Bu yazı ilk olarak, Socrates Dergi’nin 2018 Ağustos sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.
İşteki ilk gün. 2016 yazı geride kaldı, Sırbistan formasıyla Rio’da uluslararası sahneye kendini elit bir skorer olarak yeniden takdim etmiş olan Bogdan Bogdanovic için sezon tanıdık renklerle açılıyor. Sarı, lacivert ve olimpiyat kürsüsünde de peşini bırakmayan gümüş rengi. İki seanstan oluşacak ve akşam saatlerine uzanacak Medya Günü kapsamında, Ataşehir’de gazetecilerin sorularını yanıtlıyor. İşte birisi daha yanına geldi ve sözü birazdan Viktor Khryapa’nın aldığı hücum ribaunduna getireceğine şüphe yok.
Doğru ânı kollayanlar içinde ben de varım. Tribünlerin ilk sırasına geçiyoruz. Tüm o şairane “ribaund” sorularıyla cebelleştikten sonra bile, bana değer verdiğini hissettirmek için fırsat kollayan bir genç adam var yanımda. Benden o sözcüğü duymayacak… Ona Dusko Vujosevic’le iki yıl geçirdikten sonra Zeljko Obradovic’le işlerin nasıl gittiğini soruyorum: “Kariyerinin hemen başında Dule ve Zoc gibi iki büyük koçla çalışma şansı bulmak, bir oyuncu için iki farklı okuldan mezun olmak gibi bir şeye mi tekabül ediyor?”
Okul analojisine tutulduğu söylenemez. Partizan’daki yıllarında elinde olsa değiştirmek isteyeceği birkaç şey yaptığını ama her iki koça da minnet duyduğunu söylüyor. Şans? Elini dudağına götürüp bir süre düşünüyor, birden aradığı sahne gözünün önünde beliriyor. “Aslında daha önce bu şans meselesine fazla kafa yormazdım. Ama iki sezon önce, bir antrenman sonrasında Nikos Zisis tüm bakışımı değiştirdi. O gün, Koç tepemden inmemişti. Eve gitmeye can atıyordum ki Nikos yanıma geldi, beni omzumdan tuttu ve şöyle bir silkeledi: ‘Senin yaşındayken böyle koçlarla çalışmış olsaydım, şimdi kariyerim hangi noktada olurdu biliyor musun?’ Kariyerinin gayet iyi bir noktada olduğunu söylemek istedim ama bana fırsat tanımadı. Obradovic’le daha erken karşılaşmış olsaydı, sahadayken tamamen farklı bir şekilde düşünmeyi öğreneceğinden emindi.”
Bogdanovic, İstanbul’a geldiğinde yalnızca güvenilirlikten uzak bir bitiriciydi. Obradovic’le girdiği yolun her kıvrımında, her dönemeçte kendini muntazam bir biçimde yeniden inşa etti. Bu röportajdan sekiz ay sonra Avrupa’nın bir numaralı kupasını havaya kaldırırken onun için bu hikâyenin burada sonlanmayacağını biliyorduk. Bu yaz, Joffrey Lauvergne ve Tyler Ennis’i Fenerbahçe’ye getiren şey de tam olarak bu: Bir yeniden inşanın vaadi.
2012 yazında Vujosevic, Moskova’daki beş aylık sürgünden sonra nihayet rehabilitasyonunu tamamlayıp Belgrad’a döndüğünde onu Bogdanovic’le birlikte karşılayanlardan biri de Joffrey Lauvergne’di. “Coğrafya kaderdir” demek yerine konfor alanlarını biraz olsun esnetmeye karar veren iki Fransız (Lauvergne ve Westermann), bir Bertans (Davis), bir Musli ve bir Bogdanovic. Dule taze bir aşkla işe koyulurken yaşam enerjisini 91-92 jenerasyonunun bu acar beşlisinde bulmuştu. Daha büyük sahneye terfi eden Bogi ve Joffrey’nin vedası esnasında gururlu bir lise öğretmeni gibiydi, bunu fazlasıyla hak etmişti.
Partizan kararı Lauvergne için olağanüstü sonuçlar verdi. İkili oyunlardaki bitiriciliğini keskinleştirmiş, parke üzerindeki senaryolara ilişkin Fransız uzunlarda çok sık görmediğimiz türden bir feraset geliştirmişti. Altyapı milli takımlarında zaman zaman kaçak güreştiğini gözlemlediğimiz INSEP çıkışlı uzun, bu oyunda buna yer olmadığını da Dule’den öğrenmişe benziyordu. Dört farklı takımla geçirdiği dört NBA sezonundan sonra, eski ustalardan yeni şeyler öğrenmek için Avrupa’ya dönüyor. Bogi’nin yaptığını yapmak ve bu kez gerçekten mezun olmak için.
Tyler Ennis de, hiç kuşkusuz, yeni bir diplomanın faydasını görebilir. Özgeçmişindeki bir yıllık Syracuse tecrübesine ve ilişikteki Jim Boeheim imzalı referans mektubuna hürmeten kapak attığı işlerden sonra deniz bitmişe benziyor. En azından NBA ülkesinde. Hepimiz Ennis’i yeterince izlediğimizi düşünüyoruz: Boeheim’ın 2-3 alan savunmasında gizleyebildiği ama NBA’de ilk dakikadan itibaren ifşa edilen tüm o atletik kusurların, çimento dökülmüş ayakların, yolunu kaybetmiş penetreler sonunda çıkardığı mütereddit “floater” atışların gölgesinde 186 maç.
Bütün bunlar halledilebilir mi? Her zaman yaptığı gibi topun kıymetini bilen, Lauvergne, Melli ve Vesely ile oynadığı efektif ikili oyunlarla daimi bir tehdit yaratan, maç sonlarında Wanamaker’ın sezon boyunca yüzleştiği baskıyı hissetmeden usulca kenara çekilen ve şovu Sloukas’ın yönetmesine izin veren bir Ennis, 10 yıllık bir Euroleague kariyerini Ataşehir’de başlatabilir mi? Nikos Zisis bunu beğendi.