Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Yorum1’DEN SONRAKİLER

Vakur bilgeliği ve birikimiyle futbol dünyamızın saygı uyandıran isimlerinden Şenol Güneş’in gayriresmi portresi.

Hikayeyi bilirsiniz. Hoca dersliğe girer girmez kara tahtanın önüne geçer ve eline tebeşiri aldığı gibi kocaman bir 1 rakamı çizer. Sonra öğrencilerine “Bakın, bu kişiliktir. Yani, hayatta sahip olduğunuz en değerli şey” der. Ardından 1’in yanına bir 0 koyar ve “Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik 1’i 10 yapar” der. Sonra bir tane 0 daha. “Bu, tecrübedir. 10 iken 100 olursunuz.” Sıfırlar böyle uzayıp gider; yetenek, sevgi, disiplin… Ta ki hoca öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında eline silgiyi alıp en baştaki 1’i silene kadar. Tahtada birbiri ardına dizili bir sıfırlar silsilesi kalmıştır. Hoca sınıfa dönerek son sözünü söyler: “Kişiliğiniz yoksa öbürleri hiçtir.”

Futbolda da bu böyledir. Sıfırların yaslanacağı güçlü bir “1” lazım gelir. İstediğiniz kadar yetenekli, başarılı, tecrübeli olun; tüm bu niteliklerinizi bütünleyip bir arada tutan sağlam bir kişiliğiniz yoksa o sıfırlar bir anda devriliverir. Geride “hoş bir seda” yerine, devrilen sıfırların koca gürültüsü kalır.

Taşra Nefreti ile Taşra Kompleksi Arasında

Neyse ki Türkiye’de kişiliğinden dersler çıkarılmasına müsaade eden birkaç futbol insanı var. Şenol Güneş bu isimler arasında belki de ilk akla geleni. Duruşu vakur; kelamı bilge. “Karizma şarlatanlığı” ile üzerine yüründüğü günlerde bile… Oynadığı ya da oynattığı futboldan ziyade giyim kuşamı, aksanı, yerelliği ile tartışılan biri oldu Güneş. İstanbul’da da, Trabzon’da da onu bulunduğu mevkiye yakıştıramayan çoktu. Türkiye’de ‘taşra nefreti’ ile ‘taşra kompleksi’nin arasında kaybolup giden onlarcasından yüzlercesinden biri olabilirdi, dirayetli bir karaktere sahip olmasaydı eğer.

Trabzonspor’un efsane teknik direktörü Ahmet Suat Özyazıcı’nın öğrencisidir Şenol Güneş; “Arafilboyu-Sotka-Faroz ekolü”nden. Mahalle maçlarında Sotka-spor’un cevval golcüsü, ancak abileriyle oynamaya başladığı vakit kaleye geçecektir. Ne de olsa yalnızca büyüklerle oynamanın prestiji karşılığında gol atmanın vereceği hazdan feragat edilebilir! Kaleci olmak, büyümek demektir. Zaten Şenol da on yaşındayken ailesinin reisi olmaya karar vermiştir. “On yaşımda ailenin reisi konumuna, lider pozisyona geldim. Bu durum zorluklarla büyümeyi ve o zorluklara göğüs germeyi öğretti. Bir şeyleri hep savaşarak elde ettim.”

Mücadele ve emek, Güneş’in söz heybesinden eksiltmediği iki temel değer. Futbolculuk kariyeri fedakâr bir futbol işçisinin tanıdık hikayeleriyle dolu. “İkinci Lig’de Trabzonspor forması altında çetin sınavlar veriyorduk. Gaziantepspor ile oynadığımız hayli iddialı bir maçta, … Abdullah ile karşı karşıya kaldım. Ayaklarına atladım. Aynı anda dişlerim çatur çutur kırıldı. Trabzon’a döndük. Bir iki gün sonra haydi Ankara’ya gidiyoruz dediler. Beni tedaviye götürecekler sandım. Ankara’dan sonra otobüse bindirdiler, Afyon’un yolunu tuttuk. İçimden herhalde dişlerimi orada yaptıracaklar diye düşünüyordum. Afyon’a geldik. Hadi soyun dediler. Sahaya çıkacaksın. Utancımdan kimseye benim dişlerim diyemedim. Çıkıp oynadım.”

Yokluğun Hayal ile İkamesi

Yoksul ama hayalperest bir çocuktur Şenol Güneş. Odasının penceresinden denizi izleyip radyodan futbol maçlarını dinlerken hülyalara dalar. Kaleci olmak değil; “hiç gol yemeyen” bir kaleci olmaktır hayali. Topu yoktur, limon kabuğuyla oynar. Kaleci eldiveni alacak parası yoktur, madenci eldivenleri takar. Nerede bir yokluk varsa orada hayalgücü devreye girer. Güneş’in yıllar sonra söyleyeceği “Ben mükemmel değilim. Ama mükemmelliği kovalayan biriyim” sözleri, çocukluğundan beri düşleriyle beraber büyümüş birinin sözleridir.

Yine de mükemmellik, ulaşılması imkansız bir ufuk çizgisidir. Öyleyse mükemmelliği kovalamak, beyhude bir çırpınış değil de nedir? Eduardo Galeano’nun, hiç erişelemeyecek bir ütopyanın ne işe yaradığı sorusuna Portekizli edebiyatçı Jose Saramago şöyle yanıt vermiştir: “Uzun uzun yürümeye dostum…” Şenol Güneş’in uzun yürüyüşünde de ona eşlik eden bir roman kahramanı vardır: Martin Eden. Yazar olma ideali uğruna yılmadan mücadele eden yoksul ama cesur serüvenci Martin gibi, Şenol da kendi hikayesinde prestij, ün ve paraya kavuşur. Ancak daha önemlisi, tıpkı o çok sevdiği romanın kahramanı gibi bu mücadele onu zihinsel olarak dönüştürmüş; aydınlatmıştır. Şenol’un entelektüel yükselişi sözlerine yansır. O artık nerede olursa olsun heybesinden hep bilge sözler çıkarmaya çalışan bir dil ustasıdır. “Düşüncede devrim yapmalıyız” derken, aslında Martin Eden gibi kalıplaşmış fikirleri sorgulamaya, çarpık iktidar yapılarına, piyasa düzenine karşı koymaya davet eder futbolun sessiz çoğunluğunu. Ahlakçılık peşinde değildir; ama futbolda eleştirel bir ahlakın mümkün olduğunu gösterir sözleri. Biraz dikkatlice bakarsanız, bu sözlerin kendi yaşam öyküsünden damıtılmış olduğunu görürsünüz. “Futbolu eskiden açlar oynar toklar seyrederdi, şimdi toklar oynuyor açlar seyrediyor” sözünde, kişisel deneyimlerden süzülmüş billur bir bilgelik vardır.

Aslında Şenol Güneş’in kimilerince çok eleştirilen “yerelliği” de geçmişe her daim referansla kendini gösteren bir yaşam tutarlılığının ilk halkası oluşundan ileri gelir. Ne de olsa sıklıkla tekrarladığı gibi o, nereden geldiğini ve nereye gideceğini iyi biliyordur. Çünkü “nereden geldiğini bilmezsen, mutlu olamazsın. Bulunduğun yerden sürekli şikayet edersin…”

Yetiştirmek Boynunun Borcu

İslam Çupi’nin “kitabi kaleci”si Şenol, eldivenlerini çıkarttıktan sonra da “kitabi” bir teknik direktör olur. Neticede o bir “Eğitim Enstitüsü mezunu”dur. Pedagojik yönü güçlü, öğrenmeye ve öğretmeye aç bir aydınlanmacı… Öğretmenlik mesleğini sınıflarda olmasa da sahalarda uzun yıllar sürdürür. Senelerce yardımcılığını yapan Ünal Karaman, Güneş kadar futbolcusuna güvenen başka birisiyle karşılaşmadığını söyleyecektir. O, umudun kesildiği pek çok futbolcuyu dirilten, gol kralları yetiştiren bir hocadır. Çünkü insanı da doğa gibi iyi okur. “Çocukken inekleri otlamaya getirirdik. Otlamadan sonra dere kenarına su içmeye inerdik. Biz su içmeye getirirdik ama suyu biz içiremezdik. Su içmek ona aitti. Algılama ve öğrenme o kişiye aittir. Ama oraya getirmek de senin boynunun borcu…”

Trabzon yaylalarından bir Konfüçyus öğretisi… Öğretmeyi boynunun borcu kılma haliyle bir dava insanı. Davasında mağlubiyeti sahipsiz bırakmayacak kadar sorumlu; galibiyette ortaklaşacak kadar paylaşımcı. Dünya Kupası Üçüncülüğünde kendisine verilen madalyayı çıkarıp takımın malzemecisinin boynuna asacak kadar emeğe saygılı, vefakar…

“Benim için hayatın her döneminde merdivenler vardır. Bunun sonunda bir zirve vardır. Her basamak önemlidir. Basamağın ilkine basmadan o zirveye çıkamazsınız. Eğer zirveyi hedefleyen bir insansanız, her basamağa tek tek basmalısınız.” Şenol Güneş şimdi ufuk çizgisine bir adım daha yakın. Yaptığı taze başlangıçla bu sene Güneş Okulu’nun yeni öğrencileriyle birlikte lig şampiyonluğu için ter dökecek. O çok sevdiği romanda, Martin Eden’de yazdığı gibi; “hayat iyi kartlara sahip olmak değil, bazen zor bir eli iyi oynama meselesidir.” Güneş, bu seneki zirve yarışına bunun bilinciyle girecek.

 

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sıfır

Sıfır

3 sene önce
Kardeşlik ve Birlik

Kardeşlik ve Birlik

6 sene önce