Bu yazının orijinali Tony Parker tarafından The Players Tribune’de kaleme alınmıştır.
Pekala – şunu hayal edin: Yaklaşan çok önemli bir iş mülakatınız var. Ve hayatınız boyunca o noktaya gelebilmek için çalışmışsınız. Hem de bu şirket… Vay be, hem de bu alanda? İş sahibi olabileceğiniz birkaç zirve yerden birisi. Mülakatınız dünyanın öbür ucunda, ama umursamıyorsunuz. Uçağa atlıyorsunuz. Okyanusun diğer tarafına, şirketin yetkilileriyle görüşmek için uçuyorsunuz.
Kulağa hoş geliyor, değil mi?
Fakat, işin kötü gitmeye başladığı kısımlar oluyor. Görüşme sırasında, belki jet-lag, belki de heyecanınıza yenik düşüyorsunuz. Kendiniz gibi hissetmiyorsunuz. Sizi bazı testlerden geçiriyorlar, ve dostum… Çok gergin. Çünkü ne kadar fazla denerseniz deneyin, bugün olmanız gereken yerden hep bir adım daha yavaş kalıyorsunuz. Ne yapacağınızı bilemez hâldesiniz ve yetersiz gözüküyorsunuz. Ve on dakika sonra, büyük patron görebileceği her şey gördüğünü söylüyor. Bu kadar. Süreniz bitti. Geldiğiniz için teşekkürler.
Şimdiyse kulağa kâbus gibi geliyor, değil mi?
Pekala, çoğunuzun tahmin edebileceği gibi bu anlattıklarım, benim hikâyem. 2001 Draft’ı öncesindeki süreçte benim bir NBA takımı ile beraber ilk idmanımdı; ve gerçekten felaketti. Tamamen batırmıştım. Antrenman bittiğinde ise şundan çok emindim: NBA’de oynama hayallerim suya düşmüştü.
Bu hikâyenin bana ait olduğunu tahmin eden kişi kadar, muhtemelen bu kâbus idmanı hangi takımla yaptığımı tahmin eden kişi yoktur.
Bu, bir Spurs idmanıydı.
Evet, bu doğru; kariyerimin en kötü basketbolunu, olabilecek en kötü anda, hem de Koç Pop ve hepsinin gözleri önünde oynadım. Pop ve R.C., eski bir NBA oyuncusu Lance Blanks’i benim antrenmanımla ilgilensin diye görevlendirmişti ve Lance, beni adeta mahvetmişti. Beni adeta ergenliğimdeki bir çocuk gibi göstermişti.
Bu hikâyeyi size şundan dolayı anlatıyorum: Biliyorsunuz, birçok insan Koç Popovich’i akla “sert ve gaddar” birisi olarak getiriyor. Fakat komik olan şu ki; eğer Pop bana “ilk izlenim” yaratmak için ikinci bir şans daha vermeseydi, NBA’de hiçbir zaman oynamayabilirdim. Beni başka bir idman için tekrar davet etti ve bu sefer ben de batırmayacağımdan emindim. Lance’e karşı bu sefer daha iyi oynamıştım. Yine de bana üstünlük sağladı; fakat bu sefer ben de belli noktalarda ona üstünlük sağlamıştım. Ve parkede yapabileceklerimden bazılarını iyi bir şekilde gösterebildiğimi düşünüyordum. Dostum, bu gerçekten çılgınca. Çünkü sonrasındaki kare şuydu; Draft’i izliyorum ve kulağımda şu ses… 2001 Draftı’nda 28’inci sıradan San Antonio Spurs’ün seçtiği oyuncu, Fransa’nın Racing Club Paris takımı oyuncusu Tony Parker.
Bir başka deyişle, işi kapmıştım.
Ve şu an, yani 17 sene sonra bile, hâlâ bunun gerçekleştiğine inanamıyorum, biliyor musunuz? Burada, 19 yaşındaki o çocuk. Ve bir anda şimdi, 36 yaşında yetişkin bir adam. Ve başka bir yerdeki iş için ayrılıyorum.
Fakat, Charlotte’daki yeni macerama başlamadan önce, birkaç şeyden bahsetmem umarım herkes için uygundur.
Herkes “Spurs Kültürü” hakkında konuşur… Bazen o kadar fazla ki; bunun ne anlama geldiğini unutacak kadar. Fakat tüm bu konuşmalarla beraber, San Antonio’da geçirdiğim süreden belli anlar hâlâ ön planda. Ve bence tüm bunlar, bu ligde bir “Spur” olmanın ne kadar farklı ve büyük bir ayrıcalık olduğunu anlamamı sağlıyor.
Veteran oyunculardan kurulu, önceden şampiyonluk yaşamış ve daha fazlasını kazanmayı hedef hâline getirmiş bir takımda genç oyuncu olmak şu anlama geliyor: Hataya yer yok. Genç bir oyuncu olarak lotarya takımları tarafından seçildiğinizde ve hatalar yaptığınızda orada size, “Tamam, devamı için endişelenme, sadece senin gelişimine odaklanmak istiyoruz” diyebilirler. Ve evet, şu ifade çok doğru: Spurs, kazanmak için var. Kazanmak bu takım için en önemli şey. Fakat her zaman hatırlayacağım ve o yıllara dair şükran duyacağım şeylerden birisi, tüm bu önceliklere rağmen, gelişimimin bir şekilde ikinci plana atılmamasıydı.
Takımdaki tecrübeli oyuncular, hemen beni kanatları altına aldılar. Bana daima zaman ayırdılar. Elbette, “Her şeyi bırakın ve şu Fransız çocuğa hayatın anlamını anlatın” şeklinde değildi. Ufak şeylerdi; bir noktada ufak bir ders, öteki tarafta kısa bir konuşma.
David gibi biriyle… Demek istediğim, onunla tanışmak muhteşemdi. İlk adaylığında Hall of Fame listesine giren bu adam, başka bir şampiyonluk macerasının ortasında olan biriyken, bana ekstra sorun ve dert getiren bir genç gözüyle bakmadı. David ve Spurs’deki diğer tecrübeli oyuncularla beraber, her şey daima doğal akışındaymış gibi hissettirdi. Herkesin şampiyonluğa dair bir beklentisi vardı. Diğer yandan ise şampiyonluk kadar değer verdikleri başka bir sorumlulukları daha vardı; takımı geldikleri zamandan daha iyi bir yer hâlinde bırakmak. Ve bu benim için Spurs Kültürü’nün ta kendisiydi. Beklentilerini karşılamak için çalış; fakat takımın tamamı için üzerine düşen bu sorumluluk için zaman ayır.
Elbette, Spurs Kültürü’nün var olmasını sağlayan en büyük sebep… Bunu tahmin etmek oldukça basit, değil mi? Takımımızda tüm zamanların en iyi oyuncularından biri vardı, hem de 19 sezon boyunca: Tim. Fakat Tim ile ilgili asıl şey o, sadece o yılların en iyi oyuncusu değildi. Sahip olabileceğiniz en iyi takım arkadaşıydı. Bu, belki de bir klişe. Fakat insanlar bence Tim’in sadece “Tim” olmasının takımın sahip olduğu tüm kültürü ne denli şekillendirdiğinin farkında değiller. Gerçek bu.
Size bir örnek vereyim: İnsanların kafasında takımımızdaki herkesin nasıl bu kadar iyi çalışılabilecek oyuncular olduğuna ve bu organizasyonun takıma dahil olan neredeyse bütün oyunculardan verim alabildiğine dair merak ettikleri şeyler var. Yeni isimlerin buraya geldiğinde, sanki sihirli bir değnek değmişçesine iyileşmesine, çalışma etiğini tamamen değiştirmesine ve kendi oyunlarını geliştirmeye engel olan şeylerden kurtulduklarına dair sorular var. Etrafımdakilere bunun bir sihir olmadığını söylerim. Onlara, harika bir koç ekibine ve elit antrenörlere sahip olduğumuzu söylerim. Onlara, her şeyi bulabildiğimiz bir koça, Pop’a sahip olduğumuzu söylerim. Fakat en kötü durumlarda bile takımı toparlayan ve bizi bir arada tutan şey neydi biliyor musunuz? Timmy’di, dostum. Gerçekten Timmy’di. Bu kadar basit.
Çünkü Tim Duncan ile alakalı şey şu; o tüm zamanların en iyi oyuncusu mu? Bilemiyorum; beraber oynadığım gelmiş geçmiş en iyi oyuncu olduğunu size söyleyebilirim ve gerisini işin uzmanlarına bırakabilirim. Fakat size kesin olarak söyleyebileceğim bir şey var; Timmy tüm zamanların en iyi çalışılabilir oyuncusuydu.
Bu, bizim gizli silahımızdı, en azından benim için; kariyerinde NBA First Team’e girmeye ve Finaller MVP’sine layık görülmüş, sezon MVP’si olmanın ucundan dönmüş bu müthiş oyuncu, antrenmanlarda sanki takımda ilk beş içinde yer kapmak isteyen biri gibi savaşıyordu. Olağanüstüydü. Bir yıldız oyuncunun bu kadar pasif kalmaması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Pekala, o zaman Tim’in gözünden olaya bakmıyorsunuz demektir. Çünkü Tim gerçeği biliyordu: Kendisinin bu şekilde çalıştırılmasına izin vermek… Gerçek karizma işte buydu. Gerçek imaj buydu. Spor salonundaki herkese kafa tutardı: Ligin en iyi oyuncusu, kendi egosunu takımının iyiliği için bir kenara koyardı, siz bunu yapabilir misiniz?
Ve evet, olay buydu. Oyuncular içeri girerdi, etrafa göz gezdirirdi ve her şeyi Tim’in yaptığı gibi yapmaya çalışırdı.
Spurs Kültürü, işte buydu.
Eğer Tim, oluşturduğumuz bu düzenin en sürükleyici parçasıysa; Pop’un ona çok yakın bir ikinci parça olduğunu söyleyebilirim.
Pop’u bu kadar özel bir lider hâline getiren şeyleri açıklaması oldukça güç. Elbette sizin bildiğiniz şeyler var: Müthiş bir iletişime sahip, çok keskin şekilde avantajlar-dezavantajlar üzerinden düşünen, harika bir mentor olan ve her açıdan mükemmel birisi. Fakat onu diğer NBA koçlarından ayıran ve özgünleştiren şey ise sahip olduğu prensipler; yolun en başından beri oluşturduğu ve o zamandan beri sıkı sıkıya tutunduğu fikirler.
Bazen bu prensipler sizin yanınızdadır, duymak isteyeceğiniz şeylerdir. Draft öncesinde çıktığım ilk antrenmanı batırdıktan sonra, ikinci antrenman için bir şans kazanmam… Bu, sadece Pop’un prensiplerini uygulayış şekliydi. Bende iyi bir oyuncu olma potansiyelini görmüştü, nokta. Ve bu düşüncesini, kötü bir antrenman değiştirmemişti. Kötü bir antrenmanın, hislerinin ona söylediği şeyi yapmasını engellemesine izin vermeyecekti: Bana bir şans daha vermesini ve sonrasında Draft’ta beni seçmesini. Çaylak sezonumda yine aynısıydı; Pop bana sahada olabildiğince süre veriyordu; ta ki Lakers’a karşı oynadığımız playoff serisinde süre bazında Tim’in arkasında ikinciliğe gelene kadar; maç başına neredeyse kırk dakika. Ve yine aynı şeyi, yaklaşık beş yıl sonra, Pop’un hücumu biraz daha benim isteğime göre yönlendirmeye yeşil ışık yakmasında görebilirdiniz. Bu yeşil ışık, 2006 yılında takımdaki en skorer oyuncu ve 2007 Playoffları’nda, Finaller MVP’si kazanmamı sağladı.
Fakat Pop’un prensiplerinde de madalyonun öteki yüzü var. Bazen aynı fikirler, sizin aleyhinizde olabiliyor. Ve sizin için duyması zor şeyler ortaya çıkabiliyor. 2003 Playoffları’nda yaşadığım şey buydu. Tüm sezon boyunca, oyun kurucu olarak sahadaydım. Fakat playofflarda biraz zorlanınca, Pop, maç sonlarında benim yerime Speddy ve Steve’i kullanma kararını aldı. Aynı yaz, takımın ikinci şampiyonluğunu (benim için ilkti) kazanmasına 21 yaşında bir guard olarak katkı verdikten sonra, “free agency” döneminde veteran ve yıldız oyun kurucu Jason Kidd’in peşinden kararlı bir şekilde gidilmesi üzerine yapılan konuşmalar da benim için zordu. Başka bir zor tecrübe; genç bir oyuncu olarak yer aldığım 2005 Finalleri’nde 3’üncü şampiyonluğumuzu kazanırken (benim için 2’nciydi), Pop bazı görevlerimi Manu’ya emanet etmişti.
Ne dediğimi anlıyor musunuz?
Tüm bu tecrübeler, yani hem “iyi” hem de “kötü”lerle alakalı bahsetmek istediğim şey şu: Hepsi beni daha iyi bir oyuncu hâline getirdi. Hepsi benim daha iyi bir insan olmamı sağladı. Ve dostum, Pop tam olarak da bu. Onu özel kılan şey işte bu. Sizi yüreklendirirken de boş konuşmazdı, sizi eleştirirken de. Sizi ilk beş başlatırken de, sizi kenara oturturken de, size hücumun anahtarlarını verirken de, sizden o anahtarları alıp “free agency” döneminde başkasına vermeyi düşünürken de… Pop, hep aynıydı. Her zaman, aynı prensiple hareket ederdi. Ve prensip şu; onun yönetiminde her şey tek ama tek bir sebepten ötürü gerçekleşmeliydi. Spurs’ün iyiliği.
Buna nasıl saygı gösteremezsiniz ki?
Ve gerçek şu ki; bir süre geçtikten sonra buna sadece saygı duymakla kalmıyorsunuz; bundan bir şeyler de öğreniyorsunuz.
Bence Spurs’ün bir organizasyon olarak tüm bu büyük isimleri çok iyi yönetmesinin en önemli sebebi bu. Çünkü kim olursa olursa olsun, fark etmiyordu. Soru asla değişmiyordu. Pop’un her zaman sorduğu soru; Spurs’ün iyiliği için ne yapmamız gerekiyor?
2003 Finalleri’nde Timmy parkeyi domine ederken, Manu ile benim güldüğümü görebilirsiniz.
Eğer Manu ve o dağınık saçları – Manu, neden saçını değiştirdin?? Tanrı aşkına, adam o dağınık saçlarla durdurulamaz birisiydi – 2005 Finalleri’ni domine ederken, bu sefer Timmy ve benim güldüğümü görebilirsiniz.
İşler 2007 Finalleri’nde benim istediğim gibi gidince de Manu ve Timmy’nin yüzünün güldüğüne dair bahse girebilirsiniz.
Ve sonrasında, üçümüzden biri bile değilken? Orijinal “Büyük Üçlü”den biri değilken, bir anda ortaya genç Kawhi çıktı ve 2014 Finalleri’ni domine etti. Dostum, benim, Timmy’nin ve Manu’nun yüzünde o kupayı havaya kaldırırken gördüğünüz gülümsemeleri asla görmemişsinizdir.
Her şeyin sonunda tek istediğimiz şey, beraber şampiyonluklar kazanmaktı. Önemli olan şey buydu. İşte bu Pop’un yöntemiydi, yani bizim yöntemimizdi.
Ve aslında bu, Spurs yöntemiydi.
Spurs kariyerimdeki son “Pop kararı”; bunu anlatmam gerekiyor, çünkü bu sefer roller biraz daha değişikti. Bu sefer, benim rolümü takımda üstlenmeye başlayan ve yeni haberlerle karşılaşacak genç Spurs’lü Dejounte’ydi. Neredeyse Pop rolünü oynayan kişi ise bendim.
Bir gün Pop’a gidip, aklımdakileri söyledim; Dejounte’nin bu takımın asıl oyun kurucusu olması zamanının geldiğini belirttim. Dramatik, egolarla alakalı veya medyaya yansıyan büyük bir şey olmasını istemedim. Bu yüzden, hem Dejounte’nin gelişimini hem de takımın iyiliğini düşünerek fikrimi açık bir şekilde belirttim. Pop bana hak verdi ve teşekkür etti. Ve sonrasında aynı konuşmayı Dejounte ile yaptım. O da minnettardı.
Bu olay acı-tatlı bir şey miydi? Burada robot veya benzeri bir şey gibi gözükmek istemiyorum; fakat gerçekten değildi. Bence bu, disiplinle alakalıydı. Bu, benim yetiştirilme şeklimle ve bir oyuncu olarak olgunlaşmamla alakalıydı; her zaman önüne bakmak. Yanlış anlamayın, elbette Manu, Timmy ve ben sık sık yemeğe çıkıyoruz… Ve bu olduğunda, hepimiz biraz nostaljik havaya giriyoruz. Geçirdiğimiz onca güzel şeyi ve anıları birbirimizle paylaşmak, içimizden gelen bir durum. Fakat sezon başlayınca? Çalışma moduna geçince? Bu ligde kendinizi çalışma moduna aldığınızda, kesinlikle çok disiplinli olmanız gerekiyor; anı değerlendirmeniz ve geçmişi geçmişte bırakmanız.
Ve bu da benim bu anı değerlendirmeye çalışma şeklimdi. Dejounte’nin bunu sonuna kadar hakkettiğini bilmesini istiyordum. Karar verildiğinde, Spurs’te geçirdiğim zamanda aklımdan hiçbir zaman çıkmayan şey yine kendini hatırlatıyordu: Spurs’ün iyiliği.
Bu yaz için de işlerin böyle olması gerektiğini düşündüm. Bundan birkaç yıl sonra basketboldan emekli olduğumda, nostalji için yeterince vakit olacağını biliyorum. Fakat şu an? Charlotte ile iki yıllık yeni bir kontrat imzaladım ve oynamak için sabırsızlanıyorum. Benim için yeni bir organizasyonla, yeni bir tecrübe olacak. Ve eğer Doğu Konferası’nda tutabileceğiniz, ikinci bir takım arıyorsanız… Belki bize bir şans verirsiniz 😊 Elimizden geleni yapacağımıza dair kuşkum yok.
Fakat asıl istediğim şey, sadece teşekkür etmek.
En alt kademeden en zirve noktasına kadar tüm Spurs organizasyonuna, hayatımdaki en muhteşem fırsat için teşekkür ediyorum. Ve dünyadaki en mükemmel işte bana 17 yıl verdiğiniz için. Tüm Spurs taraftarlarına teşekkür ediyorum; bizi hep coşkuyla desteklediğiniz, maçlara geldiğiniz ve daima arkamı kolladığınız için. Ve San Antonio şehrine çok teşekkür ediyorum; benim için olabilecek en iyi şey olduğu için: Ev.
Gerçek şu ki; böyle bir mektupla Spurs’ün benim için ne anlam ifade ettiğini özetlemek imkansız.
Belki de bu basketbolun bir bakıma da hayatın güzelliğinin ta kendisi. Basketbolun bir şeyleri özetlemekten ziyade anılar biriktirmekle alakalı olması. Ve bazen… O anılar “olmak” gerektiği. Tüm bu ilişkiler, konuşmalar, dersler, kararlar. Tüm bu ufak şeyler bir noktada içinize işlemeye, sizi şekillendirmeye başlıyor ve en sonunda eğer şanslıysanız, sizin gerçekte kim olduğunuzu tanımlıyor.
Bir mektupla, size burada geçirdiğim 17 yıl boyunca kime dönüştüğümü açıklamaya çalışmayacağım… Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; bunun için Spurs ve San Antonio’ya minnet duyuyorum.
Ve bu duyguyu her zaman kalbimde taşıyacağım.
Çeviri: Gökhan Önder Aksu