profesyonel futbola adımını yeni atan 18 yaşındaki bir gençten beklemek kadar doğal bir şey yoktu. Ve Lampard, bu hata zincirlerini ustalıkla yönetti. Zaman zaman Bogle hata yapıp saha içerisinde kalıyor, zaman zaman da formayı, kendisinden sekiz yaş büyük Andre Wisdom’a teslim ediyordu. Ancak günün sonunda ne olursa olsun, Bogle değerini olabilecek en yüksek şekilde arttırdı. Derby, kendisini birkaç sezon daha fazla takımda tutabilirse kendisini şanslı saymalı.

Mount, Tomori ve Wilson’ın artan performansları dışında; altı sene önce A takıma yükselen, ancak bu altı sene içerisinde neredeyse hiç forma şansı bulamayan 22 yaşındaki Mason Bennett’ın artan performansı tamamen Lampard’ın ustalık eseriydi. Bennett, oyunu genellikle tek düzeyde oynayabilen bir isim: Tüm gün defansı delip geçecek şekilde üstlerine sert koşular yapabilir. Ve tanka benzer vücut yapısıyla bu durumdan asla yorulmaz. Lampard, kendisine bu sezon tam 33 kez şans verdi (11 kez 11 olmakla birlikte) ve forma giydiği bu 33 karşılaşmanın belirli bir kısmını forvet belirli bir kısmını kanat olarak oynadı.

Roos, Evans ve Wisdom gibi kulübün gedikli isimleri de sezon boyunca önemli katkılar verdi. Lampard, bu tarz gedikli isimleri soyunma odasında tutmakla beraber, sadece maç performansları üzerinden değil aynı zamanda oyuncuların antrenman eforlarının baz alındığı meritokratik (yetenek üstünlüğüne dayalı) bir yönetim sistemi benimsedi.

Lampard’ın ilk sezonunda hem iyi hem de kötü yönden dikkat edebileceğimiz birçok nokta var. Ancak futbolculuk günlerinin bitiminden bu yana, kendisi adına elde edebileceğimiz hemen hemen her fikri kanıtlamamız ya da onaylamamız neredeyse imkansız. Bunun için çok erken.

Geçen sezon takımının birçok güçlü ve zayıf yönü vardı. Bu süreçte oldukça fazla doğru, oldukça az yanlış karar verdi. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, teknik adamlığındaki ilk kariyeri kuşkusuz heyecan verici ve bir menajer olarak olabilecek en doğru adımları izliyor. Chelsea’nin bir sezonluk transfer yasağı alması, daha sürdürülebilir bir gelecek için kulübün ve teknik adamın birlikte büyümesine izin vermek adına mükemmel bir zaman. Geçtiğimiz Derby County macerasının her bir anını yaşamış ve sevmiş birisi olarak, Chelsea’deki dizginleri alacak Frank Lampard’ın tüm inancımla arkasındayım.

Çeviri: Arhan Ata Pilavoğlu

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Hayal Kuran Herkese

Hayal Kuran Herkese

3 sene önce
Neno

Neno

3 sene önce
Sözlü

Sözlü

3 sene önce