Tüm sporlar arasında belki de en kaprisli olandır tenis. Sporcuların yıl içerisinde çıktıkları zeminler, bozuk bir ruh hali gibi değişirken; bu duruma ayak uydurmaya çalışan oyuncuların mücadelesi kortlara ter olarak damlar.
Nisan ayı ile birlikte kirlenme zamanı gelir. Kış aylarında Güney Amerika sıcağının tadına baksa da bazı ‘toprak sever’ler, asıl mücadele Avrupa’da başlar ve tüm raket savaşçıları kendini eski kıtada bulur.
Ayak izleri, top lekeleri ve kort üzerinde kayan oyuncuların arkalarında bıraktığı çizgiler aslında sadece toprağa atılan çiziklerdir. Yeterince iyi ve şanslı olanlar arkalarında birkaç izden fazlasını bırakma gururuna erişir. Rafael Nadal, Bjorn Borg, Gustavo Kuerten, Justine Henin, Arantxa Sánchez Vicario ve diğerleri… Toprağın öz evlatlarıdır onlar ve arkalarında bıraktıkları imzalarıdır.
Kimileri bu imzayı atmak için kendini kabullendirmeyi bekler. Roger Federer, Andre Agassi ve Serena Williams gibi kimileri. Toprak onlar gibi yeterince kirlenenleri de, zamanı geldiğinde kabul eder…
Bazıları ise bir türlü yapamaz. Kupa kaldırmaya alışkın elleri, haziran ayının hemen başında boş kalmayı öğrenmiştir. Philippe Chatrier zemininin kupadan yansıyıp, kadrajda rol çalmaya çalıştığı bir fotoğrafları yoktur. Bazı büyük şampiyonların yüreklerinde, Fransa Açık diğer Grand Slam’lerin hepsinden daha bir ukde kalmıştır. Burada kazanan imparatorluğunu kurar, kaybedenin öyküsü ise mutsuz biter.
İşte, Fransa Açık tarihinin kupasız efsaneleri karşınızda:
PETE SAMPRAS
Tam on dört kez tenisin en büyük kupalarını elinde tutmuş bu adam, herhâlde bir Fransa Açık Şampiyonluğu için, kariyerinde kazandığı Grand Slam harici tüm kupalardan vazgeçerdi. Çünkü tüm zamanların en iyisi olarak anılabilmek için eksik bir parçası var. Sampras’ın Grand Slam kazanma rekoru da 2009 senesinde Federer tarafından kırıldı. Kariyerine dönüp baktığımızda ise muazzam hücum silahları ona ‘Silahşörler Kupa’sını hiç getiremedi. Burada sadece bir yarı final oynayabildi.
JIMMY CONNORS
Tenisin bugün oynandığı şekle gelmesinde payı olan adamlardan biriyle de dalga geçti Fransa Açık. T-2000 çelik raketi ve tarihin ilklerinden sayılabilecek forehand’inden daha etkili çift el backhand’i ile 70’lerin havalı efsanesi burada sadece dört yarı final oynayabildi. Amerikalıların bu biraz ukala şampiyonu da Philippe Chatrier’de final seremonisi göremeyenlerden.
ARTHUR ASHE
Kariyerinde üç Grand Slam Şampiyonluğu olan Arhur Ashe, bütün bunlara çim kort üzerinde ulaştı. Avustralya Açık ve Amerika Açık henüz sert zeminde oynanmazken buradan şampiyonluklar çıkarmayı başarmış, 1975 yılında ise Wimbledon şampiyonu olmuştu. Kariyer Grand Slam’inin tek eksiği ise hiçbir zaman tamamlanamadı. 1993 yılında, henüz 49 yaşında AIDS sebebiyle hayata vedan eden Ashe, Paris toprakları üzerinde sadece iki çeyrek final oynayabildi.
JOHN McENROE
Paris’in kendine has tavrından mıdır bilinmez ama Amerikalı efsaneler buradan çok çekti. Evet belki ‘ciddi olamayız’ gibi geliyor ama John McEnroe da burada kontak kapatanlardan. Ezeli rakiplerinden Bjorn Borg turnuvayı yolgeçen hanına çevirirken, o sadece bir final oynayarak sahneden indi. Şimdilerde Eurosport için turnuvayı yorumladığı Paris, çok büyük olasılıkla ona kariyerinin en parlak anılarını hatırlatmıyordur.
BORIS BECKER
Savaşçılardan bahsettiysek eğer Becker’siz olmaz. Filenin önünde sağdan sola uçan dev Alman, belki kaleciliği seçse üstü o kadar toz toprak olmazdı. Boris Becker’in ölümcül servisleri ve büyük vuruşları hep toprağın yavaşlatıcı etkisine maruz kaldı. Karşılıksız aşkından geriye ise üç yarı final…
STEFAN EDBERG
Federer öncesi dönemde tenisin seçkin, şövalye görünümlü oyuncu ihtiyacını bir İsveçli karşılıyordu. Servis hareketi, backhand’i ve voleleri bugün bile özlemle anılan Edberg, ‘nemesis’i Becker’den bir fazlasını yapabilmişti Paris’te. İkincilik ödülünü seviyor olsa gerek.
JOHN NEWCOMBE
Henüz kortun rengini sadece canlı izleyenlerin ayırt edebildiği dönemde bir Avustralyalı, dünya tenisini domine eden vatandaşları ile büyük bir mücadele içerisindeydi. Roy Emerson ve Rod Laver kariyer slam’lerini tamamlarken Paris, Newcombe için hep hüznün başkenti oldu. Burada iki kez gördüğü en üst nokta sadece son sekizdi.
VENUS WILLIAMS
Kadınlar tenisi, onlar öncesinde biraz daha teknik ve yumuşak olarak anılırdı. Williams kardeşler, acı kuvvetin kadınlar tenisinde ne denli etkili olduğunu gösterdi. Ama toprak Venus’ü bağrına hiç basmadı. Kardeşi Serena ise üç kazanmayı başarırken, ilk şampiyonluğunda kupayı ablasının elinden almak zorundaydı.
MARTINA HINGIS
İkinci finalinde kazanmaya ne kadar yakındı, tam 17 yıl önce… O gün Martina Hingis geleceği görmüş olmalı ki, tarihin en hüzünlü ‘kaybeden’ reaksiyonlarından birini izlemiştik. Steffi Graf’a altıncı Suzanne Lenglen kupasını kazandıran maç belki hâlâ uykularında ziyaret ediyordur Hingis’i.
KIM CLIJSTERS
Vatandaşı Justine Henin toprağın üstünde hakimiyetini kurarken o uzaktan izleyen taraftı. Ne toprakta yapabildi ne de çim üzerinde. Başarı öyküsü sert kortlara sıkışmış olan Clijsters, burada iki final oynadı ve iki kez şampiyonu en yakından alkışladı.
LINDSAY DAVENPORT
Evet Amerikalıları üzmek farklı bir haz Fransa Açık için. Hem de cinsiyetine bakmaksızın. Davenport belki diğer Gran Slam’leri birer kez kazandı ancak burada yarı finalden ötesini görebilse belki bugün çok seçkin bir grubun içine dahil olabilirdi.
BONUS: NOVAK DJOKOVIC
Venus Williams haricinde yukarıda saydığımız tüm isimler artık dükkanı kapadı. Onlar için Chatrier’ye dönüş olmayacak. Ama bu seneki Roland Garros bittiğinde makus talihini yenmiş bir adam görebiliriz. Geçtiğimiz yıl, sonunda Rafael Nadal engelini aşmayı başarsa da bu kez Stan Wawrinka’ya takılan Novak Djokovic’ten bahsediyoruz… Burada daha önce üç final oynadı ama bir adım öteye gitmedikçe, muazzam kariyeri eksik kalmaya devam edecek.