21 Haziran 2013’te Miami Heat, San Antonio Spurs’ü yedinci maçın sonunda geçmiş, arka arkaya ikinci şampiyonluğunu elde etmişti. Mucizevi altıncı maçı Ray Allen’ın unutulmaz son saniyesi ile kurtaran Heat, yedinci maçta 37 sayı, 12 ribauntluk bir performans ortaya koyan LeBron James liderliğinde zafere yürümüştü. O günlerde Denver Nuggets forması giyen Andre Iguodala karşılaşma sonunda “Eğer hâlâ LeBron’dan nefret ediyorsanız, yaşam koçu tutmalısınız. Ben sponsorunuz olurum” diye bir tweet atmıştı.
Iguodala, kariyeri boyunca açıksözlü bir oyuncu oldu. Her basın toplantısında gazetecilere manşetlik birkaç cümle vermeyi başardı, okuduğu kitaplar ve ilgi alanları ile gittiği her takımda fark yarattı. İlham kaynakları ise bahsetmeyi en sevdiği konulardan biri oldu. LeBron hiçbir zaman o ilham kaynaklarından birisi olmamıştı, daha ziyade benzer dönemlerde lige girdiği ve sıkça rakip olarak eşleştiği birisiydi. Fakat o özel serinin sonunda MVP ödülünü alınca Iggy saygı duruşunda bulunmaktan imtina etmemişti. Bilmediği, iki sene sonra aynı ismin karşısına çıkacağıydı. Golden State Warriors, 2015 NBA Finalleri’nde Cleveland Cavaliers ile karşı karşıya gelmiş, LeBron’u savunmasıyla çok zorlayan, hücumda kendisine kalan boşlukları iyi değerlendiren Iggy final serisinde “En Değerli Oyuncu” (MVP) seçilmişti. Dün biten seri, bugün itibariyle geçmiş zaman. Yaşadık, alkışladık, bitti.
Şimdi dürüst olma zamanı. Muhtemelen seri öncesinde parkeye ayak basan oyuncular arka arkaya yazıldığında onun bu ödülü almasını bekleyen kimse yoktu. LeBron, Stephen Curry, Klay Thompson ilk akla gelebilecek isimlerdi. Bu yüzden birçokları için Iggy’nin ulaştığı mertebe klasik bir underdog hikâyesi. Göndermeyi bilirsiniz, Davut ve Golyat. Heybetli dev, beklenmedik birkaç yumruk yer ve tarihin akışı değişir, sonra da “sürpriz” kelimesi altında anlatılır. Basketbol, bu sürprizlere fena hâlde aşinadır. Detroit Pistons’ın Los Angeles Lakers’ı geçerek 2004’te NBA Şampiyonu olması, David Blatt yönetimindeki Rusya’nın 2007 finalinde İspanya’yı Madrid’de yenerek altın madalyaya yürümesi hep bu gönderme ile anılır. Davut ve Golyat, spor karşılaşmalarını başka yerlerden okumak isteyenlerin sığınmayı en sevdiği dini ve tarihi referanslar arasındadır. Peki ne kadar doğru kullanılır? Ya da şöyle soralım: Davut’un Golyat’ı yenmesi gerçekten de yüzyıllar sonra her şaşırtıcı zaferde kullanmamız gereken bir örnek mi? Muhtemelen hayır. Özellikle Malcolm Gladwell’i okuduktan sonra buna verilecek tek cevap bu.
Amerikalı yazar, son kitabı David and Goliath‘ta bu meselenin kalbine iniyordu. Ona ve fikirlerinden yararlandığı araştırmacılara göre Davut’un Golyat’ı yenmesi tesadüf değildi. Tam tersine, olması gereken buydu. Davut, zayıf yönlerini tanıyordu ve Golyat karşısına hem kendisini hem rakibini bilerek çıktı. Sapanı keskin nişancı gibi kullanması en büyük avantajıydı. O günden beri dilden dile anlatılan “Cebindeki üç beş küçük bilye ile koskoca dev yıktı” efsanesi aslında Davut’u farklı kılan şeydi. O çağda iyi bir sapancı devleri dize getirebilirdi. Gladwell bu iddiasını desteklemek için Peloponez Savaşı’ndan örnekler veriyor, Atinalıların Sicilya seferlerinin başarısız olma nedeninin de benzer olduğunu ifade ediyordu. Atinalıların ağır piyade askerleri hafif piyadenin sapanları karşısında dayanamamıştı. Kaynak, Tukidides’ti. Akabinde Gladwell kitabının temelinde yatan fikre geçiyordu: “Burada her türden deve karşı yapılan çarpışmalar için önemli bir ders vardır: Muktedirler her zaman göründükleri gibi değildir.”
Andre Iguodala’nın MVP ödülü ya da Golden State Warriors’ın şampiyonluğu kesinlikle bir underdog hikâyesi değil. Zira Steve Kerr yönetimindeki takım sezon başından itibaren farkını ortaya koymuş, normal sezon ve play-off’larda önlerine çıkan her rakibi sürklase etmişti. Oyun tarzları farklı rakiplere göre yapılan ufak eklemelerle değişmiş, genelde ise akıcı, pasa dayalı, dış şut üzerine kurulu basketbolları hüküm sürmüştü. Üçlükle yaşayan bu kez üçlükle ölmemişti, zira üçlüğün yanına muhteşem işleyen bir savunma makinası eklemesini de bilmişti.
Stephen Curry ve Klay Thompson, Marc Jackson’ndan takımı devralan ve oyun plânını mükemmelleştiren Steve Kerr’ün sisteminde ana parçalardı. Fakat Warriors ilk günden beri tam bir takım olduğunu gösteriyor, rotasyonda her zaman çok süre bulamayan parçalar da kendilerini sürekli hazır tutuyordu. Iggy’nin rolü ise düzen içerisinde farklı bir noktadaydı. Lige girdiği 2004’ten beri her gittiği yerde önemli roller üstlenen, Allen Iverson’ın figüranlığını yaptığı çaylak sezonundan sonra ligin yıldızları arasına adını yazdıran Iguodala hücumda ve savunmada oynadığı takımların yükünü çekiyordu.
Post-Iverson döneminde Philadelphia 76ers’ın tek umudu olmuş, uzun yıllar kalburüstü takımın parlayan yeteneği olarak görev aldıktan sonra Denver Nuggets’a gitmişti. Kısa beşi ve geniş rotasyonu ile NBA’in sürpriz yapabilecek ekiplerinden biri olarak gösterilen Nuggets bir türlü beklenen “o devrim”i gerçekleştirememiş, Iggy kariyerinin ikinci yarısına istediklerini başaramamış bir oyuncu olarak adımını atmıştı. Bir değişikliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyordu, Golden State Warriors’ın kapısını çaldı. 2013 yazında patron Kirk Lacob ile buluşmuş, bu takımın bir parçası olmak istediğini söylemişti. Andrew Bogut ile David Lee’nin paslarını, Stephen Curry ile Klay Thompson’ın şutlarını görmüş, Sports Illustrated’dan Lee Jenkins’e anlattığına göre ondan sonra bu takımda olmayı istemişti. Takımın genel menajeri Bob Myers’e süre vermiş, salary cap‘i boşaltıp kendisini kadroya katabilecek formülü bulmasını beklemişti.
Golden State Warriors, Andre Iguodala’nın yeteneklerini tam anlamıyla sergileyebileceği bir ortamdı. Müthiş bir pas yeteneği vardı, Arizona yıllarından beri onu çalıştıran koçlar oyun kurucu oynayabileceğini söylemişti. Şutu çok istikrarlı değildi fakat Warriors’ın hücum düzeni içerisinde onu da parlatmayı başardı. Steve Kerr’ün başa geçmesiyle birlikte modern basketbolun altın madenleri arasında yer alan köşe üçlüklerinin müdavimi olmuştu. Curry ile Thompson’ın sırtladığı hücumda zaten ona çok fazla yer yoktu, ufak katkılar vermesi yeterli olacaktı. Özellikle Kerr tarafından yedeğe çekildiğinde o ufak katkıların değeri arttı. Genç, heyecanlı bir takımın ikinci yol kaptanı olacaktı. Kariyeri boyunca, çaylak sezonundan itibaren, gittiği her yerde spot ışıkları altında olmasına, tam 758 maç arka arkaya ilk beş başlamasına rağmen GSW’de koçun direktifleri doğrultusunda karşılaşmalara kenardan katılır olmuştu.
Bu düzen, 2015 NBA Finalleri dördüncü maçında değişecekti. İlk üç maç sonunda seride 2-1 geride olan Golden State Warriors’ta teknik ekip Iguodala’yı yeniden ilk beş başlatmanın mantıklı olup olmadığını tartışıyordu. Kurmaylarının parlak önerisini dinleyen Kerr, Iggy’yi yeniden eski yerine çekti. Belki Philly ya da Denver’da olduğu kadar hücumda top kullanmayacaktı fakat Iguodala, NBA’deki en zor göreve sahipti: LeBron James’i savunmak. İbre Cavaliers lehine dönmüştü ve LeBron finaller tarihinin en büyük performanslarının birinin altına imza atıyordu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Çareyi Iggy’de buldular. Harrison Barnes, Draymond Green gibi isimler de zaman zaman LeBron’un karşısına çıkıyor, hiçbiri LeBron’u onun savunduğu gibi savunamıyordu. Tecrübeli oyuncu, kimilerine göre tüm NBA’de Kawhi Leonard’dan sonra LeBron’u en iyi savunan isimdi ve Kawhi bir önceki sezon NBA Finalleri’nde “En Değerli Oyuncu” seçilmişti.
Andre’nin sahne sırasıydı. Özellikle ilk beşe yerleştikten sonra LeBron ile neredeyse 48 dakika boyunca karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Ve burada geçmiş yıllarda edindiği deneyimler işine yarıyordu. SI röportajında Philadelphia yıllarında beraber oynadığı Aaron Mckie’nin ona verdiği tavsiyeyi hatırlıyordu: “Bana Tracy McGrady, Vince Carter gibi isimleri savunmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmıştı ve şöyle demişti. Onlar şutlarını atmayı, sayı bulmayı sürdürecekler. Fakat bu adamların eğilimlerini, nelerden hoşlanmadıklarını öğrenip hayatlarını elinden geldiği kadar zorlaştırabilirsin.” Gladwell’in vermek istediği ders de buydu. Daha iyi olmaları, uzun vadede onların kazanacağı anlamına gelmez, ufak detaylarla fark yaratabilirsin. Iggy de bu tavsiyeyi dinlemişti, yaklaşık 10 senedir karşı karşıya geldiği birçok rakibinin parkedeki numaralarına çalışmıştı. LeBron o isimler arasında en yakından tanıdıklarından biriydi. Aynı röportajda, yıldız oyuncunun bütün hücum eğilimlerini bildiğini anlatan Iggy, aşırı tepki vermemenin kilit olduğunu ifade ediyordu. Rakibin 40 sayı atabilir, triple-double yapabilir, NBA tarihine geçecek performansların eşiğinde olabilir. Aşırı tepki verme.
Bütün bu tavsiyeler, deneyimler, iniş çıkışlar arasında Andre Iguodala, 2015 NBA Finalleri’nin en kilit ismine dönüştü. LeBron karşısında şansı çok fazla yoktu. Muhtemelen her maç 40 sayı sınırlarında dolaşan bir adamı savunacağını biliyordu. Yani bu hikâyede devi mağlup eden çoban romantizmi yoktu. Zira dev aslında Cleveland Cavaliers değildi. Golden State Warriors seriye favori olarak başlamış, üçüncü maçın sonunda LeBron ve arkadaşlarının masaya vurduğu yumruğun sesi tam olarak duyulur olmuştu. Sonra Iggy ilk beşe yerleşti, oyunda kaldığı süre boyunca LeBron’un başına bela oldu ve altıncı maçın sonunda GSW şampiyonluğa yürüdü.
Andre Iguodala, bu zaferin mimarlarından biriydi. Karşısındaki yıldızın sırlarına vakıftı ve onu yavaşlatabileceğini biliyordu. Ve bunu yapması sürpriz değildi. Lige girdiğinden beri oyununa eklediği her şey, bu seride açığa çıkmıştı. Paslarında, köşe üçlüklerinde, birebir savunmasında bu görülebiliyordu. Bu hikâyedeki zayıf adam değildi, aksine çok güçlüydü. Kendisinden daha güçlü olanın hayatını nasıl cehenneme çevireceğini iyi biliyordu. Bir tweetle başlamıştık, bir başkasıyla bitirelim. Andre Iguodala, 25 Ekim 2013’te David And Goliath için Malcolm Gladwell’e teşekkür etmişti. Kitabı sonuna kadar okuduğuna emin olabilirsiniz.