Şubat başında, Güney Fransa şehirlerinden Nice’te dünyaya gelmişti. Bir Ferrari direksiyonunda, şampiyonluk yaşayan ilk Fransız olabilirdi. Olamadı.
Jean Behra, Fransızların ilk büyük yarışçısı değildi. Ama tıpkı futboldaki Brezilya-İngiltere ikilemi gibi Grand Prix’nin Fransa-İngiltere tartışmasının doğal taraflarından biri olan ülkenin ilk şampiyonu olma şansı vardı. Kariyerinin ve yaşamının son yılında Ferrari direksiyonuna geçene kadar podyumlar elde etmiş, kumaşını göstermişti. Almanya Grand Prix’si öncesi yapılan spor otomobil yarışında Porsche’si, pistin oval bölümüne gelirken yağmurlu havada kontrolünü kaybediverdi. Jean aracıyla birlikte AVUS’un meşhur ovalinin üzerinden uçtu. Ne ismi, ne öldüğü pist, ne de sonra Innes Ireland’ın tasarımı olarak bilinen kaskı hatırlandı. Su altında gözlerinizi açmış gibi, bulanık birkaç siluet kaldı hatırası olarak.
François Cevert iyi bir genç pilottu. Jackie Stewart ise iyi bir ustaydı. Meşhur atasözü gibi kendine sakladığı, o özel numarası yoktu. François ondan her şeyi öğreniyor, zirveyi zorlasa da sabırlı ve saygılı davranıyordu. En az yarıştıkları Tyrrell kadar mavi gözleriyle bu genç Fransız’ın ülkesinin ilk şampiyonu olacağına emindi Jackie. Sezon sonunda emekli olacaktı, François takımın birinci pilotu olduğunda artık onun zamanı gelecekti. Bermuda’da yaptıkları son tatilde Ferrari’den gelen tekliften bahsetmişti François, Jackie’ye. Emeklilik kararından haberi yoktu, aslına bakarsanız bir gün Ferrari’ye gideceği aşikârdı. Jackie Stewart, sezonun son yarışı olan Watkins Glen’e çıkmadı. Esses’te aile dostunu, öğrencisini, Fransa’nın olamayan bir başka şampiyonunu bıraktı. François’nın hikâyesi 1973’ün Ekim ayında bitti ve içinde şampiyonluk yoktu.
Didier Pironi ve Gilles Villeneuve, Ferrari’nin Fransızca konuşan pilotlarıydı. Imola’da takım emirlerine uymayan Didier, Gilles’i geçip yarışı kazanmıştı. Yani aslında artık pek konuşmuyorlardı. Sinirleri bozuk Gilles, bir sonraki yarış olan Belçika Grand Prix’sinde Didier’nin pol pozisyonu turunu geçmeye çalışırken hayatını kaybetti. Didier Pironi, bir Ferrari kokpitinde, ilk Fransız Formula 1 şampiyonu olabilirdi artık. Birkaç yarış sonra, sıralama turlarında Gilles’inkine benzer şiddette bir kaza yaptı Didier. Hockenheim’ın yağmurunda, genç Fransız Alain Prost’un Renault’suna arkadan çarptı. Didier hayatta kaldı, ancak fena hâlde kırılmış bacakları Formula 1’de bir daha yarışamaması anlamına geliyordu. Beş yıl sonra bir sürat teknesi yarışında hayatını kaybetti. Hamile kız arkadaşı, Didier öldükten sonra doğan ikizlerine Gilles ve Didier Jr. isimlerini verdi.
Alain Prost, Fransızların en büyük pilotuydu. Formula 1’e gelişinin ikinci senesinde yarışlar kazanmış, altıncı sezonunda şampiyon olmuştu. 1982 Almanya GP’si sıralama turlarında Pironi’den devraldığı, Behra’yla yoluna başlayan uğursuz bayrağı bitişe getirebilmişti. Ayrton’un takıma gelişiyle şampiyonluklarını kazandığı McLaren’da işler huzursuzlaştı. Ayrton’un suçu değildi, Alain’in de. Gilles de suçlu değildi, Didier de. Onlar yalnızca kazanmaktan, başkasını düşünme yetileri körelmiş, belki de bu korku duygusu gibi hiç sahip olmamış bir avuç insandı. Alain huzursuzluktan hoşnut değildi. Belki de aracındaki kırmızı miktarını artırması gerekiyordu. Her yol bir şekilde Ferrari’ye çıkardı zaten. İki yıl Ferrari için yarıştı, çok yaklaştı. Ama Ferrari’yle şampiyon olan ilk Fransız pilot olamadı. Alain’in bile yapamadığı şeyler vardı.
Jules Bianchi ise tekrar canlanan yetenekli Fransız jenerasyonunun üyelerindendi. Formula 1 öncesi özgeçmişi en parlak olanı değildi. Yine de geçtiğimiz yıl Monaco’da, özel bir şeyler anlattı bize. 1990’lardan yahut artık ayrı bir on yıl olarak bahsettiğimiz 2000’lerden büyük işler yapan küçük takımlara, küçük pilotlara aşinaydık. Monaco’da küçük takımıyla büyük iş yapan ilk Fransız değildi. Prenslik’teki en büyük sürprizi kabaca 20 yıl önce Ligier’siyle Olivier Panis yapmıştı.
Jules, Formula 1’e ortalığı kasıp kavurarak gelmedi. Formula 1’de özel bir şeyler taşıdığını gösterecek işler yaptı, fakat Jules’ü tutulan istatistikleri, artık alamayacağı zaferleri ya da yaşanmamış şampiyonlukları için sevmedik. Jules’ü sevmemiz François’nınki gibi masmavi bile olmayan gözlerindeki tertemiz bakışlardan, Gilles’inki kadar derin anlamlar taşımayan utangaç gülüşünden ve artık bir halkla ilişkiler hapishanesi hâline gelmiş padokta insana dair küçük bir detay niteliğindeki samimiyetindendi.
Ağustos başında, Güney Fransa şehirlerinden Nice’te dünyaya gelmişti. Bir Ferrari direksiyonunda şampiyonluk yaşayan ilk Fransız olabilirdi. Belki olmazdı, aslında çok da önemli değildi.