Zaman döngüsel olduğu için sadece geçmişi değil, geleceği de hatırlamak mümkündü. Kısacası hatırlama ile kehanet aynı şeydi. – İhsan Oktay Anar, Amat
Hangisi daha iyi; hatırlamak mı yoksa unutmak mı? Ya da belki susmak mıdır daha iyi olan? Uzun yıllar boyu unutmayı seçtim ben. – Svetlana Aleksiyeviç
Hafızamız bize sürekli oyun oynar. Bazı şeyleri hatırlamak istemeyiz, bazılarını hiç unutmayız ve bazı şeyleri de hatırlamak istediğimiz gibi hatırlamayı tercih ederiz. Yazar Simon Reynolds, müzik ve kültür endüstrisinde geçmişe olan merakı irdelediği Retromania adlı kitabının girişinde şöyle bir soru sorar: “Müzik kültürümüzün geleceği için en büyük tehlike, onun geçmişi olabilir mi?” Geçmişe olan özlemle ve nostaljiye olan tutkuyla ilgili bir tartışma açar. Bu konunun bir tarafıdır. Tarihçi Timothy Snyder ise toplumsal hafızaya bir rehber niteliğinde kaleme aldığı Tiranlık Üzerine: Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders’e “Tarih tekerrür etmez, fakat bize yol gösterir” diyerek başlar.
Socrates ekibi olarak 50. sayımızı planlarken bu iki tarafı harmanlayarak bir hafıza testine giriştik. 2020’ye bir kala dijital çağı iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemde dergi çıkarmanın dayanılmaz hafifliğiyle aslında kendi köklerimize de bir yol almak istedik. Bunun için de bir on yıllık dönemi ele almayı düşündük. Peki hangi 10 yıl olacaktı? 1990’lar bu konuda en doğrusuydu. Dergi ekibinin önemli bölümünün spor sevgisinin temellerinde o dönemde çocukluk ya da gençlik yıllarını geçirmenin büyük etkisi vardı. Ekibin 1990’lı yılların ortalarında ya da sonlarında doğan üyeleri için de o günlerden kalan hikâyeler değerliydi. Gelişim Spor, Spor & Spor, Fast Break gibi dergilerin çıktığı bir zaman dilimi olmasının yanı sıra özel televizyonların devreye girmesiyle beraber farklı bir spor takipçiliği ortaya çıkmıştı.
Sosyolog Tayfun Atay’ın bir yazısında belirttiği gibi 1990’lar, bugünümüzü ve geleceğimizi anlamak açısından başka bir on yılla kıyaslanmayacak kadar büyük önem arz ediyordu. Türkiye açısından ele alırsak popüler kültür çağının tam olarak nüfuz etmeye başladığı dönemdi. Atay’ın dediği gibi popüler kültür kuşkusuz her zaman vardı ama onun ‘çağ’ belirler ve niteler hâle gelmesi bu ülkede 1990’ların akabinde söz konusu olmuştu. Türkiye, medya ve kültür endüstrisi gibi kavramlarla o günlerde aşina olmaya başlamıştı. Özel televizyonların hayatımıza girişi işte bu konuda büyük bir katalizör vazifesi görmüştü.
Sovyetler Birliği, Yugoslavya gibi ülkelerin dağılarak farklı bir coğrafya ve dünya konjonktürü oluşturduğu, ekonomik ve siyasi gücün dünya çapında yeniden paylaşıldığı bu dönemde spor dünyasının değişmesi de kaçınılmazdı. Öyle bir on yıl ki dünya tarihindeki yerinin çarpıcılığı bir kenara kendi içinde kısa sürede yaşanan değişimler daha da aşırılıklar arz ediyordu. Atari ile başlayan dönem, şimdilerde komik gelecek bir hıza sahip olsa da internete girilen bilgisayarlara bırakmıştı yerini. Teypler, walkman’lerden Napster ve mp3 gibi kavramlara… Çevirmeli telefondan cep telefonuna… Tribünlerde seyircilerin eşit dağıldığı TSYD maçlarından deplasmana gidilemeyen derbilere… Beverly Hills 90210’dan Sopranos’a… White Men Can’t Jump’tan He Got Game’e… Nirvana’dan Britney Spears’a… Drazen Petrovic’ten Dirk Nowitzki’ye… Magic Box’tan Lig TV’ye… Körfez Savaşı’ndan 11 Eylül’e… Voltron’dan Pokemon’a… İşte bu örnekler o kadar çok ki; muhtemelen siz de okurken “Bu niye yok?” diyeceksiniz. 1990’lar öyle bir süreç ki 128 sayfada ‘Değinmeden Geçmeyelim’ köşeleri yapsak da değinemeyeceğimiz sayısız konu ve figür olacaktı. Öyle de oldu.
On yıl uzun bir süre ve içinde yaşananları bir çırpıda saymak mümkün değil. Biz de ön hazırlıklarıyla birlikte yaklaşık beş yıl önce başladığımız Socrates Dergi serüveninde pek çok hatırayı geride bıraktık. 50. sayımızı yayımlarken bu yola birlikte çıktığımız, yolculuk esnasında kesiştiğimiz, bugün hâlâ yola kol kola devam ettiğimiz ya da farklı yollara ilerlediğimiz tüm arkadaşlarımıza ama en çok da bu yolda bizlere her zaman güç veren siz değerli okurlarımıza sonsuz teşekkür ederiz.
Bu sayı; hem hatırlamaktan imtina edenler hem de hatırlamanın geleceğe ışık tuttuğunu düşünenler için…
R.E.M.’in Everybody Hurts şarkısındaki gibi;
“Herkes incinir, günün uzunken ve gecen Gece yalnız senin, hayatın çok üstüne geldiğine emin olduğun zaman Sıkı tutun Kendini bırakma, herkes bazen ağlar Ve herkes incinir, bazen…”
Hep beraber, nice 50 sayılara!