Yurttaş Kane’in Fransa’da gösterildiği günü François Truffaut büyük bir heyecanla anlatır. Orson Welles’in başyapıtı ilk olarak 1941’de Amerika Birleşik Devletleri’nde gösterime girmiştir. İkinci Dünya Savaşı, merakla beklenen filmin Yaşlı Kıta’ya gelişini geciktirmiş, Fransız entelektüeller Yurttaş Kane ile 1946’da karşılaşmıştır. Jean-Paul Sartre filmi ilk izleyenler arasındadır, nefret eder. Daha sonra bir de eleştiri kaleme alır.
Cahier du Cinema dergisi çevresinde kümelenen, savaşın ve faşizmin gölgesinde hep film izleyerek, konuşarak, yazarak yıllarını geçiren bir grup ise Yurttaş Kane’i gördüğü an çarpılmıştır. Ünlü eleştirmen Andre Bazin’in öncülük ettiği grupta Jean-Luc Godard, Jacques Rivette, Claude Chabrol gibi yönetmenliğe de soyunan sinema yazarları vardır. Truffaut da bu ekibin parçasıdır. Yurttaş Kane’den çok etkilenmiş ve savaş yıllarında gördüğü Fransız, Alman filmlerini çöpe atabilecek nitelikte bir yapım olduğunu belirtmiştir.
Orson Welles ise bütün övgülere rağmen doğduğu topraklarda asla anlaşılamamıştır. Enis Batur bunu şöyle ifade eder: “Coca Cola’lı, sekiz silindirli Amerika teh dehâsını hazmedemedi. Orson Welles’i durmadan nükseden bir çıban sandı, oysa dinlenen bir yanardağdı.” Fransa’da ise durum tam tersidir. Welles, ilk kez 1937’de Paris’e uğramış, daha sonra sıklıkla yolu buralara düşmüştür. Bir yandan siyasetçiler bir yandan sanatçılar peşinden koşmuş, her gelişinde Welles başka ilginç bir projede, ortamda kendini bulmuştur.
1950 ilginç bir yıldır. Savaşın külleri silinmeye başlamış, Avrupa’da yepyeni bir enerji açığa çıkmıştır. Fransa Bisiklet Turu’nda da durum aynıdır. Bisiklet tarihine adını yazdıran büyük yıldızlardan bazıları o yıllarda kendisini göstermeye başlamıştır. Le Tour, hiçbir zaman sadece sportif bir etkinlik olarak görülmemiştir. Başka alanlardan ünlü isimlerin ilk etapta bayrak sallaması da geleneklerden biridir. O sene bu isim Orson Welles olarak düşünülür. Amerikalı sanatçı Paris’teki büyük starta gelir. Önce dönemin ünlü bisikletçileri Raphael Geminiani ve Jacques Marinelli ile sohbet eder, sonra da kalkış işaretini verir ve yarış başlar.
1950 Fransa Bisiklet Turu’nda genel klasman mücadelesi çok büyük bir çekişmeye sahne olmamış, sarı mayo İsviçreli Ferdi Kübler tarafından kazanılmıştır. O seneki yarışın enteresan yanlarından biri de Kuzey Afrikalı bisikletçilerin varlığıdır. 2015 Fransa Bisiklet Turu’na katılan MTN-Qhubeka’ya “Le Tour tarihinin ilk Afrikalı takımı” apoletini verirken unuttuğumuz takım, Kuzey Afrika kökenli birçok bisikletçiyi barındırmıştır.
Cezayirli Abdel-Kader Zaaf takımın meşhur üyelerinden biridir. 13 Temmuz’da başlayan o yarıştan ise takım başarılarından çok Zaaf’ın yaşadığı bir talihsizlik kalmıştır. Perpignan’dan Nimes’e giden 13. etapta sıcak hava bisikletçileri bunaltmıştır. Pelotonun gerisinde yaşananlar ise hâyli enteresandır. Nimes yolunda sıcaktan bunalan Zaaf, zigzag çizmeye başlar. Yarışın tanıklarına göre o sırada kendisinde olmayan bisikletçi bir ağacın altına gider, bir süre orada yatar. Ayağa kalkıp tekrar bisiklete bindiğinde ise ters yönde gitmeye başlar ve yarıştan diskalifiye edilir.
Bu hikâye Fransa Bisiklet Turu kitaplarında yazarların en anlatmayı sevdiği sahnelerden biridir. Ortak görüş sadık bir Müslüman olan ve hayatında hiç alkole ağzını sürmeyen Zaaf’ın bir seyircinin uzattığı şarabı içerek kafayı bulduğu ve bu yüzden yanlış tarafa gittiği yönündedir. Bu konuda detaylı bir yazı kaleme alan Barry Ryan ise tersini iddia eder. Ona ve birçoklarına göre Zaaf aldığı doping maddelerinden (amfetamin) ötürü krize girmiştir, sıcakla birlikte.
Bu anlatılanların Orson Welles’le ne ilgisi var? Mantıklı düşününce pek yok. Lâkin Amerikalı sanatçıyı biraz derinlemesine incelediğimizde köprüler kurabiliriz. Welles, sinemadan önce fethettiği tiyatro dünyasında özellikle klâsikleri uyarlamasıyla meşhurdur. Büyük bir Shakespare hayranı olarak tiyatroya girmiş fakat çoğu zaman adını tarihe kazıyan eserleri epey değiştirerek sahneye uyarlamıştır. Voodoo Macbeth o oyunlardan biridir. Welles, Shakespeare’in Macbeth’ini 1936’da tamamen siyahi, Afrika kökenli oyuncularla çekmiş, oyunun merkezi İskoçya’dan Haiti’ye kaydırmıştır, hikâyeyi de buna göre yeniden yazmıştır.
Amerikalı, 1950’de Paris’te sadece bayrak sallamaz. Peşinde gazeteciler de vardır. L’Equipe gazetesinden Georges Duthen o isimlerden birisidir. Sanatçının Le Tour etrafındaki adımlarını takip eder, masasına konuk olur. Yapacağı kutsal görev için Paris’e gelen Welles ise şaşkındır. Gelir gelmez Versailles yolunda bir bisiklet yarışı görür ve heyecanlanır. Beni unuttular mı acaba? Yetkililer bunun Fransa Bisiklet Turu olmadığını, başka bir yerel yarış olduğunu Amerikalıya açıklar.
Hem oyunculuğuyla hem yönetmenliğiyle o dönemde Fransa’da bir hâyli popüler olan Welles, sporla ilişkisi sorulduğunda geçmişe döner: “Tiyatro ve sporun kol kola yürüdüğü mutlu çağlar, Antik Olimpiyat Oyunları nerede! Antik Yunan’dan beri bu sırrı kaybettik.” Welles’e göre bir aktör ile bir sporcu arasında benzerlikler kurmak çok kolaydır. İkisi de kendi performansları sonrasında tükenirler. İkisi de aynı şekilde çökerler, döktükleri terler, yaşadıkları tahribat, nefes alırken yaşadıkları acı aynıdır. Ona göre bir beyzbol maçındaki Joe DiMaggio ile Faust gösterisindeki aktör benzer yollardan geçer.
Yarışın başlangıcını yapan Welles büyük bir bisiklet fanatiği değildir. Amatör olarak boksla ilgilenmiş, beyzbol oynamış, İspanya’da kaldığı dönemde boğa güreşleriyle haşır neşir olmuştur. Lâkin 19. yüzyılın sonunda Avrupa’da popülerleşen iki teker onun pek ilgisini çekmemiştir. Gazetelere yaptığı açıklamalarda yarışları pek bilmediğini söyler ancak bisikleti binmeyi bildiğini açıklar. Yaşamının sonuna kadar Fransa’da çok sevilen, bütün kaprislerine rağmen Avrupalı dostları tarafından hayranlıkla izlenen Welles, 1983’te 70. yaşgününü kutladıktan birkaç gün sonra hayata gözlerini yumar.
Bu sene, Orson Welles’in 100. yaşını kutluyoruz. Adının geçtiği her yerde “anlaşılamayan deha” olarak tanııtılan Amerikalı sanatçının tamamlayamadığı projeleri didik didik ediliyor, gösterime girmeyen filmlerinin peşine düşülüyor, çektiği erotik filmlerden yazdığı yazılara, Avrupa’da takıldığı cafelerden oynadığı oyunlara kadar her şeyin hikâyesi defalarca anlatılıyor. Fransa Bisiklet Turu da bu büyük yaşamın uğradığı duraklardan biri. Çok küçük, büyütmye lüzum olmayan bir durak. Fakat yine de sevenlerinin aklına düşebilecek bir soru var: Ya yolları aynı sene farklı amaçlarla kesişen Abdel-Kader Zaaf’ın hikâyesini Orson Welles film yapsaydı? Gururla abartabiliriz. Voodoo Tour de France çekilmemiş en güzel bisiklet filmi.