*Bu yazı, Kareem Abdul-Jabbar tarafından Temmuz 2015’te TIME için kaleme alındı.
Kadın güzelliği konusundaki anlayışımız üzerine yeniden düşünmeliyiz.
Serena Williams, Wimbledon’da kariyerinin 21. Grand Slam şampiyonluğunu kazandı. Yol üzerinde Maria Sharapova’yı yine yendi. Hem de üst üste tam 17. defa. Ancak tenis tarihinin turnuvalardan en çok para kazanan kadın tenisçisi olan Serena Williams, konu sponsorluk gelirleri olduğunda sayısız kez yendiği rakibinin bir hâyli gerisinde kalıyor. 2013’te Maria Sharapova 23’ü sponsorluk geliri olmak üzere 29 milyon dolar kazandı. Aynı yıl Serena Williams toplamda 20.5 milyon dolar kazanırken, bunun sadece 12 milyonu sponsorlardan geldi. Bu nasıl mümkün olabilir? Sponsorlar her zaman en iyi sporcuyu ödüllendirmez de ondan. Genellikle bu pastanın büyük payını, batı kültürünün güzellik normlarına en uygun kişi alır.
Bir an için bu yazının ırkçılık üzerine yazıldığını düşündünüz. Hayır, değil.
Misty Copeland çok yakın zamanda, Amerikan Bale Tiyatrosu tarihinin ilk Afro-Amerikalı baş dansçısı oldu. Ama 13 yaşındayken, doğru vücut tipine sahip olmadığı gerekçesi ile bir bale akademisi tarafından reddedilmişti. Copeland’in yer aldığı bir reklam filmi, kariyerinin ilk yıllarında aldığı bu olumsuz cevabı bizlere şu şekilde aktardı: “Değerli adayımız, akademimize başvurunuz için çok teşekkür ederiz. Ne yazık ki kabul edilmediğinizi bildirmek isterim. Sağ ayağınız yetersiz, vücut boyu uzunluğunuz ve göğüs ölçüleriniz uygun değil.” 13 yaşında mı? Vücudunun çok kaslı ve ‘olgun’ görünüyor olması söylemi, onu kariyeri boyunca takip etti. Hatta Copeland, “Bu vücudumla dansçı olamayacağımı söyleyen bir dolu insan gördüm. Bacaklarım çok kaslı olduğu için tütü giymemem gerektiğini bile söylediler” demişti.
Bu iki üst düzey atletin ortak noktaları nedir? Beyaz ve daha az başarılı meslektaşlarına göre çok daha ‘algı dışı’ bir vücuda sahip olmaları.
(Yazının hâlâ ırkçılık ile bir alakası yok.)
Toni Morrison, The Bluest Eye kitabında şöyle yazmıştı: “Aşk ve fiziksel güzellik, belki insanlık düşünce tarihinin en yıkıcı iki fikri.” Morrison’ın fiziksel güzellik hakkındaki sosyal idealleri yıkıcı bulan bu tespiti son derece yerinde. Neredeyse hiç kimsenin içini doldurmayacağı güzellik standartları belirlenmiş durumda. Kadınlar bu toplumsal beklentileri karşılamaya çalışırken büyük zorluklar çekiyor. Zayıf, genç ve seksi görünmeleri beklentisi, onlar için tıpkı bir Victoria dönemi korsesi kadar sıkıcı. Bu güzelliğin idealize edilmiş ve kusursuz örneklerini ise kafamızı çevirdiğimiz her yerde görmek olası. Billboard’larda, dergilerde ve Victoria’s Secret reklamlarında… Tabii burada makyaj, ışıklandırma ve fotoğraf düzenleme teknolojilerinin payı büyük. Oradaki kadınlar, en fazla Avengers filmi için dijital ortamda üretilen Hulk kadar gerçekçi.
Toplumsal güzellik normlarının ne kadar zararlı olduğu konusunda bolca kanıt var. Standart bir Amerikan kadını, hayatı boyunca ortalama 15 bin dolar civarı makyaj harcaması yapmakta (eğer aynı para bir emeklilik sigortasına yatırılsa, 70 yaşında 100 bin dolar alması mümkün olabilir.) Buna rağmen Amerika, dünyanın kozmetiğe en çok para harcanan ülkesi. ‘Yaşamsal tatmin’ listesinde ise sadece 23. sırada. Bu mitik güzelliğin peşinde geçen nafile yolda neler yaşanmıyor ki… Yüksek topuklar içinde ayakların gördüğü eziyetler, cerrahi müdahalelere yol açan gereksiz estetik ameliyatları ve aç kalmak suretiyle bir zombiye dönüşülen kilo verme süreçleri… Hepsi de kendi yaratmadıkları bir hayali fikir uğruna.
Tamam, biraz yalan söyledim. Bazı siyahi atletlerin vücutları konusunda aldığı negatif tepkiler içinde kesinlikle bir miktar ırkçılık barındırıyor. Bunun sebebiyse geleneksel sporcu ve dansçı ölçülerine uymayan vücut yapıları. Ancak kimse Kerry Washington (Skandal) ve Lupita Nyong’o (12 Yıllık Esaret) gibi siyahi aktrislerin güzelliğini sorgulamıyor çünkü onlar, kadın moda endüstrisinin belirlemiş olduğu standartları fazlaca karşılamakta. Williams ve Copeland’in sorun yaşadığı nokta, idealize edilmiş olan ‘batı kadını’ standartlarına uymayan vücutları. Tabii ayrıca biz erkeklerin ortaya çıkardığı, ‘ideal kadın vücudu’ fikri de buna yol açıyor.
Burada ortaya çıkan asıl sorun, özellikle atletler üzerinde oluşturulan kamuoyu baskısı. Bu hem tüm kadın sporcular, hem de onları idol hâle getirmiş tüm genç kızlar için çok zararlı hem de açıkçası kadın düşmanı bir fikir. Bu standartlara uygun kalma çabası, onların mükemmeliyete uzanan yolda verdikleri bazı ödünler ile sonuçlanabilir. Sahada ve saha dışında…
Bu problem 2014’te iyice gün yüzüne çıkmıştı. Rusya Tenis Federasyonu Başkanı Shamil Tarpischev, Venus ve Serena’dan “erkek kardeşler” diye bahsetmiş ve 25 bin dolarlık bir cezaya çarptırılmıştı. Bu alışılmış ancak saygısız hareket sonrası Serena, kaslı kollarını saklamak için artık uzun kollu giyebileceğini açıklamıştı. Çünkü Savaşçı Prenses Zeyna’nın fantastik dünyası dışında, kaslı kadın ideal bir görüntü değildi.
Neden peki? Çünkü erkeklerin ideal kadın fikri buna karşı çıkıyor. Bizlere göre kadın savunmasız ve erkek karşısında kendini korumaktan aciz olmalı. Ayrıca da erkeğin toplumdaki koruyucu ve kollayıcı, kadının ise çocuksu ve zayıf algısı sürmeli. (Neredeyse tüm ‘romantik’ ilişki portrelerinde, kadın erkeğin kolları arasındadır veya onun tarafından yatağa taşınır.)
Öteki taraftan, bu sığ ancak geleneksel görüşü takip etmek istemeyen herkesin cesareti biraz kırılmakta. Aklıma True Detective’in ikinci sezonundan çok güçlü bir sahne geldi. Dedektif Ani Bezzerides (Rachel McAdams) neden o kadar fazla silah taşıdığını açıklıyordu: “Tüm olası düşmanlarınızın sizden güçlü olduğunu bilerek bu işi yapmak kolay olur muydu? Bir an için polisliği unutun. Kafayı yememiş hiçbir adam ortalıkta bu şekilde dolaşmaz. Cinsiyetler arasındaki en temel fark, birinin diğerini çıplak elle bile öldürebilecek olması.” Belki kaslı ve güçlü kadın, fiziksel ve mental yeterliliği sembolize ediyor ve bununla birlikte alışılmış kırılgan kadın imajı da tehdit altında.
Güzellik standartları, kadın sporcuları bir atletten ziyade pazarlanabilecek bir imaj olma zorunluluğuna da itmekte. Bir diğer ünlü tenisçi Agnieszka Radwanska, 1.72 boyunda ve sadece 56 kilo. Bu antrenörünün verdiği bilinçli bir karar. Bunu New York Times’a, “Onu ilk 10 içerisindeki en hafif oyuncu olarak tutma çabasındayız çünkü her şeyden önce o bir kadın ve öyle kalmak istiyor” şeklinde açıklamıştı. İlk 20 içerisinde yer alan bir başka profesyonel tenis oyuncusu Andrea Petkovic ise çift el backhand vururken çekilmiş kaslı fotoğraflarını görmekten nefret ettiğini anlatmıştı: “Pek kadınsı göründüğünü düşünmüyorum. Bilemiyorum, belki insanların söylediklerini çok kafama takıyorum ve belki aptalca ancak bu her kadının yaşadığını düşündüğüm bir kaygı. Vücuduna güvenen bir oyuncu olabilmeyi isterdim. Kadın olarak, fiziksel anlamda çok eleştiriliyoruz ve bu bizi çekingen bir hâle sokuyor.”
‘Feminen’ imajlarını kaybetme korkusu ile limitlerini çok fazla zorlamayan kadın sporcular, bu sebebten bazen potansiyellerinin tamamına hiçbir zaman ulaşamıyor. Aynı şekilde bu kalıplaşmış ‘hanım’ olma fikri, iş hayatında da kadınların gerektiği kadar rekabetçi olamamalarına sebebiyet veriyor.
1.88 boyunda ve 60 kilo olan Maria Sharapova (Williams 1.75 ve 68 kilo) daha ince olma isteğinden hep bahseder: “Her zaman daha zayıf ve az selülitli olmak istedim ve sanırım bu, tüm kızların isteğidir.” (Öyle mi? Öyle olmalı mı?) Sharapova ağırlık çalışması yapmadığını da ekliyor. “3 kilodan fazlasını kaldırmakta zorlanıyorum. Sinir bozucu ve zorlayıcı bir antrenman ve bunun kendi sporumda gerekli olmadığını düşünüyorum.” Ve bunun sonunda gerekli olduğunu düşünen kişi tarafından tam 17 kez aralıksız olarak yenildi. Acaba en çok kazanan kadın sporcu olmanın mı, yoksa en iyi kadın sporcu olmanın mı peşinde?
“Vücut enerjisi şakıyorum” der Walt Whitman, insan vücudunu bir haz, maneviyat ve başarı kaynağı olarak tasvir ettiği Leaves of Grass şiirinde. Eğer günümüz Amerikalıları da aynı şekilde insan vücudunu yüceltmek isterse, güzellik algıları sorgulanmalı ve bu beyin yıkayıcılıktan ziyade sağlığın tarafında saf tutulmalı. Amaç onlardan bir pazarlama harikası ve maddi bir meta üretmek olmamalı. Güzellik kavramının temsil ettiği şeylerin tarih boyunca devamlı olarak değişmesi, bu sabit fikrin beyinlerimizin yerleşik bir parçası olmadığını zaten söylüyor. Güzellik standartları konusundaki dar fikirlerimizi aşmaya çabalamalı, her yaştan her kadını olabilecekleri en ileri noktaya gitmeleri için cesaretlendirmeliyiz. Yapabiliriz, yapacağız ve başaracağız.
Çeviri: Aras Yetiş (@arasyetis)