Bu yazının orijinali Victor Oladipo’nun kaleminden The Players’ Tribune’de yayımlanmıştır.
Anneniz size tam adınızla seslendiğinde garip bir şeyler olduğunu bilirsiniz.
“Victor. Neler oluyor?”
“Bilmiyorum Anne. Gerçekten bilmiyorum.”
Geçtiğimiz Haziran’dı, OKC’den Baltimore’a yeni inmiştim ve telefonumu açtığımda kafayı yemişti. Pacers takasının gerçek olduğunu biliyordum ama her şeyi internette görmek gerçek anlamda kabullenmemi sağladı. Olumlu yorumlar bile beni rahatsız ediyordu. Oturmuş, acaba “iyi bir takım arkadaşı” tabirini övgü olarak mı kullandılar diye düşünüyordum.
Sporun aslında bir iş olduğunu hep duyarsınız. Ama spor aynı zamanda hayattır. Bu takastan bir yıldan az bir süre önce Orlando tarafından da takaslanmıştım ve o anda bu durumu kişisel algılamamak çok zordu, her ne sebeple olursa olsun iki takım benden vazgeçmişti. Bu, kim olduğunuz ya da kendinize ne kadar inandığınız fark etmeksizin kırıcı bir durum. Annem neden takımların beni gönderdiğini sorduğunda verecek bir cevabım yoktu. Basketbol sebeplerinden dolayı diyemezdim ona.
Bir sonraki mesajım Doma’yaydı. Öyle olmalıydı. Doma dediğim kişi Domantas Sabonis, adamım benim. Beni anlayabilecek tek insan oydu.
Bunu daha önce de yaşamıştık. Doma ile birlikte Pacers’a takaslanmıştık ama neredeyse o 2016 yılında Magic tarafından draft edildiğinden beri birlikteydik. OKC’ye birlikte takaslanmıştık, şimdi de Indy’e. Doma’nın durumu olduğundan daha iyimser şekilde yorumlamamı istemeyeceğini biliyordum ama yine de onunla iletişime geçmeliydim, neler düşündüğümü öğrenmesi gerekiyordu. Ona gerçekliğine inandığım bir mesaj attım:
Sana söz veriyorum, Indiana’da kazanırsan seni kimsenin benimseyemeyeceği kadar benimseyeceklerdir.
Mesajı yollar yollamaz daha iyi hissetmeye başladım. Annemi geri aradım ve ona her şeyin yoluna gireceğini söyledim. Buna inanıyordum da. Bunun nasıl ya da hangi yolla gerçekleşeceğini söyleyemiyordum ama biliyordum, biliyordum işte. Biliyordum ki her takas birbirinin aynısı değildi, tıpkı tüm eyaletlerin birbirinin aynısı olmadığı gibi.
Ve biliyordum ki bu, öylesine bir takas değildi. Pacers’tı bu. Indiana’ydı ve ben Indiana’yı tanıyordum.
Herhangi bir takıma gitmiyordum. Evime geri dönüyordum.
Indiana, Bloomington’a 2010’da gelmiştim. Lise sonrası Maryland’dan ayrılırken programın tarihi sebebiyle Indiana’yı tercih etmiştim fakat Indiana’daki insanların basketbolu ne kadar ciddiye aldıklarına dair hiçbir fikrim yoktu. Şu an bile düşünüyorum da Indiana’da yaşamayan sadece çok az insan basketbolun bu eyalet için ne anlama geldiğini anlayabilir. Her garaj yolunda bir basket potası vardı. Her yerde Hoosiers ve Pacers bayrakları asılıydı. Ve önemli bir lise basketbol maçında neredeyse tüm şehir kapanıyordu.
Ve eğer bir Indiana Üniversitesi oyuncusuysanız sizi tanırlardı, hatta sizi tanımak için çabalarlardı.
Ama biraz komikti, Indiana’ya ilk geldiğimde kimse adımı telaffuz edemiyordu. Okuldaki ilk yılımın ilk haftasını hatırlıyorum, her öğretmenle aynı diyaloğu yaşıyordum.
“O-la-dippo”, “O-la-diy-po”, “Oh-la-pi-do” ve bunlar arasındaki tüm varyasyonları söylüyorlardı.
“Hımm, Oladipo”
Bunun dışında ilk yılımda adım başka kimse tarafından söylenmiyordu. Yazın kampüse geldiğimde Cook Hall antrenman salonu yeni açılmıştı, kendi başıma şut çalışıyordum ve adamın biri salondan çıkarken benimle konuşmak için durdu. Kim olduğunu bilmiyordum. Saat geç olmuştu ve acaba salonda gereğinden fazla mı kaldım diye endişelenmiştim.
“Bu kadar geç saatte burda ne yapıyorsun?”
“NBA’de oynamak istiyorsam her gece burda olmalıyım.”
Ona bunu söyledim.
“Adamım,” dedi ve kafasını salladı “NBA? Daha yolun çok uzun.” Kafasını sallamaya devam ederek salonu terk etti!
Başlarda gerçekten özgüven sorunları yaşıyordum. O olaydan aylar sonra, tüm yaz çalışmış olmama rağmen Verdell Jones antrenmanların ilk gününde beni paramparça etmişti. İstediği gibi üzerimden sayı buluyordu ve ben hücumda ona karşı hiçbir şey yapamıyordum. Antrenmandan sonra şok içinde bench’te oturdum. Gözlerim gerçek anlamda yaşla doluydu. Tüm yazı çalışarak geçirmiştim ve hepsi boşa gitmiş gibi görünüyordu.
Sonra ertesi gün yine aynı şey oldu. Bir önceki günün bire bir aynısıydı. Asla kolejde basketbol oynayabilecek kadar iyi bir oyuncu olamayabileceğim düşüncesi aklımdan geçiyordu. Belki bu insanların Victor Oh-la-pi-do’yu son duyuşu olacaktı.
İlk sezonumun sonlarına doğru birkaç maça ilk beş başladım. İkinci yılıma geçtiğimde artık ilk beş oyuncusuydum. Ulusal çapta bir isim değildim ama adamım, Indiana beni tanımaya başlıyordu.
Ve bu sadece adımı telaffuz etmeyi öğrendiler anlamına gelmiyordu. Hayır, Bloomington’da her yerde tanınıyordum. Zaman zaman yolda beni görüp konuşmak isteyen insanlar yüzünden sabah 8’deki dersime geç kalmamak için evden çıkıp sırama oturduğum ana kadar olan yolu kulaklık takarak geçiyordum. Çoğu zaman insanların benim adımı fısıldayışını duyabilmek için kulaklığımda müzik çalmıyordu.
Herkesle konuşmak istiyordum, gerçekten istiyordum. Bu seviyede bir bilinirliğe sahip olmak heyecan vericiydi. Birinin adımı söylediğini duyduğumda ya da parmakla beni işaret ettiğini her gördüğümde daha fazla çalışma isteğiyle doluyordum ve parkeye bir dahaki çıkışımda çok daha iyi olmak istiyordum.
Bloomington’da geçirdiğim o üç yıl beni çok değiştirdi. Evet, daha iyi bir basketbolcu oldum ama aynı zamanda bir topluluğun tek bir şey hakkında bu kadar tutkulu olabileceğini ilk kez görmüştüm. Üstelik bir oyun hakkında. Etkileşime geçmenin, durup laflamak için arada sırada vakit ayırmak olsa bile insanların tüm hayata bakışını değiştirebileceğini öğrendim.
Basketbolun sana, kendinden daha yüce biri olmanda yardımcı olabileceğini öğrendim.
Indiana Üniversitesi’ndeki üçüncü yılımdan sonra NBA için okuldan ayrıldım fakat bir yıl erken mezun olacak kadar kredi edinmiştim. Bizim dönemimiz için düzenlenen diploma töreni sona erdikten sonra antrenmanın ilk günü konuştuğum adam omzuma dokundu. Ona NBA’e gideceğimi söylediğim geceyi hatırlayıp hatırlamadığımı sordu.
Adı Dave’di. Dave tahmin ettiğimden daha haklı çıkmıştı.
Dave şu anda CAA’de çalışıyor ve benim en iyi arkadaşlarımdan biri. Dave hiçbir zaman boş konuşan tiplerden olmadı. Çok uzun bir yol olacağını söylemişti ama imkânsız olacağını söylemedi.
Teşekkürler Dave.
Tahmin edin çaylak sezonumda ilk maçım neredeydi? Indiana. İsmim anons edildiğinde ayakta alkışlanmıştım.
Sevgi budur. Kendimi evimde hissetmiştim.
Birkaç yıl içerisinde kimsenin adınızın nasıl telaffuz edildiğini bilmeyişinden 20.000 kişinin hep birlikte adınızı tezahürat edişine tanık olmak ne kadar özel bir his anlatamam. Üstelik bu yaşanırken rakip takımdaydım.
Indiana’ya her gelişimde bu şekildeydi. Orlando ya da Oklahoma City oyuncusu olmam bir şeyi değiştirmiyordu. Eğer Indiana’da dışarı çıktıysam insanlar tarafından benimseniyordum. Herkes burada geçirdiğim kolej yıllarımı hatırlıyordu ve onları sanki hâlâ takımdaymışım gibi anlatıyordu. Uzakta olduğum zamanlarda bile Indiana ile bağım vardı.
Ve şimdi buradayız.
Belki Indiana’ya yolunuz hiç düşmemiştir veya sadece bir ya da iki kere ziyaret etmişsinizdir. Indiana üzerine hiç düşünmemişsinizdir. Ziyaret etmeye değmeyecek bir eyalet değil mi? Haritaya bakarken göz ardı edeceğiniz bir eyalet.
Bahse girerim Thunder-Pacers takasını duyduğunuzda Paul George’u düşünüyordunuz. Doma ve ben paket şeklinde aynı yıl içerisinde ikinci kez takaslanıyorduk, şampiyonluk şansı olmayan, önemsiz bir eyaletin takımına.
Görmezden gelinmenin nasıl bir his olduğunu biliyoruz.
Aynı zamanda takımımızdaki birçok oyuncu da biliyor. Ve salonumuzdaki birçok insan. Birisinin sizden vazgeçmesinin nasıl bir his olduğunu biliyoruz.
Ama artık vazgeçmeler sona erdi. Bu sene kimse birbirinden vazgeçmeyecek.
Takaslandığımız gün Doma’ya attığım mesaja geri dönüyor her şey. Indiana’nın onu ve hepimizi, sadece Indiana eyaletinin yapabileceği şekilde benimseyeceğini biliyordum.
Şimdi sana ihtiyacımız var Indiana. Ligin geri kalanı bizi unutmuş olabilir ama sen unutmadın. Sıralamaların ne söylediğini boş verin. MVP yarışını boş verin. Tüm bunlardan gına geldi. Biz kimin için oynadığımızı biliyoruz. Play-off’ların sonuna kadar gitmeye hazırız. Şu anda.
Evet, belki diğerleri için hala kanıtlamamız gereken çok şey var.
Ama bu daha önce hiçbir zaman beni durdurmadı.
Çeviri: Safa Doyran