Unlingen, Almanya’nın güneybatısındaki yapıya örnek, şirin bir kasaba. Nüfusu oldu olası 1500 civarında dolaşıyor. Kasabanın ekmekçisi, dükkânını öğlen kapatıyor. Saat 12’ye kadar ekmek almadıysanız, ya marketteki ambalaja sarılmış ekmeğe talimsiniz ya da evde unu, yumurtayı hazırlayıp kendi ekmeğinizi kendiniz yapmak zorundasınız. Kasap, uzun yıllardır dükkânı akşama kadar açık tutuyordu ancak komşusunun 12’den sonraki keyfini kıskanmış olacak ki birkaç yıldır o da kapıları öğlen kilitliyor. Açıkçası bu duruma bugüne kadar itiraz eden de olmadı.
Zaten Unlingen’e itirazın, gerilimin, kavganın, gürültünün uğradığı görülmemiştir. Dediğimiz gibi, tipik bir güneybatı Almanya kasabası. Belki de bu yüzdendir ki, bir aralar neredeyse her sabah Christa Gomez’in telefonu çalıyordu. “Anne, biz yoldayız” bilgisini veren Mario Gomez, o dönemlerde kız arkadaşı olan Sylvia ile birlikte kısa bir süre sonra Unlingen’deki bahçelerinde bitiveriyordu. ‘Bir tatlı huzur almaya geldik’ tadındaki bu misafirlikler yıllarca devam etti. Genelde Mario’nun en sevdiği yemekler yapılıyordu. Anne Christa, ya pizza yapıyor ya da yörenin geleneksel yemeği olan maultasche (bir nevi tavuk suyunun içinde poğaça) pişiyordu tencerede. Bazen de Baba Pepe, mangalı açıp barbekü hazırlıyordu. Tabii ki 12’den önce gidip kasabı yakalayabildiyse… Gomez, bu aile yemeklerine dünyanın en iyi liglerinden biri olan Bundesliga’da gol kralı olmuş, milyon Euro’ları kazanan kimliği ile gelmiyordu esasında. Buna izin de vermezlerdi zaten. Doğduğu ve büyüdüğü yerde her şeyi unutup mahallenin ve ailenin çocuğu olmak isteyen Mario Gomez oturuyordu masada. Aile meseleleri, Unlingen’in son dedikoduları, olan biten her şey konuşuluyordu. Ama tabii ki futbol da gündemdeydi.
Nasıl olmasın ki?
Mario daha ufak yaşlarda başlamıştı gollerine. SV Unlingen’in 13 yaş altı takımı 1998’de 140 gol atarken, bu gollerin 113’ünü küçük Mario kaydetmişti. Her geçen yıl farklı bir kulüp ona teklif yapıyordu. Mahalle takımından kasaba takımına, oradan şehre… Anne Christa yöresel gazetelerde çıkan her haberi saklamış o dönemde. Oğlu Bundesliga’da oynarken de bir süre devam etmiş buna ancak haber yoğunlundan sonra vazgeçmiş. Aile, oğullarının futbol oynamasını destekliyordu ama okumasını da istiyordu. İspanya’dan Almanya’ya göç eden Dede Jose ve oğlu Pepe dil ve dolayısıyla geçim dertleri ile boğuşmuştu yıllarca. Refaha geç kavuşan Pepe, oğlu için örnek bir figür olmuştu o dönemlerde: “Babam bana bir şeyleri elde etmek için mücadele vermenin ne kadar önemli bir şey olduğunu aşıladı, gayretli oluşumu ona borçluyum.” Gomez 13 yaşındayken, o bölgede her çocuğun hayalini süsleyen VfB Stuttgart’tan teklif almış, ancak annesi ve babasının ‘önce okul’ direktifiyle bu teklifi geri çevirmek zorunda kalmıştı. Futbol yeterince güven vermiyordu.
Ancak yaşlar 16’yı gösterdiğinde ne Stuttgart sevdasından vazgeçmişti ne de Mario. Christa ve Pepe, “Okulunu bitireceğine ve diplomanı alacağına söz verirsen, kabul ediyoruz” diyerek, futbolculuğa yeşil ışık yakmıştı. Gomez bu süreçte Stuttgart altyapısında takımlarını şampiyonluğa taşıyordu, A Takım’da da dikkat çekmeye başlamıştı. İlk Şampiyonlar Ligi maçını 18 yaşında Chelsea’ye karşı oynamış, dünyanın en zor görevlerinden birini başararak, rakibi Marcel Desailly’nin sinirini bozmuştu oynadığı yıpratıcı oyunla. Bunlar olurken, Mario’nun evde verdiği sözü unutmayıp okulunu da yüksek dereceyle bitirdiğini başarı hanesine kesinlikle yazmak gerek.
Ancak artık sadece futbol vardı Gomez’in hayatında ve o, basamakları üçer-beşer değil, onar yirmişer atlıyordu. Gol krallıkları, milli takım derken, teklifler de gelmeye başlamıştı. Babasının takımı olan Barcelona tarafından mercek altına alınan Gomez, tercihini Bayern Münih’ten yana yapmıştı. Bayern, Gomez’i alarak, Bundesliga içinde ödenen en yüksek bonservis rekorunu kırmıştı. Tam 35 milyon Euro karşılığında Bayern’e giden Gomez, Stuttgart taraftarını, Stuttgart taraftarı kasabı üzmüş ancak Avrupa’nın dört bir yanından teklif alırken onu elde edebilen Bayern’i çok mutlu etmişti. Hayatınızda bazen dönüm noktaları olur. Yolunuz ya iyiye gider ya kötüye. Gomez, öyle bir ânı Bayern’deki ilk antrenmanında yaşadı. Ondan sonra Louis van Gaal ile de anlaşan Bayern, Hollandalı’nın egosunu hesaba katmamıştı. Diyaloğa “Merhaba, ben Louis van Gaal. Sen kimsin?” diye giren ‘General’ lakaplı teknik adam, pekâlâ bildiği ismi duyduktan sonra şu şok sözleri söyler: “Seni ben transfer etmedim. Kendine kulüp bul!” Bir Unlingen çocuğu, özellikle damarlarında İspanyol kanı da varsa, bu sözleri öylesine yutmaz. Gomez antrenmanın ardından gitmek istediğini yönetime bildirip, eşyalarını toplamıştı bile. Ancak 13 yaşında “Hiçbir yere gitmiyorsun” diyen anne ve babasına boyun eğen Gomez, bu sefer Bayern yönetiminin aynı sözlerine tanık olup, bu kulüpte tam beş yıl forma giydi. Belki de Gomez’i anlatan, onun kim olduğunu açıklayan en iyi örnek bu. Baba Pepe’den de feyzalıp, hayatı mücadele ile geçirmiş bir isim.
En büyük düşmanının önyargı olması da ayrı bir mücadele alanı oldu Gomez için. Prototip bir Alman, çalışkanı, ter dökeni tercih eder; bir işin güzelliğine değil, sonucuna bakar. Gomez yaptığı işin sonuç kısmında da çok başarılı olsa da, fazla estetik ve giyim markalarının da merceğinde olması işlerini bir hâyli zorlaştırdı. Gomez buna bir röportajında şöyle karşılık vermişti: “Bir futbolcu için, ‘çok fazla yakışıklı’ ya da ‘yüz hatları fazla güzel’ diye eleştiri getirilir mi? Nerede yaşıyorsunuz?” Aynı mücadeleyi ‘müzmin sakat’ suçlamalarıyla da verdi yıllarca. Oysa 29’nu yeni doldurmuş birinin 431 resmi maç oynaması gerçeği ortadaydı. Her şeyden öte sporcu sağlığı dendiği zaman akla gelen ilk isim olan Hans-Wilhelm Müller-Wohlfahrt’ın Gomez için “Biometrik bir dünya harikası, vücudundaki her kas mükemmel” demesi vardı.
Mario Gomez, bu alanlardaki mücadele etmeyi uzun süre önce bıraktı. Gollerine ise devam etmek istiyor. Bu sevdası hiç bitmedi. Playboy Dergisi, Gomez’e “Gol atmak mı yoksa cinsel ilişki mi size daha çok zevk veriyor?” sorusunu sormuştu yıllar evvel. Gomez’in bu soru üzerine gol atmanın insana sağladığı hissiyatları anlatması ve konuya bilimsel yaklaşması, 13 yaşındayken bir sezonda 113 gol atan birinin yıllar sonra da nasıl şevkle işine sarıldığının göstergesi. Gomez’in Beşiktaş’ta atacağı her gol, 1500 kişilik bir kasabayı sevindireceği gibi, belki de zamanında küçük Mario için hazırlanan gazete kupürü defterini de tekrar açacaktır. Christa Anne, defter sende…