Bir tenis turnuvası direktörünün yaşayabileceği en tuhaf olay nedir? Rotterdam Açık’ta bu görevi sürdüren 1996 Wimbledon şampiyonu Richard Krajicek’in başından geçenler belki bu sorunun cevabı olabilir. Hollandalı tenis adamı, yönettiği organizasyonun gerçekleşmesine birkaç ay kala son derece tuhaf bir talep aldı. Öyle ki müsabakanın seri başlarından birisi olması planlanan Avustralyalı genç yetenek Nick Kyrgios turnuvadan çekilmek istiyordu. Sebebi bir sakatlık, ailevi neden veya herhangi bir kayıp değildi. Kyrgios, Şubat 2017’de düzenlenecek NBA All-Star şöhretler maçına davet almıştı… Direktörün önünde iki seçenek vardı: İlki turnuvayla kontrat imzalamış olan Kyrgios’u hukuki yollarla korta çıkarmak, ikincisi ise gidip basketbol oynamasına izin vermekti. Krajicek, “Yorgun ve kafasını korta vermeyen bir Nick’in nelere sebep olabileceğine Çin’de tanık olduk. Biz organizasyonumuzda en iyi oyununu oynayan bir tenisçi görmek isteriz” açıklamasını yaptı ve genç oyuncuyu bir anlamda azat etti. Zira Kyrgios 2016 Şangay Masters’ta oynadığı Mischa Zverev maçındaki rekabetçilikten uzak tavırları nedeniyle büyük tepki çekmiş ve tenisten uzaklaştırılma cezası almıştı. Bir benzerinin Rotterdam’da yaşanmasına izin yoktu. Krajicek’in sözleriyle genç Avustralyalı, tutkusunu işine tercih etmişti.
KARAR
Nick Kyrgios’un yeri geldiğinde korta çıkmasına bile engel olabilecek kadar büyük basketbol tutkusunun köklerini çocukluk yıllarında bulabiliriz. Henüz 11 yaşındayken turnuva seyahatlerinde zaman geçirmesi için kendisine alınan NBA Live oyunu onun için bir milat olmuş ve önce NBA, ardından da büyük bir Boston Celtics hayranına dönüşmüştü. Kyrgios, The Players’ Tribune için geçtiğimiz yıl kaleme aldığı yazıda o günleri; “Celtics oyundaki güçsüz takımlardan biriydi ancak havalı logosunu, içindeki ilginç karakterleri çok sevdim” sözleriyle anlatıyordu. Henüz başarılarla dolu tarihini dahi bilmeden, ‘havalı logosu’ için Celtics’i tercih etmesi de birkaç yıl içinde meyvelerini verecekti. Boston, 2007’de genel menajeri Danny Ainge idaresinde yaptığı müthiş hamlelerle yeniden ligin ağır abilerinden birine dönüşürken Nick Kyrgios da dünyanın öteki ucunda yeşil-beyaz sevdasını sürdürecekti. Üstelik tenisin yanında yerel gençler liginde basketbol oynayarak…
Fiziksel yetenekleri üst düzeyde, birçok farklı sporda yıldız kalibresine yükselebilecek kapasitede çocukları ve ailelerini bekleyen önemli bir karar vardır: Bir noktada bu sporlar arasında tercih yapmak… Örneğin Allen Iverson’ın lise yıllarının sonuna kadar oldukça iyi olduğu Amerikan Futbolu ve basketbol arasında bir seçim yapmakta zorlandığı bilinen bir hikâyedir. Ya da Rafael Nadal’ın gol krallıkları yaşayan amatör bir futbolcuyken rotasını tamamen tenise çevirişi sık sık dillendirilir. Canberra’da yaşayan Yunan asıllı Giorgos Kyrgios ve Malezyalı eşi Norlaira da en küçük oğulları için benzer bir karar vermek durumunda kalacaktı. Avustralya’nın köklü bir tenis ülkesi oluşu ve tıknaz görünümüne rağmen Nick’in raketle gösterdiği muazzam doğal yetenek, dikkatlerini çoktan çekmişti. Kyrgios’un anlattığına göre, biraz da baskıyla onu 14 yaşındayken basketboldan vazgeçirerek tenise yönlendirdiler. Ailesinin bu kararı, planladıkları gibi Nick’e başarı getirecek ama uzun vadede bizlerin de tanık olduğu mutsuzluğunun müsebbibi olacaktı.
YALNIZLIK
Nick Kyrgios’un basına yaptığı açıklamalar için asla ‘tutarlı’ sıfatını kullanamayız ama dürüst olduğu ve içinden geçenleri söylemeye çalıştığı konusunda da ona kredi vermemiz lazım. Örneğin Cincinnati Masters finalisti olarak geldiği 2017 Amerika Açık’ın ilk turunda vatandaşı John Millman’a kaybettiği maçın ardından yaptığı, “Tenise kendimi yeterince adamış değilim” açıklaması dikkate değerdi fakat haber değeri taşımıyordu. Aslında Kyrgios, 2015’te henüz 20 yaşındayken The Independent’a verdiği diğer bir röportajda tenisi ne kadar sevmediğini zaten farklı bir tonda dile getirmişti. Buna sunduğu sebep de eğer geçmişte basketbolu seçseydi şimdi neden daha mutlu olabileceğine dair ipuçlarını içinde taşıyordu.
Kyrgios’a göre, rakibinin karşısına bir gladyatör gibi tek başına çıkan tenisçinin saklanacak hiçbir yeri yoktu. “Taktiksel, zihinsel, fiziksel… Ne yaparsanız yapın kortta yapayalnızsınız” derken de bu bir başına olma hâlinden ne kadar sıkılmış olduğunu belli ediyordu. Öyle ki tenis konusunda bir hedef koymaktan hep imtina etse de şimdiye kadar duyduğumuz tek kort içi hayali günün birinde Avustralya takımı ile Davis Kupası’nı kazanmaktı. Zaten bu sezon ilki gerçekleşen ve yine bir takım organizasyonu olan Laver Cup’ta onu izleyenler de bunu görmüştür; Kyrgios, tenis oynarken hiç olmadığı kadar mutluydu. Belliydi ki o 14 yaşından beri etrafında eksiklerini kapatan, coşkusunu ve üzüntüsünü paylaşabileceği takım arkadaşları olmasını istemişti. Tenis ise ona bu imkânı asla sağlayamamıştı.
YETENEK
Kendisinin de katıldığı üzere Nick Kyrgios, basketbol sahasında hiçbir zaman tenis kortundaki kadar yetenekli olmamış, o denli gelecek vadetmemişti. Birçok basketbolcu için standart sayılabilecek 1.93’lük boyu, uzun ve hızlı kollarıyla birleşince raketle çok yüksek kuvvet üretmesine olanak tanıyordu. Turdaki en akıcı hareketlerden birine sahip, iyi gününde durdurulmaz olan servisi ve hız/isabet oranı çok yüksek forehand’iyle günümüzün en tehlikeli hücum oyuncularından birisiydi. Üstelik kendi sporu için uzun addedebileceğimiz boyuna rağmen, istediği zaman son derece iyi hareket edebiliyordu. Yani sahip olduğu silahlar günümüz tenisinin çoğu gerekliliğini içinde barındırıyordu. Kyrgios modern geri çizgi güç tenisi için biçilmiş kaftandı ama bir yandan da onun monotonluğunu kırabilecek kadar çeşitli bir oyuna sahipti. Basketbol sahasında nasıl bir kimliği olduğunu ise çok özel bir mecrada anlatma şansı bulacaktı.
Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında, Kuzey Amerika sert kort sezonu öncesi kıtaya gelen Kyrgios’u büyük bir sürpriz bekliyordu. Basketbol hayranı genç yıldız kendisini bir anda NBA TV’nin popüler programı Game Time’da Vince Cellini ve Steve Smith’in konuğu olarak buldu. Biz de programın ona ayrılan beş dakikalık süresi içinde Kyrgios’un ne seviyede basketbol oynadığına dair bazı detaylar öğrenecektik.
Mesela kendisine yöneltilen LeBron James ve Russell Westbrook gibi örneklere rağmen oyun stilini çok daha düşük profilli bir isme, Trevor Ariza’ya benzetecekti. Kyrgios da tıpkı Ariza gibi, iyi savunma yapan ve fırsat buldukça üç sayılık atışlar deneyen, tamamlayıcı bir basketbolcuydu. Üstelik bu becerilerini ATP’nin diğer iyi basketbolcuları Gael Monfils ve Thannassi Kokkinakis gibi rakiplere karşı da zaman zaman test ediyordu. Zaten onlar olmasa da Nick her yerde basketbol oynayacak birilerini bulurdu.
GELECEK
Mantık sınırları içindeki bir tenis dünyasında, sporu 2000’lerin ortasından beri kişisel oyun alanlarına çevirmiş Roger Federer, Rafael Nadal ve Novak Djokovic’in artık yavaş yavaş formdan düşmeleri, sahneyi gençlere bırakmış olmaları gerekirdi. 2017’nin Aralık ayı itibarıyla bunun henüz gerçekleşmemiş olduğu ortada… Fakat bu tenis sezonu, değerli genç yeteneklerin yaptığı büyük atılımlara tanıklık etti. Onların başında da Almanların süper yıldız adayı Alexander Zverev geliyordu. Sadece 20 yaşında olmasına rağmen iki Masters turnuvası kazanmış ve sıralamada üç numaraya kadar çıkmıştı. Başardıkları, yüksek limitlerinin bir ilanıydı.
Tabii aniden değer kazanan Zverev faktörüyle birlikte, tenis severler de hemen gelecek hesaplarının başına oturdu. “Çiçeği burnunda dünya üç numarasının büyük rakibi kim olabilir?” sorusu çoktan zihinlerde dolaşmaya başlamıştı. Şaşırtıcı olmayan şekilde akla gelen ilk isimlerden biri Nick Kyrgios oldu. Avustralyalı da ATP’ye verdiği bir röportajda Zverev’le arasının çok iyi olduğunu ancak onun iş etiğini ve tenise yaklaşımını oldukça kıskandığını belirtecekti. Yani zemin, şimdilerde çok aşina olduğumuz dostane bir rekabet için de son derece uygundu. Üstelik iki oyuncu bu sezon dört kere karşılaşmış ve Kyrgios, rakibinin yaratmış olduğu ‘hype’a bakmaksızın bu maçların üçünü kazanmıştı. Verdiği mesaj şuydu: Zihnen iyi durumdayken, yapabileceklerinin Zverev’den aşağı kalır hiçbir yanı yoktu.
İKİLEM
Bir tarafta tenis sporunun tarih kitaplarında kendine rahatlıkla yer ayırabilecek seviyede bir yetenek, diğer tarafta da içten gelen ve bitmek bilmeyen bir basketbol sevgisi… İşte Nick Kyrgios’un hem insani hem de sportif potansiyelinin içini henüz dolduramamasına neden olan büyük ikilem bu. Richard Krajicek’in hayal kırıklığıyla karışık “Tutkusunu işine tercih etti” açıklaması, Nick’in hikâyesine vakıf olunduktan sonra bir miktar acımasız gelebilir. Çünkü görünen o ki genç ve iyi bir tenisçi olmanın tüm ışıltısına rağmen, o da tutkusunu mesleğine çeviremeyen milyonlarca şanssız insandan biri.
Kyrgios 14 yaşındayken ailesinden basketbolcu olma konusunda destek alabilseydi, şimdilerde muhtemelen daha yeteneksiz, daha şöhretsiz, daha parasız ama daha mutlu bir sporcu olarak yaşamını sürdürecekti. Buna karşılık şu günlerde, dünyanın en popüler ve heyecan verici tenisçilerinden biri olarak durumu idare ediyor. İçinde ise günün birinde profesyonel basketbol oynayabileceğine dair istek ve inanç hâlâ mevcut. O gün gelene kadar, bir başkasının hayatını yaşamayı sürdürecek…
*Bu yazı, Socrates’in 2017 Aralık tarihli 33. sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.