Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

RöportajIcarus

Icarus, yarattığı sonuçlarla, basit bir spor belgeselinin çok ötesine geçti. Rusya'daki doping skandalının iç yüzünü izleyiciye aktaran belgeselin yönetmeni Bryan Fogel ile bu yolculuğu konuştuk.

Rusya’nın 30 dalda 1000 sporcusunu devlet destekli bir doping şemasıyla yarıştırdığı gerçeği, Netflix’te yayınlanan Icarus adlı belgesel sayesinde ortaya çıktı. Yönetmen Bryan Fogel, anti-doping sisteminin nasıl aşıldığını anlamak için çıktığı yolda Dr. Grigory Rodchenkov ile karşılaşınca bambaşka bir gerçeğin peşine düştü. Sundance Film Festivali’nde Orwell Ödülü’nü alan bu casus-korku edasındaki yapıtın kahramanı Rodchenkov, bugünlerde tanık koruma programında. Fogel ise telefonun diğer ucunda, sorularımızı bekliyor…

Geçen ay Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) Rusya’yı Kış Olimpiyat Oyunları’ndan men etti. Icarus belgeseli olmasaydı bu kararın verilebileceğini düşünüyor musunuz? Spor yazarı Nick Harris de konuyla ilgili bir tweet’inde “Byran Fogel ve Grigory Rodchenkov olmasaydı bu karar alınamazdı” diyordu…

Aslında şöyle ifade etsek daha doğru olacak; Grigory Rodchenkov olmasaydı asla böyle bir karara ulaşamazlardı. Hatta böyle bir dava bile olmazdı. Belgeselde farklı bir konu için Rodchenkov’a ihtiyacım olmuştu. Ama bugün gelinen noktada, bu yolu aydınlatanın onun filmi çektiğimiz sırada bize aktardığı sırlar olduğunu söyleyebilirim. O sırlar, devlet destekli organize bir doping şemasının herkes tarafından öğrenilmesini sağladı. Yani Rodchenkov, her şeyi altüst etti. Onun kendiyle hesaplaşması, kararlılığı ve cesareti bu yolu açtı.

Lance Armstrong’un itirafı gelince, aramızdaki tüm sohbet konuları sadece bu olmuştu artık. Böylece bu konuya ayrı bir ilgi besledim. Performans artırıcı ilaçlar nasıl bir etki yapıyordu? Ben de kullansam Zabriskie kadar iyi olabilir miydim?

Filmi başa sararsak, belgesel fikrinin başlangıcı tam olarak neresiydi?

Bu belgeseli yapma fikri, tüm sporlardaki antidoping sisteminin koca bir sahtekârlıktan ibaret olduğunu düşünmemle başladı. Ben bisikletçi olma hayalleriyle büyüyen bir çocuktum. Ancak 18-19 yaşlarında geçirdiğim bir kaza beni bu yoldan alıkoymuştu. Amatör bir bisikletçi olarak tutkumu sürdürdüm. Los Angeles’ta bir film çektim ama tutmadı. Ben de bunun üzerine, bir nevi depresyona girmiş hâlde, yaşadığım yer olan Malibu’da her gün bisiklete binmeye başladım. Akabinde aynı bölgede yaşayan bazı profesyonel bisikletçilerle bir araya geldim. İçlerinden biri David Zabriskie’ydi, yani Lance Armstrong’un eski takım arkadaşı… Onlarla sürerken gayet iyi iş çıkarıyordum. Sohbet de ediyorduk. Tam o dönemde Lance Armstrong’un itirafı gelmişti. Aramızdaki tüm sohbet konuları sadece bu olmuştu artık. Böylece bu konuya ayrı bir ilgi besledim. Performans artırıcı ilaçlar nasıl bir etki yapıyordu? Ya da gerçekten yapıyor muydu? Ben de kullansam Zabriskie kadar iyi olabilir miydim?

Lance’in dönemindeki neredeyse herkes dopingle yakalanmıştı; Marco Pantani, Tyler Hamilton, Ivan Basso, Roberto Heras… Ama ne hikmetse Lance, teknik olarak hiçbir testte pozitif çıkmamıştı. Bunu nasıl başarmış olabilirdi? Sistem nerede hata yapıyordu? Lance, Zabriskie başta olmak üzere takım arkadaşlarına ve yoluna çıkan herkese acımasızca davranan bir nefret objesiydi ancak bir şampiyon bisikletçi olarak geldiği seviye inanılmazdı. Sonuçta, sadece dopingle Fransa Bisiklet Turu kazanamazdınız. Çok çalışıp ardından dopingle fark yaratmanız gerekiyordu. Ben de ortalama fizikte bir insanım ve profesyonel değilim. “Doping yapsam ne olur” diye düşündüm ve denemek istedim… Buradaki en kritik konu ise şuydu; Lance yakalanmamıştı, itiraf etmişti. Dünyanın en büyük yıldızlarından biri olarak ancak eski takım arkadaşlarının itirafı ve tanıklığı ile yakayı ele vermişti. Peki bu adam, 500 küsur testte nasıl temiz çıkmıştı? Rusya mevzusunda da aslında doping yakalanamadı; ancak sistemin içinden birinin itirafı ve tanıklığı sayesinde sonuca ulaşıldı. Yani doping karşıtı sistem ne yazık ki işlemiyordu. Açıkçası beni bu filmi çekmeye iten sebep de bu oldu; sistemin işlemediğini kanıtlamak istedim. Bunun için de kendimi kullanmaya karar verdim. Sonra yol, beni 2014 yılında Rodchenkov’a götürdü…

Icarus, George Orwell’dan bir alıntıyla başlıyor: “Sahtekârlığın egemen olduğu evrende, doğruyu söylemek devrimci bir eylemdir.” Sadece sporda değil, dünyanın ve insanlığın genel anlamda en kötü 10 yılını yaşadığını düşünüyor musunuz?

Evet, buna katılabilirim. Dünya Savaşları sırasında hayatta değildim tabii. Bu yüzden, kendimden öncesiyle bir karşılaştırma yapamıyorum ancak dünya üzerinde bulunduğum zamanların toplamında, bugünün kesinlikle en kötü dönem olduğunu hissediyorum. ABD’de ırkçı ve ayrımcı söylemleriyle adeta bir kara parodi olan Donald Trump yönetimine, Rusya’da ve dünyanın diğer taraflarında yaşananlara, dünyayı yönetenlerin hayata ve dünyaya bakış açılarına, ülkeniz Türkiye’de ve komşunuz Suriye’de olanlara ya da Kuzey Kore’ye baktığınızda ne yazık ki karanlık bir sarmalın içinde gibi hissediyorsunuz. Bu da sizi, devrimsel hareketlerin gerekliliğine götürüyor. Bunun için, doğruyu söylemeniz ve gerçeğin peşinden gitmeniz lazım. Rodchenkov’un Icarus’ta söylediği doğrular ve peşinden gittiğimiz gerçek, Orwell’in sözünü yansıtıyor. Yaşadığımız, sahtekârlığın yanınıza fazlasıyla kaldığı bir dönem. Böyle dönemler de gerçekleri açığa vuracak cesur insanlar gerektirir, tıpkı Rodchenkov gibi…

Belgeseldeki en çarpıcı karelerden biri de anti-doping uzmanı Don Catlin’in sporcular için “Hepsi dopingli” dediği andı. O cümleyi duyduğunuzda ne düşündünüz?

Aslında bu, Icarus yolculuğuna çıkma sebebimin onaylandığı an gibiydi. Don Catlin doping yakalama sistemini yaratan, dünyada doping konusunda en yetkin bilim insanıydı ve bu insan, gözlerimizin içine bakarak tüm sporcuların dopingli olduğunu söylüyor ve “Dopingli sporcuları yakalamak çok zor” diyordu çünkü sistem tam olarak çalışmıyordu. Bu, çok daha büyük bir hikâyeye doğru gittiğimi anladığım ilk andı.

Peki, tam olarak ne zaman “Tamam, sanırım tüm bu olanlar benim düşündüğümden çok daha büyük!” dediniz?

Aslında bu yavaş bir süreçti, her şey birikerek büyüyordu ama asıl kırılma noktası, 2015 Kasım’dı. WADA raporu yayımlanmış ve Moskova Laboratuvarı askıya alınmıştı. Akabinde Rodchenkov da laboratuvar direktörlüğü görevinden istifa etti. Ona Los Angeles uçak biletini satın aldığım an, dönüm noktasıydı; ABD’ye ayak bastığı an, belgesele başladığım noktanın çok uzağında ve çok farklı bir hikâyenin tam ortasında olduğumu, artık başka bir film çektiğimi fark ettim.

Sizce Rodchenkov, neden en başta size doping yapma konusunda yardımcı olmak için bu kadar istekliydi?

Bu karmaşık bir konu. Cevaplardan kolay olanı, ikimizin harika bir arkadaşlık kurmuş olmamız. Ancak bu ilişkinin sizin göremediğiniz, kameralara yansımayan bir kısmı da var. Icarus’ta kullandığımız bölümler, belki de yaşadıklarımızın yalnızca yüzde birine tekabül ediyor. Bir kere Rodchenkov bana güvenmişti, ne de olsa Don Catlin referansı vardı. Öte yandan, tüm bu yolculuğun eğlenceli olacağını düşünmüştü. Zira benimle yapacağı şeyi, tüm hayatı boyunca yapmıştı zaten. Bu kez bunu bir iş değil, oyun gibi görecekti. Bir ABD’li hem de bir amatör bisikletçi, ondan doping konusunda bilimsel kılavuzluk talep ediyordu. Bu da onun zihninde farklı çağrışımlar yapmış olabilir. Lance Armstrong’un ülkesinden geliyordum ve en başta, bana Rusya’da olanları anlatmayı planlamıyordu. Ben ondan eski usul basit bir şey talep etmiştim ancak onun Rusya’da yaptıkları, Lance’in yaptıklarının yanında çok daha karmaşık ve komplikeydi. Rus sporculara içinde üç farklı ilacın olduğu bir kokteyl hazırlıyordu, sonra bu kokteyli alkolle seyreltiyor ve dolaşım sistemine enjekte ediyordu. Bu da uzun vadeli testlerde sporcuların yakalanmasını engelliyordu. 2012 Londra’da bile işe yaramıştı bu…

Rusya’nın devlet destekli doping sistemi hakkında konuşmaya neden ve nasıl karar verdi sizce? Rusya’nın Ukrayna topraklarına girişini Soçi’de madalya rekoru kırarak maskeleme amacının onu çok rahatsız ettiği söyleniyor…

Ukrayna saldırısı, onun bakış açısını değiştirmişti. Bu kesin. Soçi’de kazanılan 33 madalyada payı olan doping sistemini titizlikle kuran isim olarak bu kanlı propagandaya alet olmak hoşuna gitmemişti. Ama sanırım laboratuvardan istifaya zorlanması, en kritik dönemeçti. Belgeselde de gördüğünüz gibi, Rus devlet yetkilileri WADA’nın o dönemki iddialarını reddetti. Üstelik bu inkâr yetmezmiş gibi, “Aldatmacaya bulaşan ya da doping yapan biri varsa bu onun suçudur, bu noktada bireyleri sorumlu tutacağız” tavrı içerisindeydiler. Bariz şekilde bir ceza söz konusuydu ve Rodchenkov da bu satranç tahtasında feda edilebilecek bir piyon olduğunu anladı. Bu gerçekliğin farkına vardığında da asıl hikâyeyi açığa çıkarmaya karar verdi.

Icarus gösterime girdikten sonra herhangi bir tehdit aldınız mı, tehlike hissettiniz mi?

Elbette biraz hissettim. Bazı tehditler de aldım. Bunlar korkutucuydu. Filmin galası için Londra’ya gittiğimde korumalarla gezmek zorunda kaldım. Bireysel olarak güvensiz hissettiğim bir nokta olmadı ama daha ihtiyatlı olmaya çalıştım. Kolay değildi ama bunlar asıl tehditlerle karşı karşıya kalan Grigory’nin yanında bir hiç tabii… O, Rusya’da ‘Aranan Adam’ olmuştu. Korkuyu en derinden hissettiğim anlar ise hikâyeyi Grigory ile beraber New York Times’a götürme süreciydi…

Sıradaki sorum da buydu; Grigory’nin hikâyesini neden ve nasıl kamuoyuyla paylaşmayı seçtiniz?

Eğer hikâyeyi kendimize saklasaydık ve insanlar bu hikâyeyi film gösterime girdiğinde öğrenseydi -ki biz film yapımcılarıyız ve Grigory de tanık ve itirafçı olarak bu filmde yer aldı- anlattığımız şeylerin doğruluğunu kanıtlamak için daha çok uğraşmamız gerekirdi. Biz de Grigory’nin söylediklerini bekletmek için bir sebep görmedik; sonuçta doğrulardan bahsediyordu ve bunları resmi makamlara götürüp halka açıklamak gerekiyordu. Ortada gerçekler vardı yani. Grigory’nin anlattıkları gerçekti, değil mi? Hâlbuki bunu filme saklasaydık, Rusya ve geri kalan tüm dünya, Grigory’nin deli, çılgın ve yalancı olduğunu söyleyip onu itibarsızlaştırabilirdi ki hâlâ da bunu yapmaya çalışıyorlar zaten. Üstelik bizim IOC’nin elindeki uzun süreli saklanan numuneleri tekrar test ettirme yetkimiz ve kabiliyetimiz yoktu. Ya da WADA’nın, Richard McLaren gibi bir uzmana soruşturma açtırıp rapor yazmasını sağlayamazdık. Gerçeğe ulaşabilmenin tek yolu, Grigory’nin söylediklerini güvenilir bir kaynaktan yayımlamaktı. Bizim için önemli olan, gerçeğin ortaya çıkması ve ciddiye alınmasıydı ve biliyorduk ki New York Times gibi bir yayın organı sizinle bir hikâye üzerine çalışırsa ciddiye alınırsınız.

Rodchenkov’un Moskova Laboratuvarı’ndan arkadaşları, Vyacheslav Sinev ve Nikita Kamaev, Şubat 2016’da şüpheli biçimde ölü bulundu. Siz, kendiniz ve Rodchenkov için endişelenmediniz mi?

Çok endişelendik tabii… Grigory’nin Los Angeles’a gelişinden sonra ailesi de çok endişeliydi. Eski KGB, yeni FSB ajanlarının her şeyi yapabileceklerini düşünüyor ve biliyorlardı. Ama birkaç nedenden dolayı bu hikâyeyi artık yayınlamak istedik. Buna karar verdiğimiz an da ABD Adalet Bakanlığı’nın da işe dahil olduğu dönemdi. Onlar Grigory’nin ABD’de olduğunu biliyorlardı. Grigory’nin elindeki bilgilerin öneminden habersizlerdi ama ABD’de Rusya’dan kaçmış bir bilim insanı olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle onu buldular ve ifade vermek zorunda olduğunu söylediler. Biz de kaygılıydık zira ABD’nin Grigory’den öğrendiği bilgilerle ne yapacağını kestiremiyorduk. Grigory ve ben, bu olayın 2016 Rio öncesinde ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorduk çünkü ancak o zaman bir etki yaratabilirdik. ABD’nin bu bilgilerle ne yapacağını bilemememiz de bu kararı çabuk vermemizi sağladı. Sonuçta, bu noktada farklı devlet ilişkileri de devreye girebilirdi. Bu yüzden, New York Times’a gidip bu hikâyeyi açıklamaya karar verdik. Gazete basıldığı anda da hikâyemiz artık gerçeğe dönüştü. Sonuçta NY Times, Trump’ın dediği gibi bir ‘fake news’ (yalan haber) yayını değildi.

Belgesel sürecinde aldığınız ilaçların etkilerini hissediyor musunuz hâlâ?

Hayır, bugüne yansıyan bir sağlık sorunum yok. Ya da beni güçlendiren bir etkisini görmedim. Hiçbiri sizi bir anda süper kahraman hâline getirmiyor. Mesela ben EPO, HGH, testosteron gibi ilaçları aldıktan sonra bisikletimle yollarda bir anda uçacağımı sanıyordum ama öyle olmadı. Direkt hissettiğim tek etkisi ise şuydu; inanılmaz bir güç kaybını ertesi günlerde daha rahat telafi edebiliyordum. Yorgunluk hissim azalıyor, daha rahat antrenman yapabiliyor ve ertesi günü daha rahat çıkarabiliyordum. Bisikletçilerin hissettiği o limitleri zorlama hissi oluyordu ama daha çabuk toparlanıyordum.

Doping maddeleriyle yarıştıktan sonra Lance Armstrong ve diğer sporculara bakış açınız değişti mi?

Deneyimimden yola çıkarsak; dünyadaki tüm ilaçları alsanız bile şampiyon olamazsınız. Eğer gerekli kararlılık ve istek yoksa olmuyor. Tüm bunları kapitalize etmek için genetik avantajlar da gerekiyor. Değişkenler hem genetikle hem de çok çalışmakla ilintili. Armstrong gibi o seviyeye ulaşanlar için elbette yüzde 1-3 arası bir katkı sağlamak mümkün ama şampiyonların sadece ilaçla yaratıldığına inanmıyorum; şampiyonluk yolu mental güç, imkânlar ve yüzlerce saat bıkıp usanmadan yapılan antrenmanlardan da geçiyor. Yasaklı ilaçlar ise size tüm bu listeyi tamamladıktan sonra gereken o küçük farkı elde etme imkânı sağlıyor. Bisiklette doping tamamen temizlendi mi; bence hayır. Gelecekte ne olacağını kestiremiyorum. Bildiğim tek şey şu: Bisiklete olan tutkum hiç bitmeyecek.

Bu yazı, Socrates’in Ocak 2018 sayısında yayımlanmıştır. Sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.