Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BasketbolYarının ve Bugünün Takımı

Brad Stevens 41 yaşında nasıl NBA'in en gözde koçlarından birine dönüştü ve Boston Celtics'i eksiklerine rağmen ligin zirvesine çıkardı?

1

Reggie Miller’ın 1998 Doğu Konferansı Finali dördüncü maçında Chicago Bulls’a karşı attığı son saniye üçlüğü NBA tarihinin klasikleri arasındadır. Indiana Pacers topu kenardan oyuna sokar, Miller onu savunan Michael Jordan’ı iterek uzaklaştırır ve sağ çaprazdan maçı getiren şutu potaya yollar. Pacers efsanesinin uzun, görkemli ve şampiyonlukla taçlanmayan kariyerinin simge anıdır bu. Miller basketten sonra çocuklar gibi zıplar, Bulls mola almıştır ve Pacers’ta bütün oyuncular mutluluktan çılgına dönmüştür.

O an, her şeyi tekrar tekrar gösterdikten sonra kameralar dönemin Pacers koçu Larry Bird’e döner. Boston Celtics formasıyla benzer sayısız ana imza atan ve şahit olan Bird hareketsiz durmaktadır. Tepkisiz. Yüzünde mutluluk da yoktur heyecan da. Spiker ve yorumcu, bu ifadesizliğin gerisinde yaşanmışlıkların ve görmüş geçmişliğin yattığını vurgular. Peşinden mola biter, Bulls son şansını dener, Jordan’ın zor şartlarda attığı şut potada dönüp çıkar ve Pacers, seride durumu 2-2’ye taşır.

Geçen yıl Boston Celtics’in koçu Brad Stevens’a NBA tarihinden favori anı sorulduğunda bunu seçmişti. Indianapolis’te büyüyen biri olarak bahsettiği, Miller’ın şutu değildi. Butler Üniversitesi’nde koç olarak çalıştığı yılların en ikonik anında Gordon Hayward’ın şampiyonluk getirebilecek şutunun potada dönüp çıkmasını izleyen biri olarak tercih ettiği an, Jordan’ın kılpayı kaçan denemesi de değildi. O, dönemin Pacers koçu Larry Bird’ün sakince, hareketsiz ve ifadesiz durduğu andan bahsediyordu.

2

“Bir sonraki pozisyonu kazanmaya çalışın, maçı ya da farkı unutun.” Brad Stevens, 11 Kasım’da oynadıkları ve bir noktasında 18 sayı farkla geriye düştükleri Charlotte Hornets maçının ilk yarısında oyuncularına bu tavsiyeyi veriyordu. Daha sonra iki kez 17 sayı geriye düştükleri Golden State Warriors karşılaşmasında da mola sırasında aynı mesajı verecekti ve aslında tarihi değiştiren yepyeni bir vecizeye de imza atmayacaktı. Oyuncu ve koç olarak Boston ile toplam 10 NBA şampiyonluğu kazanan 83 yaşındaki Tommy Heinsohn da yorumcu koltuğunda buna katılıyor ve Stevens’ın mesajını duyduğunda “Biz de geçmişte aynı felsefeyi edinmiştik” ifadelerini kullanıyordu. Yani, genç koçun yaşlı efsane tarafından desteklenen sözü belki de yarım asırdır tedavülde olan bir reçeteydi.

Lakin mesajı küçümsemeye de gerek yok. Zira Stevens’ın söylediği, bir yandan da değişen dünyaya uygundu. Artık NBA konuşan hemen herkes, yeni istatistikleri diline pelesenk etmiş durumda ve burada da pozisyon kavramı öne çıkıyor. Birçok NBA takımında, sitesinde çalışan Dean Oliver değişimin en büyük kahramanlarından biri. Oliver, 1990’larda kağıt kalemle maçları izleyerek başladığı kariyerinde bu değişimi tesadüfi bir şekilde yaratmıştı. Dönemin genç istatistikçisi, maçları takip ederken tuttuğu kağıtlarda her satırı takımların hücumlarına ayırmış, pozisyon yenilendiğinde de alt satıra geçmişti. Bu sayede maç sonunda kimin kaç pozisyon bulduğunu ve bunları hangi verimlilikle kullandığını görmüştü. Oliver, 48 dakikada bir takımın attığı sayının ya da yaptığı şeylerin ana metrik olarak kabul edildiği düzende esasen pozisyon başına bir takımın hangi verimlilikte hücum ya da savunma yaptığının önemli olduğunu işaret etmişti. 100 pozisyonda bir takımın nasıl hücum ya da savunma yaptığını gösteren ofansif ve defansif reytingler, onun sayesinde kullanılmaya başlanmıştı. Ve söz konusu istatistikler günümüzde mesela Golden State Warriors’ın öteki takımlardan daha iyi olduğunu açıklamada en çok başvurduğumuz kaynaklar. Ya da Boston Celtics’in…

Tıpkı Stevens’ın mesajı gibi bu da başlı başına her şeyi açıklamaya yetmiyordu ama ikilinin buluştuğu yer, yeni NBA’in de bazı alışkanlıklarını bize gösteriyor. Oyun artık parçalara bölerek yorumlanıyor, hem tümevarım hem de tümdengelim modeliyle takımlar pozisyon başı verimliliklerini önemsiyor. Dolayısıyla alınan her mola, çizilen her hücum, kenardan koçların gösterdiği her set sinekten yağ çıkarılan bu düzende kritik olabiliyor. Ama Oliver, analitik düşünen herkes gibi istatistik alanında devriminin de sona erdiğini düşünmüyor. Zira kendisi, geçen sene bir konferansta yöneltilen “Analitik dünyasında yenilik bundan böyle nereden gelecek?” sorusuna “Savunma” yanıtını vermişti. Belki de Warriors, Cleveland Cavaliers, Houston Rockets gibi takımların hücumdaki başarılarından dolayı son yıllarda ligde genel bir hücum verimliliği saplantısı var ama kaç üçlük atarsanız atın, hâlâ başarının en önemli geçitlerinden biri, belki de en mühimi savunma. Muhtemelen kısa vadede Warriors’ı alt edecek bir verimlilikte hücum takımı olmayacak, Cavaliers bunu geçen sene denedi ve başaramadı. Peki ya onları durdurmak mümkün mü?

3

17 Kasım’da, yani dün çıktıkları Boston deplasmanı öncesi Steve Kerr rakiplerini “Geleceğin Takımı” olarak gösterdi ve şunu vurguladı: “Onlar halihazırda ligin en iyi takımı.” Celtics cephesi ise müthiş bir geri dönüşle ve akıl almaz bir savunmayla kazandıkları mücadelede bu yakıştırmanın aslında çok abartılı olmadığını gösterdi. Ama “Warriors gibi atalım” liginde onları garip bir noktaya koyan esas şey, bütün bu başarıyı elde ederken çok vasat hatta kötü hücum etmeleri. Boston hücum reytinginde Basketball Reference’ın verilerine göre ligde 19. sırada. 100 pozisyonda sadece 105.4 sayı buluyorlar. Tempoları da hızlanan NBA’de 20. sırada, 48 dakikada sadece 96.8 pozisyon yakalıyorlar. Ama işte farkı esas yarattıkları yarı sahanın öteki yakası. Celtics, 100 pozisyonda rakiplerine sadece 97.1 sayı veriyor ve bu anlamda ligde 100’ün altını gören başka takım yok. Sete sette, yarı sahada rakiplerini öyle gaddar bir şekilde tutuyorlar ki Warriors gibi tarihin en iyi hücum takımı olarak kabul edilen bir ekipten 101 pozisyonda sadece 88 sayı yediler.

Sayıların da dışında şu an onları sahada izlemenin verdiği bambaşka bir haz var. Geçen yıl, Celtics’i yorumlamaya çalışanların kullandığı bir “Demokratik hücum” kalıbı vardı. Zira ligin en çok top paylaşmayı seven takımlarından biri onlar. Geçen yıl Isaiah Thomas’ın, bu yıl Kyrie Irving’in tek başına sürüklediği son beş dakikalar dışında ideal bir Boston hücumunda her şey merkezde Al Horford’ın ellerinde başlıyor, oradan kanatlara ve topsuz koşular sonunda açılan boşluklara yöneliyor. Ve hücumun temel prensibi sahadaki beş oyuncunun da bir şekilde topa değebilmesi. Lakin demokrasi, esasında savunmadaki en büyük güçleri. Boston ikili oyunları agresif savunuyor, Stevens’ın kenardaki tepkilerinden de anlayabileceğiniz gibi, perdelerin önünden geçerek defans yapmayı tercih ediyorlar ve sık sık yaptıkları adam değişimleri sırasında geleceğin takımı kimliklerini gösteriyorlar. Jayson Tatum’dan Jaylen Brown’a, Al Horford’dan Marcus Smart’a, Semi Ojeleye’den Marcus Morris’e şu an Celtics savunmasının temelini oluşturan oyuncular rakip beşteki hemen her oyuncuyu savunabiliyor. Ayakları hızlı, rakiplerin toplarına müdahale edebiliyorlar, üçlük savunmaları iyi, sırtı dönük oynamak isteyenlere karşı göğüslerini siper ediyorlar ve asla konsantrasyonlarını kaybetmiyorlar. Zaten Boston’ın bu kadar sert ve elleri kolları oynayan bir savunma anlayışı benimsemesine ve uygulamasına karşın ligin en az faul yapan takımlarından biri olması (maç başına 19.8) bu odaklanmanın kanıtı. Yani, gerçekten de bir sonraki pozisyonu kazanmak için ellerinden geleni yapıyorlar ama bunu ilk aklınıza gelebileceği gibi hücumda yapmıyorlar, esas meseleleri karşı kıyıda.

4

2015 Doğu Konferansı Play-Off’ları ilk turunda Cleveland Cavaliers, Boston Celtics karşısında 3-0 öne geçmişti ve seriyi süpürmek üzereydi. Aynı dönemde koç Stevens hakkında bir yazı kaleme almak isteyen tecrübeli ESPN yazarı Jackie MacMullan’ın metnine buradan başlaması ilk bakışta biraz garipsenebilir. Zira anlatacak ne var ki? Ama orada, Cavs kampında dahi birçoklarının gözlerini New Orleans Pelicans-Golden State Warriors serisine çevirdiği günlerde Celtics’in bugünkü durumunu açıklayan bir sahne vardı. Kyrie Irving, Cavs oyuncularından birinin aile üyesinin “Belki Warriors’a odaklanmanız daha iyi olur” deyişine katılmamış ve MacMullan’a şunları söylemişti: “Burada işimiz bitmedi. Brad Stevens inanılmaz zeki bir adam. Sürekli üstümüze yeni bir şeyle geliyor, hazırlıklı olsak daha iyi.”

Geriye dönüp bakınca bu tarihin bir ironisi yahut kehaneti olarak duruyor. Ama esas mühim olan Stevens’ın ligdeki algısı. Bugün eski öğrencisi Evan Turner’ın attığı tweet’ten yeni Celtics üyesi Marcus Morris’in “O bir guru” yorumuna kadar herkes aynı kelimelerin etrafında dönüyor: Dahi, sanatçı, zeka, basketbol beyni… 41 yaşındaki koç, şimdiden efsanevi meslektaşlarıyla aynı cümlede anılıyor ve yeni oyunun en büyük beyni olduğu konuşuluyor. Hem bir tez hem de bir antitez olarak. Mola çıkışı oyunlarında Stevens’ın benzersiz bir repertuvarı, zekası var ve maçın her anında rakipleri şaşırtacak bir şey buluyor. Bu bazen o gün zerre şut sokamayan Marcus Smart’a post-up yaptırmak oluyor, bazen kısalara perde çıkışı uzunların pas yolladığı klasik Boston hücumları. Yeşiller bu sayede sahada kim olursa kazanmasını biliyor. Gordon Hayward’ın sezon başından beri olmadığı, Al Horford’ın beyin sarsıntıları yüzünden, Kyrie Irving’in yüz sakatlığı sebepli iki karşılaşmada forma giyemediği bir düzende Celtics 14 galibiyet arka arkaya almasını bildi. Kimi zaman dördüncü çeyreğin büyük bir bölümünde Larkin-Rozier-Ojeleye-Theis gibilerle oynadıkları Charlotte Hornets maçını alıyorlar bazen de hücumda sıfır katkı yapan Ojeleye ya da Smart’ın başka koçun asla şans tanımayacağı sürelerde oyunda kaldıkları Warriors gibi maçları kazanıyorlar. Her maç yeni bir serüvene dönüşüyor ve sonunda bir şekilde Stevens’ın öğrencileri ağır basan oluyor.

5

Brad Stevens, Danny Ainge’in başkanlığı çerçevesinde eski parıltılı günlerine yaklaşan, yönetim katında Mike Zarren ya da Drew Cannon gibi Moneyball esintili matematik beyinleri barındıran organizasyonun şu an en büyük cazibe merkezi. Ama övgü sağanağı içerisinde genç koça dair yanlış ya da kolaycı bir bakış da dönem dönem ortaya çıkıyor. Medya ve kamuoyu ya da bu yazı gibi şeyler, Stevens’ı sahada oynattığı her taşta doğru hamleyi bulan, asla yanlış yapmayan, geceleri rüyasında set çizen saplantılı bir basketbol dehası olarak konumlandırıyor. Bu tek taraflı bir süreç değil. Geçmişte ebeveynlerinin yaptığı hafif abartılı bir yorum sonunda Stevens, beş yaşından itibaren basketbol kasetleri izleyen ve oyunu anlamaya çalışan bir deli olarak anlatılıyorBirçok büyük koç gibi onun da erken yaşta zekasıyla her yerde fark edildiği, matematik bilgisiyle mezun olduğu üniversitede parmakla gösterildiği ifade ediliyor.

Oysa bunlar doğru değil. En azından -sahte bir alçakgönüllük yapmıyorsa- Stevens’ın söyledikleri tam tersini işaret eder nitelikte. Nihayetinde, ünlü koç da bir zamanlar çocuktu ve Indiana’da lisesini en popüler spor yıldızlarından biri olarak bitirdikten sonra gittiği DePauw Üniversitesi’nde mutlu olamamıştı. Bugün disiplinli, egolarından arınmış bir takımın mimarı olan Stevens’ın o yıllardaki en büyük şikayetinin “Neden daha fazla oynatılmıyorum?” olduğu söyleniyor. Zira skorer olarak liseden çıktıktan sonra kolej basketbolunda bir bench oyuncusuna dönüşmesi moralini düşürmüş ve koçuyla arasının bozulmasına neden olmuş. Stevens, röportajlarında bunun altını çiziyor: “Ben basketbolcu olmak istiyordum. Koç olmak aklımda bile yoktu.” Veya “Nasıl bütün bunları başardın? Koç olarak Butler’da nasıl iki yıl üst üste Final-Four oynadın? Oradaki ilk sezonunda nasıl hemen galibiyet serisiyle işe başladın?” sorularına genelde birbirinin benzeri reçetelerle karşılık veriyor: “İyi oyunculara sahiptim. Basketbol iyi oyuncularla oynanır.”

Elbette gençliğinde fikrinin değiştiği anlar da varmış. 2000’lerin başında bir ecza şirketinde yükselmek üzereyken gelen teklif üzerine gönüllü olarak, cüzi miktarlara Butler Üniversitesi’ne gitmesi bir noktada koçluk fikrinin kafasına yattığının kanıtı. Belki de yirmili yaşlarının ortasına girip iş dünyasıyla tanıştığında basketbolu ne kadar özlediğini fark etti ve kendisine o yolu çizmeye karar verdi. Oradan sonrasını zaten biliyorsunuz. Önce Butler’la NCAA seviyesinde büyük başarılar elde etti, arkasından daha şöhretli okullardan gelen teklifleri geri çevirdi, hatta birçok NBA takımının ilgisine olumsuz yanıt verdi ve sonunda Boston kapıyı çaldığında büyük kariyer adımını attı… Yani, herkes gibi o da başka hayallerle doluyken yirmili yaşlarının ortasında rotasını değiştirdi ve geçmişte hiç düşünmediği bir mesleğin en tepelerine çıkmayı başardı. Bunu da tanrı vergisi dehasıyla değil, çalışarak yaptı. Önce maç kasetleri sararak, saatlerini kurgu odasında geçirerek, arkasından asistan koçluk yapıp sahaya çıkarak, sonra da baş antrenör olarak…

Ünlü koç röportajlarında çalışma metotlarına dair çok fazla bilgi vermiyor. Sahadaki o ifadesiz, donuk hâlini kamuoyu önünde de koruyor. Ama sözlerine dikkat edenler için -ki herkes ediyor- aralarda ipuçları var. Stevens, koçluğun en büyük kısmının iletişim olduğunun altını çizen yeni nesil basketbol adamlarından biri ve her yerde “Pozitif Koçluk”tan bahsediyor. Şimdiye dek 50’nin üzerinde oyuncuyla çalıştığı Celtics’ten yolu geçen herkes tarafından samimi, övgü cümleleriyle anılmasının nedenlerinden biri de bu. İlişkinin elbette iki tarafı da var. Ainge ve yönetimi de oraya uyacak isimleri seçiyor. Jayson Tatum’u, Markelle Fultz ve Lonzo Ball’a tercih etmeleri de aynı bakışın ürünü. Ya da başka düzenlerde parazit olarak görülebilecek, ligdeki çoğu koçun ve taraftar grubunun sadece öfkesini alabilecek -Boston’da da bazen bunu yaşıyor- Marcus Smart gibi bir adam burada, yaptığı bütün hatalara rağmen, organizasyonun önemli köşetaşlarından biri olarak görülüyor. Stevens, tıpkı yönetimi gibi, parlak fikirlerden önce parlak bir yapılanmanın geldiğini biliyor.

6

Bu her yerde geçerli olabilecek bir ders. Birçok spor dalını koçların ya da birkaç beynin yönettiği satranç tahtaları olarak görüyoruz. Basketbol bunun en baskın olduğu alan. Çoğu zaman oyunu sadece koçlar üzerinden konuşuyoruz ve binlerce aksiyonun olduğu maçları onların yaptığı hamleler üzerinden okuyoruz. Dolayısıyla Stevens’ı bir dahi olarak görüp köşemize çekilmek de genelde işimizi görüyor. Ama o sadece bir dahi değil; aynı zamanda nereden geldiğini iyi bilen biri ve başarının sadece elindeki taktik tahtasından geçmediğinin farkında. Evet, şu an Celtics hangi beş oyuncuyla sahada olursa olsun kazanacak gibi görünüyor ama bunun en büyük sebebi o gelişigüzel, sıradan kabul edilecek seçimlerin bile arkasında yüzlerce saatlik ofis mesailerinin yatması. Boston’ı izlediğinizde ligin en yetenekli, eğlenceli ya da çarpıcı takımını görmüyorsunuz. Asla bir Golden State Warriors değiller. Ligin en iyi oyuncusuna da sahip değiller. Ama Celtics, sınırları ölçüsünde ligin en ne yaptığını bilen takımı. Ve başlarında bir zamanlar ne yaptığını bilmeyen ve yolda bunu öğrenen bir koç var.

Sezon başında, Isaiah Thomas’ın takas olduğu o sarsıcı günden bir süre sonra Indiana’da özel bir etkinliğe katılan 41 yaşındaki koç, Jayson Tatum’a dair çok basit bir anı aktarmıştı: “Tatum’a dair en çok neyi sevdim, biliyor musunuz? Draft sonrası ona Boston Celtics’e nasıl yardımcı olabileceği ve takımı ileri taşıyabileceği soruldu. O da ‘Bilmiyorum’ diye cevap verdi.” Tatum gerçekten bilmiyordu ve süslü cümlelerle bu cehaletini kapatmak yerine, günümüzde sık rastlanmayan bir tarzda, bilmediğini söylemişti. Brad Stevens bunu sevmişti çünkü o da bir zamanlar bilmiyordu. Doğar doğmaz Larry Bird gibi kenarda sakince durmasını öğrenmemişti, beş yaşındayken nasıl Gregg Popovich gibi bir düzen yaratacağına dair bir fikri yoktu ya da üniversitede alamadığı sürelerden şikayet ederken nasıl Rick Carlisle gibi maç içi yönetimi yapacağını veya rakiplerini şaşırtacağını çalışmıyordu. Brad Stevens da en başta bilmiyordu. Sonra öğrenmeye başladı. Yarın da buna devam edecek.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Umut Işığı

Umut Işığı

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

4 sene önce