Galatasaray Yönetimi, sezon öncesi Roberto Mancini ile ‘her iki tarafın da birbirine yararlı olamayacağı’ konusunda anlaşarak medeni bir şekilde yollarını ayırmıştı. Bir aya yakın arayışın ardından, bir başka İtalyan Cesare Prandelli’ye, belki ‘en iyisi’ diye gidilmişti. Fiorentina’da parlak günler, milli takımla Avrupa İkinciliği, arkasına aldığı özel bir hikâye… Tam da Galatasaray’a oturacak, başarılı olduğu kadar gönülden de sevilecek biri gibiydi. İmzası ile birlikte camianın genelinden sevinç nidaları yükselmiş, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın da Ersun Yanal’ın sözleşmesini feshetmesiyle şampiyonluk kolay gibi görünmeye başlamıştı.
Cesare Prandelli, bir Galatasaray teknik direktörü için gerçekleşebilecek en kötü senaryolardan biriyle işbaşı yaptı ve Türkiye’deki kariyerine Fenerbahçe mağlubiyetiyle başladı. Sezon öncesi kampı pek verimli geçmediği gibi, Süper Kupa maçında da 120 dakikanın herhangi bir diliminde zamanla güneşe dönüşebilecek bir ışık yoktu. Maç bitti, kupa Fenerbahçe’nin oldu ve ardından Prandelli, “Daha iyi olacağız” dedi.
Süper Kupa maçını, eşzamanlı olarak Galatasaray tarihinin en kötü Şampiyonlar Ligi performansı ve ligde anlamsız puan kayıpları izledi. Dörder gol yenilen Borussia Dortmund ve Arsenal maçları, iç sahada Eskişehirspor’a bırakılan iki puan, Balıkesirspor mağlubiyeti, yine 4-0’lık Başakşehir bozgunu derken, Cesare Prandelli her maç sonu aynı şeyi söyledi: “Daha iyi olacağız.”
Kasım ayındaki üç farklı Trabzonspor yenilgisinin ardından, Galatasaray’da üç yarım cümle, ‘kalmadı’ fiiliyle tamamlandı:
1- Prandelli’nin Galatasaray’ı ‘daha iyi’ yapmaya zamanı
2- Galatasaray’ın ‘daha iyi’ olma ihtimali
3- Taraftarda sabır
Böylelikle Galatasaray’da Cesare Prandelli dönemi sona erdi. İtalyan teknik direktör, giderken arkasında öyle ya da böyle güzel şeyler de bıraktı. Kötü futbol ve sürpriz puan kayıplarına rağmen şampiyonluk yarışının içinde bir takım, Sneijder’ın insiyatif almasıyla son dakikalarda gelen Fenerbahçe galibiyeti ve dalga geçilen bir Galatasaray. Sonuncusu; Wesley Sneijder, Felipe Melo, Selçuk İnan, Fernando Muslera, Hamit Altıntop gibi lider karakterlere sahip olan bir takım için artı hanesine yazılabilirdi.
Bir Galatasaray Geleneği: İkiye Bölünmek
Aralık’ın ilk günü Hamza Hamzaoğlu imza atmaya hazırlanırken, Galatasaray Camiası on yıldır en sevdiği yerdeydi: İkiye bölünmüştü. Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Fatih Terim, Ünal Aysal gibi figürlerden sonra şimdi yeni bir isim için saflar oluşmuştu. Hamzaoğlu, taraftarın biraz da gönlündeki teknik direktörü seçmeye çalışarak izlediği Dünya Kupası’nın ikinci turunda oynanan Hollanda-Meksika maçında Wesley Sneijder hakkında yaptığı yorumla hemen herkesin tepkisini çekmiş ve belki de bu sürecin en net cevabının öznesi olmuştu: Gönüllerdeki teknik direktör, o değildi.
Galatasaray’a gelişinin kesinleşmesiyle birlikte, bir kesim her şeyi unutmaya ve yeni teknik direktöre destek olmaya razı oldu. Kalanlar, tepkiliydi. Ancak Aralık’ın o ilk günü, Türkiye’de görmeye hiç alışık olmadığımız bir sahne yaşandı ve bir mevki sahibi, Hamza Hamzaoğlu, hatasını kabul etti: “O anın heyecanıyla biraz ileri gitmiş olduğumu kabul ediyorum. Sneijder’le hiçbir sorunum olamaz. O benim en değerli oyuncularımdan biri.” Bu hamle, Galatasaray’ın yeni teknik direktörüne büyük bir destek olarak geri döndü. Tepkililerin önemli bir bölümü, bir tek basın toplantısıyla kendini Hamza Hamzaoğlu’nun yanında buldu. Camia, büyük oranda birleşti.
Takım Olmaya Giriş
Futbol da aşk gibi tesadüfleri sever, Hamza Hamzaoğlu ilk lig maçında eski takımı Akhisar Belediye’ye rakip oldu. Bu ilk maçtan da, Galatasaray’ın kriz hâlini almış bir sorununa çözüm buldu. Burak Yılmaz’ın başı ofsayt bayraklarıyla dertteydi ve üç aydır bu sorun aşılamıyordu. Yeni hocası, onu forvet arkasına çekti ve önüne Umut Bulut’u koydu. Galatasaray, maçı Burak Yılmaz’ın iki golüyle kazandı. Önceki üç sezondan ikisinin gol kralı, 2014-15 sezonunda ilk kez bir maçta iki gol birden buldu. Bir hafta sonra Konyaspor deplasmanında alınan 5-0’lık galibiyete de iki gollük katkıda bulundu.
Yalnızca iki maç sonunda Galatasaray’ın bütün havası değişmişti ve üstelik güzel oyundan da söz edilebilirdi. Bunun anahtarı, yine o ilk basın toplantısındaydı. Hamzaoğlu, teşhis ve çözümden şöyle bahsetmişti:
“Bizim ilk önceliğimiz, antrenmanları keyifli hâle getirmek, oyuncularımın burada gerçekten mutlu zaman geçirmesini sağlamak ve bir şeyleri birlikte yapmayı becerebilmek. Şu anda takımda biraz bunun eksikliği var. Herkes sahada tek başına bir şey yapmaya gayret ediyor ama bunu beraberce yapmayı tam olarak başardıklarını düşünmüyorum. Biz onları bir araya getireceğiz. Beraberce neler yapabileceklerini görmelerini sağlayacağız. Bunu başardığımız gün de güzel şeylerin olacağını ümit ediyoruz.”
Gerçekten de öyle oldu. Galatasaray, takım olmuş, bir şeyleri birlikte yapar hâle gelmiş ve güzel şeyler olmaya başlamıştı. 14. haftadaki Mersin İdman Yurdu maçı bir sınavdı. Hamza Hamzaoğlu’nun takımı, iki defa yenik duruma düştüğü maçı takım hâlinde gösterdiği çabayla çevirdi ve kazandı. Umut Bulut’un attığı son golde aslan payı, Temmuz’dan Kasım’a dek A2 Takım’la antrenmanlara çıkan Sabri Sarıoğlu’nundu. Eski Kaptan, Mersin İdman Yurdu kontratağını kesip ceza sahasına koşmuş, ikinci kez buluştuğu topu yerden ortalayarak tek dokunuşla skor tabelasına işleyecek hâle getirmişti. Beş futbolcunun ortak çabası ve rakip ceza alanı içerisinde bir kaos yaratımı ile atılan bu gol, feci hâlde Galatasaray’ın 2005-06, 2007-08 ve 2011-12 sezonlarında attığı golleri hatırlatıyordu.
Ankara’daki Gençlerbirliği maçında alınan beraberlik kabul edilebilir, kaybedilen iki puan kadar kazanılan bir puana odaklanılabilirdi. Zaten mümkün olan en büyük kayıp, maçtan önce verilmişti. Şampiyonluk yarışında ise önemli olan, Olimpiyat Stadı’ndaki Beşiktaş maçıydı. İki rakip arasında ev sahibinin lehine üç puan fark vardı ve olası bir mağlubiyet, Hamzaoğlu ile kariyerinin ilk şampiyonluğu arasındaki mesafenin açılmasına neden olurdu. Felipe Melo ve Burak Yılmaz’ın golleriyle gelen derbi zaferi, Galatasaray’ın devre arasına Fenerbahçe’nin bir puan gerisinde, ikinci sırada girmesini sağladı.
Sabri Sarıoğlu – Burak Yılmaz – Emre Çolak – Yasin Öztekin
Devre arası öncesindeki beş haftalık girizgâhta, Galatasaray önemli bir yol kat etmişti. Sabri Sarıoğlu’nun takıma dönüşüyle sağ bekteki problem çözülmüş, tepkilerin odağındaki Burak Yılmaz yeniden kazanılmış, uzun zamandır yarar sağlanamayan Emre Çolak takımın önemli oyuncularından biri hâline gelmişti. Türkiye Kupası maçlarında ise, Türkiye Kupası’ndan daha değerli bir kazanım elde edilmişti. Takımdan ayrılmak üzere olan Yasin Öztekin, şampiyonluk yarışının kilit ismi olacağından habersiz, bir anda takıma kazandırılmıştı. Yalnızca bir ay önce tahmin edilemeyecek bir durumdu bu ama transfere ihtiyaç kalmamış gibi görünüyordu. Devre arası transfer dönemi, Galatasaray için tek taraflı işledi.
Rizespor maçıyla başlayıp yine Rizespor maçıyla bitecek olan ikinci devrenin Kadıköy deplasmanına kadarki bölümü, Galatasaray açısından harika geçti. Altı maçlık periyotta alınan beş galibiyete, ligin en iyi futbol oynayan takımı Bursaspor’a karşı 2-2’lik beraberlik eşlik etti. 22. haftanın sonunda Galatasaray, Beşiktaş’ın 3, Fenerbahçe’nin 4 puan önüne kurulmuşken, Kadıköy cephesinde değişen pek bir şey olmadı ve Dirk Kuyt’un 81. dakikadaki tek golüyle yarış bir nevi yeniden başladı. Derbi mağlubiyeti muhtemelen planların çok uzağında değildi, üstelik averajla liderlik sürüyordu; sonraki hafta oynanan Başakşehir maçının son on dakikasına kadar her şey normaldi… Ancak önce Mehmet Batdal, ardından Enver Cenk Şahin’in golleri, Galatasaray’ı bir anda başladığı yere, krize götürecekti.
Tarihe 13 Dakikalık Müdahale
21 Mart 2015 günü, saatler 20.00’yi gösterdiğinde Galatasaray’ın sezonu üç başkan, üç teknik direktörle bitirme, yazın Muslera, Sneijder, Melo gibi yıldızlarıyla bir bir vedalaşma ihtimali hiç de az değildi. Derbi mağlubiyeti, iç sahada 2-0’dan 2-2’ye gelen Başakşehir maçı derken, Kasımpaşa da devreye 2-0’la girmişti. Ünal Aysal – Duygun Yarsuvat değişiminden bu yana sarıyla kırmızının kesişimine dair değişilmez gündem maddesi ekonomik krizdi ve şampiyonluktan uzaklaşmak, 2002-2011 arasını tekrar yaşamak anlamına gelebilirdi. Hamzaoğlu, Olcan Adın’ın yerine golcüsünü sahaya sürdü. Galatasaray, en iyi yaptığı şeyle, muhteşem bir kaosla Kasımpaşa yarı sahasına akın etti. Skoru tersine çevirmeye 13 dakika yetti ve Hamzaoğlu’nun takımı maçı 3-2 kazanarak belki de lig tarihinin akışını değiştirdi. Bu maçla tekrar zirveye çıkan Galatasaray, Karabükspor galibiyetiyle liderliğini pekiştirdi, Trabzonspor mağlubiyetiyle ise bir haftalığına Fenerbahçe’ye teslim etti. Ertesi hafta Fenerbahçe’nin Eskişehir’de bıraktığı iki puanla liderlik Beşiktaş’a geçtiyse de, kalan yedi maçta Galatasaray kendi kaderini tayin hakkına sahipti ve üstelik 33. haftadaki derbide beraberlik de Galatasaray’ın yanındaydı.
Kalan yedi haftada Galatasaray, 2007-08 sezonunun sonunu tekrar oynadı ve son maça gerek kalmadan şampiyon oldu. Hamza Hamzaoğlu’nun takımının kalesinde gol dahi görmediği bu dönemden akıllarda kalanlar, pozisyon sırasıyla Fernando Muslera’nın olağanüstü kurtarışları, Hakan Balta’nın Galatasaray efsanesi olma yoluna girmesi, bel fıtığı ameliyatı geçiren Felipe Melo’nun 40 günde geri dönmesi, Hamit Altıntop’un onu hiç aratmaması, Kaptan Selçuk İnan’ın tam zamanında vites yükseltmesi, Yasin Öztekin’in bir daha hiç futbol oynamasa bile uzun yıllar hatırlanacak bir figür hâline gelmesi ve Wesley Sneijder’ın zor anlarda aldığı insiyatifti. Galatasaray, bu defa gerçekten de ‘daha iyi’ olmuştu.
Belki hepsinden önemlisi ise, Gaziantepspor maçının ardından Felipe Melo’nun yaptığı “Her takıma karşı böyle oynasalar…” açıklaması sorulduğunda, Hamza Hamzaoğlu’nun “Gereksiz konuşmuş” demesiydi. İşe özeleştiriyle başlayan, Başakşehir maçının ardından -imalarda bulunarak değil- samimi bir şekilde hatayı üstlenen, oyuncusunun yaptığı centilmenlik dışı açıklamayı tenkit eden Galatasaray Teknik Direktörü, evet, Türkiye’de hiç de alışık olmadığımız bir profil olarak karşımızda duruyordu. Ve belki de Türkiye Futbolu’nu her anlamda ‘daha iyi’ye götürecek yolda bir köşe taşı olacaktı…