Türkiye futbol tarihini değiştiren isimlerden Jupp Derwall’in aramızdan ayrılışının sekizinci senesi. Alman antrenörün, Galatasaray’ın 14 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırması ve Avrupa kapılarını aralayan temelleri atmasının yanı sıra ülke futbolu üzerindeki etkileri de aşikâr. Görevde bulunduğu sürenin içerisinde ve sonrasında Türkiye futbolunun gelişimi için devamlı çaba harcayan Derwall’i, 31 Ağustos 1988’de Gelişim Spor’da yayımlanan, Yiğiter Uluğ ile yaptığı söyleşi ile yâd ediyoruz…
Niçin emekli olmak istiyorsunuz? Futboldan kopup köşenize çekilmeniz için erken değil mi?
61 yaşımdayım. Futbolda yaşamam gereken her şeyi yaşadım. Sevinçleri de, üzüntüleri de… Artık emekli olmak istiyorum. Çocuklarım evden ayrılıp, kendi yaşamlarını kurdular. Şimdi eşimle birlikte yeni bir düzen kuracağım.
Avrupa’da herhangi bir takımdan teklif alsanız, ne cevap verirsiniz?
Reddederim. Benim sorunum Türkiye’de çalışmak değil ki… Galatasaray’da dört yıl çalıştım. Her şey çok güzeldi. Birçok dost edindim. Kulüp yönetimi hala İstanbul’daki evimi hazır tutuyor. Her an gidip gelmem için… Türkiye’den uzakta olsam da Galatasaray ve Türk futboluna yardım için elimden galeni yaparım.
Türkiye’de dört yıl kaldınız. Bu süre içinde futbolculara ve takıma verdiklerinizin karşılığını yüzde kaç oranında alabildiniz?
İlk geldiğim Galatasaray’la bugünkü arasında farklar var. İlerleme kaydettik diyebilirim. İlk yıl hariç hep şampiyonluğa oynadık. İki kez de bu amacımızda ulaştık. İlle de bir yüzdeyle söylemem gerekirse, verdiklerimin karşılığını yüzde 60-70 oranında aldım. Tam kapasiteye ulaşmamamızın nedeni, futbolcuların gençlik döneminde iyi bir eğitimden geçmemiş olması. Hepsi kendini yetiştirmiş, onlara bazı şeyleri öğretmek için çok geç…
Türk futbolcusunun fizik ve uluslararası tecrübe açısından eksikleri olduğu söyleniyor. Bunun yanında kültürel eksiklikleri de var mı?
Günlük yaşamda herkes kendi kültür düzeyine göre ilişkiler kurar. Bu kural futbolcular için de geçerli. Hakemle diyaloglarını, birbirleriyle ilişkilerini hep kültür düzeyleri belirliyor. Futbolcuların saha içinde ya da saha dışında çirkin hareketleri oluyorsa, bu onların iyi eğitilmediğini gösterir. Ama dediğim gibi, birinci ligde oynayan birine bazı şeyleri öğretmek için çok geç. Uluslararası tecrübeye gelince… Türk futbolcusu kendi ligi dışında pek az maç oynuyor. Yılda birkaç milli maç ve Avrupa Kupaları… Yetersiz tabii…
Galatasaray’ın sizi getirmesinin bir nedeni de bu eksiğin kapatılması değil miydi?
Doğru, hedeflerden biri de buydu. Fakat her şeyden önce şampiyonluk geliyordu. 14 yıl şampiyon olamamış bir takım vardı ortada… Diğer takımlar gibi Galatasaray’ın da Avrupa’ya ilişkileri zayıf. Bir tek sezon öncesi kampı var. Dış temasları arttırırsak, bizde olmayan uluslararası bir futbol mantalitesini de kazanmış oluruz.
Türkiye’de başarılar çok coşkulu kutlanır ama yenilgiler bir türlü hazmedilemez. Taraftar sabırsızdır. ‘Bizde olmayan mantalite’ dediğiniz bu mu?
Avrupa futboluyla aramızdaki farklardan biri de bu. İyi futbol oynamak için önce futbolcuların rahat olması ve iyimser düşünmesi gerekir. Türk futbolcusunda bu iyimserlik yok çünkü üzerindeki baskı had safhada. Bu da bir korku yaratmış. Örneğin biz geçen yıl Samsun ve Malatya’ya yenildik. Onlar da birinci ligde oynuyorlar, futbolda her şey mümkün, yenilmek de… Ama bizim futbolcularımız, ‘yenilirsek bizi taşlarlar’ diye düşünüyor. Korkunun sonucunda da iyi futbol oynayamıyor. Almanya’dan bir örnek vereyim, geçen yıl Bayern Münih son haftalarda kritik bir yenilgi aldı ve şampiyonluğu Werder Bremen’e kaptırdı. Ama kimse Bayern Münih’in kampını basmadı, otobüsünü taşlamadı…
Yabancı antrenörlerin Türkiye’de karşılaştığı en büyük sorunlar bunlar mı?
Yabancı antrenörlerden çoğunlukla şampiyonluk bekleniyor. O zaman şartlar değişiyor tabii. Ben Türkiye’ye geldiğimde Galatasaray’da tek hedef vardı; şampiyonluk. Ben de programımı ona göre yaptım. Ama daha değişik hedefler olabilseydi, değişik bir çalışma yöntemi uygulayacaktım. Hedef, tabandan başlayıp yepyeni bir takım yaratmak olacaktı. Böyle bir takım yenilir de, şampiyonluğu da kaçırır. Ama futbolcuların üzerinde hiçbir baskı olmaz ve sonunda üstün bir takım yaratılır. Ne yazık ki, bunu Türkiye’de hiçbir yönetim kuruluna, hiçbir taraftara anlatamazsınız. Bu yüzden de Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi takımlar şu anda geldikleri noktadan bir adım öteye gidemezler. Üzerlerindeki baskı büyümelerine engel olur.
Gelmeden önce sizi buna benzer koşulların karşılayacağını biliyor muydunuz?
Tabii. Zaten yabancılar genellikle şampiyonluk için çağrılır. Yalnız Türkiye’de taraftar biraz daha sabırsız. Şu anda Türkiye’de şampiyonluğa oynayan bir takımın, genç bir oyuncuya şans vermesine imkan yok. Hiçbir antrenör böyle bir riski göze alamaz çünkü ilk puan kaybında görevine son verilebilir. Bu yüzden de pek çok genç yetenek ikinci ya da üçüncü lig takımlarına gidip kayboluyor. Herkesle iddiaya girerim; Trabzonlu Hami, yetenekleri açısından Almanya birinci liginde bile oynayabilecek kapasitede. Ama üzerindeki baskı yüzünden üç yıl içinde bugünkünden de geriye gidecek.
Türkiye’deki spor basınını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dört yıl boyunca pek memnun kaldığımı söyleyemem. Haddinden fazla polemiğe giriyorlar, sansasyon amacıyla doğru olmayan şeyleri yazıyorlar. Futbol bir halk sporudur. İyiye de gitse, kötüye de gitse bunda basının payı vardır. Mesela bir ara ’24 takımlı lig’ söylentisi çıktı. Ben basının yerinde olsam, ’24 takımlı lige hayır!’ diye başlık atar, bunun futbolumuza zararlarını anlatırdım. Ne yazık ki bunu kimse yapmadı.