Ne İzledim?
Dünya futbolunun en büyüğünü belirleyen Jules Rimet Dünya Kupası, 1970 yılında Brezilya’nın zaferi ile ebediyen samba diyarına ait olmuştu. Fakat 1983’te tatsız bir haber, dünyaya yavaş yavaş yayıldı. Kupa, müzeden çalınmıştı. 2016 Brezilya yapımı Jules and Dolores filmi de bu hırsızlık üzerinden gelişen komik olayları anlatan bir film. Jules Rimet’nin çalınma senaryosu filmdeki hâli gibi olmayabilir ama hikâyenin işleyişi ve diyaloglar hakikaten epey güldürdü. Brezilya kültüründe Dünya Kupası’nın ‘kutsal’ yeri, Arjantin rekabeti ve Paolo Rossi’nin 1982’de ‘hediye ettiği’ düş kırıklığı harika repliklerle filme yansımış. Çok keyif aldığımı söyleyebilirim.
Ne Dinledim?
Fatih Akın’ın Crossing the Bridge çalışması, beni en çok etkileyen İstanbul işlerinden biriydi. Yıllar önce izlememe rağmen zaman zaman tekrar bilgisayar başına oturarak artık ezberlediğim belgeseli yeniden izlediğimi itiraf edeyim. Birbirinden özel canlı performanslar, beni hâlâ heyecanlandırıyor. Aralarında en özeli ise -büyük hayranı olduğum için belki de- Orhan Baba’nın Hatasız Kula Olmaz yorumu ve saz performansı…
“Rock tarihinde en çok sevdiğim grup hangisidir?” sorusunun cevabını 13 yaşımdan beri arıyorum ve dönemlere göre cevaplar da değişiklik göstermiştir. Ama 32 yaşına yaklaşmışken, ‘olgunluk dönemi’ cevabım Jethro Tull olarak son beş yıldır geçerlilik kazanmış durumda. Ian Anderson’ın liderliğindeki grup, müzikal olarak kariyerlerinin başından itibaren farklı denemelerle sevenlerine ulaşmıştı. Songs From the Wood albümü de ‘folk’ Jethro Tull döneminin en nadide eseriydi. Dedim ya, en sevdiğim grup olunca üzerinden 40 yıl geçse de 1977 tarihli albümü hala dinlemeye devam ediyorum.
Ne Okudum?
2005 yılında aramızdan ayrılan tarihçi yazar Jak Deleon’ın 1988’de yayımladığı Eski İstanbul’un (Yaşayan) Tadı, kitabını yeni bitirdim. Deleon, Orient Express’ten Pera Palas’a, Rus Lokantalarından eski meyhanelere, İstanbul’un birçokları için ‘İstanbul’ olduğu zamana dair hikâyeler anlatıyor. Osmanlı döneminden Cumhuriyet ve sonrası yıllara kadar uzanan geniş bir araştırma ve tanıklarının ağzından anılarla birlikte benim gibi İstanbul meraklıları için çok keyifli bir kitap.
Akın Ok’un kaleme aldığı 12 Eylül Şiddeti ve Arabesk kitabı, hâlâ okumakta olduğum kitap. Akın Ok, kitabın girişinde Türkiye’deki arabesk kültürü, daha çok İbrahim Tatlıses üzerinden anlatmaya çalışmış. İlerleyen sayfalarda ise İMÇ emekçilerinden, müzisyenlere, yapımcılara, sosyologlara ve karikatüristlere kadar uzanan bir söyleşi yelpazesi karşımıza çıkıyor. Kitabın bu kısmını çok beğendim. Destekleyen ve eleştiren bakış açıları ile ülkedeki müzikal ve kültürel değişmeye epey kafa yormamızı sağlıyor bu röportajlar. Üstelik arabesk sevmeyenler için de ‘her arabesk yapanın kalitesiz olmadığı’ minvalinde bir sonuç bile çıkarmak mümkün.
Ne Bekliyorum?
Dünya Kupası, sadece Brezilyalıların kültüründe değil evrendeki çoğu futbolseverin lügatinde ‘festival’ kelimesiyle eş anlama geliyor. Bendeniz de bu topluluğun içindeyim. O nedenle Dünya Kupası yılına girdiğimiz anda, beklediğim tek spor festivali Dünya Kupası olacak tabii ki; önümüzde daha beş ay olsa da…